Artvin’in Yusufeli ilçesinin Zoybar mevkiinde yaşıyorum ve buradan yazıyorum. Bu coğrafyada doğup büyüdüğüyseniz HES, baraj, maden, sondaj, nükleer santral (Çernobil) gibi kavramları ekmek, su gibi günlük kavramlar arasında öğreniyorsunuz. Çevrecilik savunulan bir ideoloji olmadan önce bir yaşam mücadelesi haline geliyor. İlk illegal eyleminiz lise üniformanızla okuldan kaçıp ‘madene hayır’ diye slogan atmak oluyor.
Bu bilince ulaşma yolunda; ÇED raporuna ret kararı (yani olması gereken kararı) çıkardı diye sürülen (pardon ‘tayini çıkan’) cumhuriyet savcılarına tanık olduk. Yıllarca verilen hukuk mücadelelerinin hukuksuzluklarla önünün kesildiğine şahit olduk. Devletin ormanları koruması gerekirken, halkın devletten orman koruduğunu gördük. Direndik gaz bombalarında boğulduk. Terörist olduk, vurulduk, durdurulduk, susturulduk…
Şimdi bunları niye anlatıyorum? Hepimizin bildiği gibi gezegenimizde dolaşıp duran ve binlerce insanın ölümüne neden olan bir virüs peyda oldu. O, 100nm çapındaki mini minnacık virüs yeryüzündeki dolaştıkça biz dışarıda dolaşamaz olduk. Çünkü virüs bulaşıcı. Çünkü sadece insanın değil insanlığın hayatı tehlike de. Durum ciddi.
Önce İç İşleri Bakanlığının 81 il valiliğine gönderdiği genelge ile kronik rahatsızlığı olanların ve 65 yaş üstünün daha sonra da 20 yaş altının sokağa çıkması yasaklandı. Şehirlerarası yolculuklar durduruldu. Şehirlerimize gıda, ilaç, temizlik malzemesi gibi zorunlu ihtiyaç malzemeleri nakli için İçişleri bakanlığı genelgesi ile belirtilen sektörlerin lojistik araçları dışında giriş çıkış yapılmayacağı bizzat cumhurbaşkanımız tarafından belirtildi.
Dışarıdan bakıldığında yaşadığım yer, Hollywood’un hayatta kalma konulu aksiyon filmlerindeki kurtarılmış bölge gibi görünüyor olabilir. Fakat durum hiç de öyle değil. Aslında kurtarılmayı bekleyen bir bölge… En fazla üçer kişilik 9-10 haneden oluşan bu ıssız köyün nüfusu 11 Mart’tan itibaren iki katına çıktı. Gelenler köyün sağlık çalışanları tarafından uyarıldı ve karantinaya alındı. Tam gelmeler durdu panik azaldı derken bir baktık kutsal topraklarımızı talan etmek için Ebrehe’nin fil ordusu yollara düşmüş. Büyük gürültülerle evimizin önünden gidip geliyor. Her gün koca koca iş makineleri geçiyor köyün içinden. Bize İlçe Jandarma’dan kahveleri kapatın, gelip gitmeleri durdurun, temas etmeyin, tarlada çalışırken ağzınızı kapatın diye bildiriler gelirken ve kendi köyümüzde yaşamı durdurmuşken ağzı maskesiz, adı belirsiz adamlar bize nispet yapar gibi talan ediyor yaşam alanımızı.
Çocukluğumun en güzel belki de tek güzel anılarını biriktirdiğim bir mezramız var; Demircigil Mezrası. Bazı yazlar köye gelir ve mezraya çıkardık. Kendi başıma mutlu olmayı, kendi kendime yetmeyi, çamurdan oyuncaklar yapmayı, tahta balkonda oturup baba hasreti çekmeyi, gaz lambasında savaş hikâyeleri dinlemeyi, kültürümüzdeki korku mitlerini, pilek ekmeğini, kuşları, çiçekleri, doğayı, hayvanları sevmeyi… Hepsini ormanın eteğine kurulan o küçük yerleşim yerinde öğrendim. Babamın emekli olunca Artvin’ den köye yerleşme hayallerinin içine bende mezra bir ev yapma hayalini eklerdim hep. 10 yıl önce babam emekli oldu, köye yerleştik. Ama mezraya bizden önce yerleşen başka birileri oldu. Madenciler… Hangi şirket tam olarak bilmiyoruz. Hangi madeni arıyorlar bilmiyoruz. Bildiğimiz mezranın yerle bir edildiği. Babam tesadüfen gidip görmüş. Ağlamış. Rahmetli babasının sırtıyla taş taşıyıp yaptığı yerler yok. Ağlamış baba emeklerine. Gece uyku uyuyamamış. Ben gitmedim, gitmem de… Göremem. Görürsem ağlarım. Geçmişim, geleceğim, hayallerim, mutluluklarım, anılarım, kuş mezarlarım… Hepsine bir bir ağlarım. Babam sağı solu aradı çaresiz. Görünen tek çare; kadın, erkek, yaşlı, genç gidip önünde durmak o dev makinelerin. ‘İstemiyoruz’ demek hep birlikte. Tek tek ağaçlara sarılıp ‘beni kesmeden kesemezsin’ demek. Ama maalesef Artvin’in bu bucağında vatan sana canım fedacıların hepsi aslında babalarının mezar topraklarını şirketlere satan, camileri sular altında bırakan, başkalarının sınırlarına göz dikip savaş naralarıyla topraklarımıza toprak katmayı amaçlayan vatanperverler. Biz… Biz vatan haini, biz yurt haini…
Şimdi konunun tam burasında birkaç soru sormak istiyorum. Buralarda da adlarını çokça duyduğumuz büyük inşaat şirketleri, biz bize yeteriz kampanyasına milyonluk yardımlar yaparken her gün iş makineleriyle neden evimin önünden geçiyor. Siz yeter ki evde kalın biz size yeteriz diyen şirketler kimin gözüne girmeye çalışıyor? Biz evde kalırken onlar neden talan etmekten neden geri kalmıyor? Dünya genelinde yaşam durmuşken onlar neden durmuyor? Bu nasıl bir tüketme arzusu? Nasıl bir para hırsı? Nasıl bir doymazlık? Çin’de yaşama hakkı ‘yenmiş’ bir yarasadan çıkıp gelen bu virüs mü daha tehlikeli yoksa kendi türünün yaşam hakkını yok etmek için bu kadar hevesli olan insan mı?
Koronavirüsün kitle imha silahı olduğu konusundaki komplo teorileri gerçek mi bilmem. Ama çevre katliamlarının halk imha hareketi olduğu bir gerçektir. Bugün covid-19 bizi öldürmezse yarın siyanür öldürecek. Bugün covid-19 nefesimizi kesmezse yarın hava kirliliği kesecek. Artık yeter. Altına, gümüşe, paraya doyun. Bari şimdi çekin kanlı ellerinizi. Ölüm taşımayın cennetimize.
Biz yaşamak isteyen insanlar, siz öldürmekten bıkmayan insanlar. Biz tabiatın dilinden konuşan insanlar, siz paranın dilinden konuşan insanlar. Siz iş makinelerinizle virüs gibi içimizde dolanırken biz ölmekten korkuyoruz. İzin verirseniz yaşamak istiyoruz.
Tabiat ananın ırzına geçip dünyadaki tüm doğal kaynakları tüketmek için ant içtiğinizi bir kere daha anladık. Siz de şunu anlayın ki bu ormanlar şirketlerin cebine doldurup götüreceklerinden çok daha değerlidir. Ormanlar iktidarların ve şirketlerin değil çocuklarımızın hakkıdır. Bu salgın hastalık bizim tanrımızın belası değil sizin tanrı diye taptığınız paranın helakıdır.
Guy McPherson’un bir sözü var; Ekonominin doğadan daha önemli olduğunu düşünenler, paralarını sayarken nefesini tutmayı denesin. Bahsi geçen bu şirketlerin hakediş dosyalarında okumayı başaramayacağım meblağlarda paralar gördüm. İnsanlarda daha fazlasını kazanma hırsını gördüm. Böyle devam ederseniz gün gelecek paralarınızı sayarken nefessiz kalıp öleceksiniz. O tarumar ettiğiniz toprağa tek başınıza gireceksiniz. Artvin’in merkez köylerinde çokça söylenen bir söz var; Ölüler Altın Takmaz… Topraktan çıkardığınız paralar toprağın altında bir işe yaramayacak.