Kadınlar yaşamın her noktasında emek harcamış, üretmiş, fakat tarihi yazan hep erk olduğu için kadınların adlarından, kimliklerinden, cinsiyetlerinden söz dahi edilmemiştir. Tıp tarihinde de kadınlar aynı muameleyle karşılaşmış, başarılı yüzlerce erkek hekimden bahsedilmiş fakat kadın hekimlerden bahsedilmemiş olması ilk hekimlerin kadın olduğu gerçeğini değiştiremez. Her alanda olduğu gibi tıp tarihinde de erkek kuşatması görüyoruz.
Tıp doğanın bir kopyasıdır ve öğretilerinin hepsini doğadan alır. Doğa da insan gibi uyur, uyanır, hastalanır ve yorulur, bunların hepsinin çözümünü de kendi bünyesinde oluşturur; kendini onarır, korur… Doğanın üretkenliğini (doğurganlığını) ve onarıcılığını dişi olarak görebiliriz ve dişi olan doğa insanlık kadar eski tıbbın ilk öğretilerini kadın ruhuna üfler.
İlk hekimlik de doğanın dişiliğinin aktarımıyla kadında vücut bulur ve kadının tıp ile kucaklaşma süreci yavrusuna dokunduğu vakit başlar. Tıbbın öncülerinden olan Yunanlı doktorlar aslında bitkilerle tedavi, iksir, ilaç ve ameliyat tekniklerine dair bilgileri kadınlardan öğrenmiş, bu teknikleri tıbbı bir güç olarak görüp ele geçirmek isteyen erk anlayış; kadın hekimleri, şifacıları, büyücüleri, cadıları katlederek tıbbı erk çatısında toplamak istemiştir.
Antik kültürlerde tıbbın doğa tarafından kadınlara bahşedilmiş bir imtiyaz olduğuna inanılır ve tıbbın anası olarak adlandırılan kadın (kaynaklarda genellikle kraliçeler yer alır) hekimler hastalara şifa dağıtırdı. Tıp tarihinin yer aldığı kaynaklarda Antik döneme ait saptanabilen ilk kadın hekim Mısırlı Merit Ptah’dır. Ptah’ın resmi Step Saqqara piramidinin yanındaki mezarda bulunmuştur. Bunu takiben saptanabilen ilk kadın hekimlerden bir diğeri ise kraliçe Shubad’dır. Sümer-Ur kraliçesi Shubad’ın mezarında taş ve bronzdan yapılmış cerrahi aletler bulunmuştur. Kraliçe Shubad’ın ölümden sonraki hayatında kullanabilsin diye bu cerrahi aletler ile birlikte gömülmüştür.
Hastalara şifa dağıtan diğer Mısırlı kadın hekimler ise sırasıyla kraliçe Mentuhutep ve kraliçe Hatshepsut’dur. Kraliçe Hatshepsut döneminde Mısırda, Heliopolis’de saltanat dışındaki kadınların da tıp eğitimi aldığı saptanmıştır. Aristo’nun öğrencisi olan Büyük İskender Mısır’da İskenderiye kentini kurduktan sonra burada ilk tıp okulu MÖ 300 yılında kurulmuştur. Bu okulun ilk hocaları antik Yunanistan’ın en önemli hekimleri olan Herophilos ve Erasistratus’dur. Bu dönemde ataerkil bir devlet anlayışına sahip olan antik Yunan’da kadınların hekimlik yapması ve tıp okuması yasaktı. Bu yasağa şiddetle karşı çıkan ve hayatının en büyük ideali hekimlik olan Agnodice (Doğum: MÖ 300) babasının da desteği ile saçını keserek erkek kılığında İskenderiye tıp okuluna girer ve burada Herophilos’un öğrencisi olur.
Tıp eğitimini tamamladığı dönemlerde Atina sokaklarında gezerken doğum sancısı çeken bir kadının çığlıklarını duyar ve doğum yapan kadının yanına koşarak yardım teklif eder ancak Agnodice’in erkek olduğunu düşünen kadın onun kendisine dokunmasını istemez. Bunun üzerine Agnodice kıyafetlerini kaldırarak kendisinin kadın olduğunu kanıtlar ve kadına doğum yaptırır. Zamanla kadınların arasında yayılan bu hikâye nedeni ile tüm kadınlar Agnodice’in üzerine üşüşür ve çok aranan bir doktor olur. Diğer erkek doktorlar bu durumu kıskanır ve tercih edilmemenin verdiği hırsla Agnodice’i jigolo olmakla ve kadın hastaları baştan çıkarmakla suçlarlar. Ayrıca kadınların Agnodice’i görmek için yalandan hasta olduklarını öne sürerler.
Bu suçlamalar ile mahkemeye çıkarılan Agnodice halk mahkemesi önünde Atina’nın önde gelen adamları tarafından mahkûm edilir ve idam cezası alır. Hayatını kurtarabilmek adına Agnodice gerçek cinsiyetini açıklar. Bu defa da kadın olarak tıp eğitimi aldığı ve hekimlik yaptığı için ölüm cezasına çarptırılır. Ancak başta mahkûmiyet kararını veren yargıçların eşleri olmak üzere tüm kadınlar ayaklanır ve kocalarına kendi düşmanları mı olduğunu sorarak kendilerine şifa dağıtan Agnodice’in öldürülmemesi gerektiğini ve Agnodice’in ölmesi halinde tüm kadınların da onunla birlikte ölüme gideceklerini söylerler. Kalabalığın ve eşlerinin baskısına dayanamayan yargıçlar Agnodice’i mahkûm etmekten vazgeçerler ve bu tarihten itibaren “kadınlara bakmak” şartıyla kadınların da hekimlik yapmasına izin verilir. Böylece Agnodice tarihte ilk jinekolog olarak ismini yazdırır.
Bunu takip eden yıllarda antik Yunan’da başka kadınlarında hekimlik yaptıklarına dair kaynaklar mevuttur. MÖ 150 civarında Corinth (Atina’nın 78 km Güney Batısında) şehrinin kuşatılması sonucu esir düşen hekim kadınlar İtalya’ya götürülmüştür. Amida’lı (şimdiki Diyarbakır) Aëtius 6. yüz yılda yazdığı “Tetrabiblion” adındaki tıp kitabında yunanlı kadın cerrah Aspasia’nın (MÖ 150) cerrahi tekniklerini anlatmıştır. Aspasia’nın cerrahi tekniklerini anlatan bu metinler 11. yüzyıla kadar ana kaynak olarak kullanılmıştır. Daha önceden keşfedilmemiş olan ortaçağ Arap metinlerini bulan Mısır bilimcisi Okasha El Daly (University College London, Egyptologist) bu belgeleri mısır bilimi bilgileri ile birlikte analiz etmiştir. Bu metinlerde kraliçe Kleopatra VII oldukça zeki bir matematikçi, kimyacı ve filozof olarak geçmektedir. Bu bilgiler aslından Kleopatranın bu güne kadar bilinen baştan çıkarıcı imgesinden çok farklıdır. El Daly, Arapların elinde bizzat Kleopatranın kendi yazdığı metinlerin ve hatta kitapların var olduğunu ve bunların bir kısmının zaman içinde yok edildiğini öne sürmüştür. Özellikle İskenderiye kütüphanesinin yanması ile birçok eser ile birlikte bunların bir kısmının da yok olduğu düşünülmektedir.
El Daly, tarihte kraliçe Kleopatra ile ilgili bu bilgileri veren ilk kişinin Al Masudi (MS 896, Bağdat) olduğunu vurgulamaktadır. Al Masudi’nin kitabında Kleopatra bilge ve filozof olarak betimlenmiş ve Kleopatranın tıp ve kozmetik ile ilgili kitaplar yazdığı belirtilmiş. Bu kitaplara ek olarak tıp uygulamaları ile ilgili birçok kitabın Kleopatra tarafından yazıldığı düşünülmektedir. Ortaçağ Arap yazarlarından Al-Bakri (Endülüs, MS 1014) , Yaqut al-Hamawi (Suriye, MS 1179), Ibn Duqmaq (MS 809) ve Al-Maqrizi de (Kahire, 1364) kitaplarında kraliçe Kleopatranın mimari projelerinden ne kadar etkilendiklerini yazmışlardır. İskenderiye’de yapılan bu mimari projelerin daha önce hiç görülmemiş projeler olduğu belirtilmiş. Bir diğer çok değerli Arap tarihçi Ibn Ab Al- Hakam (MS 1066) antik dünyanın en muhteşem eseri olarak kabul edilen İskenderiye deniz fenerinin Kleopatranın eseri olduğunu öne sürmüştür. El Daly, bu deniz fenerinin sahip olduğu çok büyük lensler ile çok muhteşem bir teleskop olduğunu ve bu fenerin sadece gemilere yol göstermek için değil aslında Mısıra saldıran düşman gemilerini yakmak için kullanıldığı varsayımını ortaya koymuştur.
Bazı Arap kaynakları Kleopatranın saç dökülmesi için bir karışım oluşturduğunu ve hatta jinekoloji konusunda çok sayıda çalışma yaptığını belirtmektedir. Ibn Fatik ve Ibn Usaybiah Kleopatranın rahimdeki fetüs gelişiminin evreleri konusunda deneyler yaptığını bildirmiştir. El Daly, tüm bunların dışında Kleopatranın simyacı olduğunu ve sıvıları analiz eden bir alet bulduğunu söylemektedir. Antik mısırda kadınların fen bilimleri konusunda eğitildiği ve doktor olarak çalıştıklarını gösteren yeterli bulgular mevcuttur. Kleopatra ile ilgili bu gerçekler ona düşman olan Romalılar tarafından çarpıtılarak Kleopatranın sadece erkekleri baştan çıkaran seksi bir kadın olduğu imajı çizilmiştir.
Tarihte de kadının güçlü olanı erkleşmiş olanın izleri yer alsa da insanlığın yeryüzünde sorunlarla ilk karşılaştığı vakit kadın doğanın öğretilerini kullanmaya başladı ve simya gibi birçok alanda ismi olmayan onlarca kadın yaşamın devamlılığı için üretmiştir. Üretkenliğini tamamen doğayla iç içe yaşayıp doğanın dişi bağları sayesinde geliştiren kadın otların şifasını masajın ve dokunmanın enerjisini geliştirerek özünde tıbba da rehberlik etmiştir.
Fakat tıp tarihi verilirken genellikle tıbbın babaları anlatılır ve annesi olmayan bir tıbba baba figürü çizilir. Tıp tek başına üreme yetisi olmayan erkeğe evlat biçilerek yaşam tek cinsin gücü üzerine yıkılır ve erk her zaman yüceltilir. Yukarıdaki tarih her şekliyle eksiktir. Çünkü tıbbın yaratıcısı yaşanılan sorunlara cevap arayan cinsiyet ayrımı yapmaksızın insanlara cevap olan doğadır. Yani doğmak ve doğurmaktır.
Kaynakça
1. BERKTAY,F.; Tarihin Cinsiyeti, Metis Yayınları 2003, İSTANBUL
2. Atabek EM, Görkey Ş. İskenderiye Tıp Mektebi, Başlangıcından Rönesansa Kadar Tıp Tarihi. İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayın No: 219