De te fabula narratur, yani; Anlatılan senin hikâyendir. Dilini bilmediğin ülkelerde, yüzünü daha önce görmediğin insanlar tarafından yaşansa da, o hikâye senindir, benimdir. Çünkü acının, sömürünün, ölümün dili ve rengi olmaz. Hele sermayenin, hiç olmaz. Colorado’daki maden direnişi de, Türkiye’deki bütün işçi direnişleri de benzer şekillerde tetiklenir, hepsinde benzer şeyler yaşanır. Bu yazıda da Amerika’da yapılan bir şarkının, nasıl bizim hikâyemizi de anlattığını göreceğiz. Ortak hafızamızda, “Bugünden yarına, bir yarına gidenler kalır, bir de yarın için direnenler.”
Sanayi devriminin ardından, buharla çalışan makineler için kömür gerekiyordu. Kömür çıkması için de madenlerde karın tokluğuna çalışacak, nefes almadan çalışacak, ölene kadar çalışacak erkekler, kadınlar ve çocuklar gerekiyordu. Mesela, İngiltere’de 12 yaşında maden ocağında çalışmaya başlayıp büyüdüğünde patron olan, ütopyacı sosyalist Robert Owen. Bu işçilerin çocuk yaşta dahi çalışabileceği, yeni dünyada silah zoruyla mallarından mülklerinden edilip zorla işçi yapılan yerliler üzerinde denenmiş ve kanıtlanmış bir yoldu. Bu denemelerin ilgi çekici sonuçlarından birisi, hiçbir ülkedeki tarih kitaplarına giremeyen bir direniş hikâyesiydi; Ludlow Katliamı.
Colorado Yakıt ve Demir Şirketi, ünlü Rockefeller ailesinin, saygıdeğer bir evladı olan John D. Rockefeller’ın sahibi olduğu bir şirketti, müdürlerinden biri de “Sendika örgütçüleri hapishaneye, reformdan yana çıkan sanayiciler de tımarhaneye atılırsa sorun kalmaz” diyen, değerli bir arkadaştı. İşçiler berbat koşullara direnince, bu dürüst ve kıymetli şahsiyetler sözlerinde durdular ve önce kendi fedailerini saldılar işçilerin üzerlerine, onlar yetmeyince Ulusal Muhafızları çağırdılar, bu da kâr etmeyince, önde gelen işçi önderlerini zindanlara tıktılar, işkence yaptılar ve çoğu zaman da öldürdüler.
Tabii ki hiçbiri kâr etmedi, işçiler istediklerini aldılar ve sonra patron Rockefeller, işçi kıyafetleriyle onların aralarında yemek yiyerek “iyi patron” olmanın gerekliliklerini de yerine getirdi, koca yüreği sağ olsun.
Bu direniş ve katliamdan bir süre sonra, burada çalışan bir emekçinin oğlu olan Merle Travis, 16 Tons (16 Ton) adlı bir şarkı yaptı. Hareketli ve güzel bir country şarkısıydı. Şarkı önce garip karşılandı, sonra hoş geldi kulağa, ardından hem şarkıcıya hem de plak şirketi olan Capital Records’a inanılmaz para kazandırdı. Sözleri, işçilerin yazdığı deyişlerden biriktirilmişti. Ama tabii ki işçiler hiçbir hak talep edemediler, çünkü onlar için telif hakkı geçerli değildi.
Şarkı patladı, onlarca insan tarafından söylendi, pek değişik şekillere girdi, hatta İspanyolca’ya bile çevrildi. İşçilerin trajedisini anlatan şarkı, dünya çapında bir hit olmuştu. Endüstrinin isteğine göre şekillendi, zararsız bir üretim aracına dönüştü. Yine Lenin’in, Devlet ve Devrim kitabında bahsettiği şey yaşandı; yaşadıkları süre içerisinde defalarca zulme uğrayan ilerici neferler, ölümlerinden sonra, alabildiğine kullanılır, zararsız birer biblo haline dönüştürürler. Travis’in madende çile çeken emekçilerden aldığı deyişler, yaklaşık 1 yıl sonra, Tenessee Ernie Ford’un ağzından duyulduğunda, klipte “estetik” vücutlu (endüstrinin anladığı estetikten bahsediyorum tabii ki) kadınların dans ettiği, hem de erkeğin iktidarının yeniden kurulduğu bir melodiye dönüştü. Endüstriyel evrim tamamlanmıştı.
Bu katliamdan uzun yıllar sonra, General Electric firması, sadece emek düşmanı değil, aynı zamanda kadın düşmanı da olan bir reklam yayınladı. “Kömür enerjisi reklamı” adı verilen reklamda bu firma, hem kadın bedenini hem tarihteki en kanlı işçi katliamlarından birini aşağılamaktan gerçekten de hiç utanmadı, zerre çekinmedi. O kadar utanmazlardı ki, reklamda “seksi vücutlu kadınlar” ve “atletik erkekler”, siyah ve beyaz ayrımı olmaksızın (çok da karşılardır ayrımcılığa, her ırktan insanı köle olarak kullanabilmeleri gerekir çünkü), bedenin çekiciliğini, metanın tahrik etme özelliği ile birleştirip ekonomik bir pornografi videosu yarattılar. Bununla da yetinmediler, yine yüzleri hiç kızarmadı ve videonun bitiminde, açıkça “Bu enayiler köle olarak çalışıyorlar, biz de onların sayesinde şu köprünün ışıklarını yakıyoruz, arabalar yapıyoruz ve onların aylarca çalışıp kazandığı parayı, öğle yemeğinde eritiyoruz” demeye kadar getirdiler işi.
Anlatılan bizim hikâyemizdi, kanla yazılan hikâyeler de bizimdi, sonrasında bir sermaye haline getirilip para kazandıran versiyonları da. Her geçen gün insanların katledildiği ocaklardan, böyle yararlanan endüstriyi ayakta tutan da biziz, farkında olmadan. Bu hikâye devam ediyor, devam edecek. Eksiltili cümlelerle süren bir metnin, noktalama işaretleri olmaya da devam edeceğiz.