Suriye’den göçen mültecilerin yaşadığı dram, acı ve kahroluş ile ilgili dünyada pek çok ülke ve yardımsever insan bu insanlara kucak açtılar. Savaştan kaçan insanların dramlarını konu eden nice projeler oluşturuldu. Hiç kuşkusuz bunlardan birisi de çocukluğunun bir dönemini İstanbul’da güller arasında bir bahçede gönül cerrahı şahsiyetlerin dizlerinde sohbetler eşliğinde geçirmiş Fahrinisa Fatima Oswald. Kendisi bir aktivist, aynı zamanda foto-muhabir. Şu anda Yunanistan’da yaşıyor ve kadın mültecilerle ilgileniyor. Yaşadığı anıları, Yunanistan’da mülteciler için katıldığı yardım kampanyalarını kendisinden dinleyelim:
İlk olarak foto muhabir olmaya nasıl karar verdiniz?
2003 yazında üç ay kadar Türkiye’de birkaç arkadaşımla zaman geçirdik. Arkadaşlarım yurt dışında gazetecilik yapıyorlardı ve kendi mesleklerine olan ilgim onlarla bu üç ay içerisinde beraber yaşamamla birlikte ortaya çıkmıştı. Bu dönemde onlar kendi kariyerlerine devam ediyorlardı Türkiye’de çeşitli haberler yaptılar, yanlarında olmam ilgimi daha da arttırmıştı. İnsanlara ve kalplerine, maneviyatlarına olan ilgim çocukluğumdan beri mevcuttu. Gazeteci olmaya karar vermemle birlikte aynı zamanda kadın ve çocuk hakları üzerine çalışma kararımı çoktan belirlemiştim. Üzerine bir de mülteci krizleri çıkınca branşım açıkçası kendiliğinden oluşmuştu.
Peki, neden özellikle kadın ve çocuk hakları üzerine düşündünüz?
Ben Columbia Üniversitesi Cinsiyet ve Göç Bursu ile ödüllendirildim. Toplumsal cinsiyet ayrımcılığı ve özellikle göçlerle alakalı olmak üzere kendi branşımı ve çalışma alanımı bu şekilde belirlemiş oldum.
Odak noktam belirttiğim üzere kadın ve çocuklar üzerine. Suriye’de iç savaş çıktığı zaman ilk başlarda erkekler göç etmiyordu çünkü kalıp savaşma niyetindelerdi. Göçlerin çok büyük bir kısmını kadınlar ve çocuklar oluşturuyordu. Göç noktasında Ege’yi merkez edinmişlerdi. Tüm göçmenler Türkiye üzerinden Ege’ye geliyor ve oradan Yunan adaları ve Yunanistan olmak üzere geçiş hatlarını oluşturuyorlardı. Fakat ben Yunanistan’a giderken bu durum hakkında pek fikrim yoktu. Daha doğrusu durumun bu denli ciddi olduğunu ve sayıların bu kadar yüksek olduğunu tahmin edemiyordum. 2015 yılının Ekim ve Kasım aylarında günde ortalama 6000 mültecinin geçiş hattı olmuştu bu alan. Toplam sayının şu anda 80 bin kişiden daha fazla olduğunu biliyoruz.
O zor ve yoğun günlerde aklında kalan nelerdir?
Fiziksel ve psikolojik olarak kendimi bu ortama hazırlamıştım. Günde 8 ile 10 saat suyun içerisinde kalıyordum. Sudan sürekli çocukları, kadınları plaja canlı olarak çıkarmaya çalışıyorduk. Sürekli kumsal ile deniz arasında koşuyordum. Bu gece karanlığında da aynı şekilde seyrediyordu. Günde sadece 2 saat uyuduğumu biliyorum. Birkaç gün üst üste bu şekilde ilerlemişti bu zor durum benim açımdan.
Fakat asıl travmayı savaştan kaçan ve kurtulan insanları fotoğraflamakla ve onların yaşadıkları acı durumları dinlemekle yaşadım. Yolda yaşadıkları açlıklar, ölümler, geride bıraktıkları sevenleri, cenazeleri ve nice sahip oldukları güzel şeyleri mecburen bırakıp bu yollardan kaçmayı anlattıklarında duygusal olarak inanılmaz zor zamanlar geçiriyor ve onlarla bu acıyı gözyaşları ve ümitsizlik ile beraber yaşıyorduk. Kurtarmaya çalıştığımız birçok mülteci suda can veriyor ve cesetleri kıyıya vuruyordu. Bu büyük travmayı atlatmamız çok zordu.
Yunanistan’da yaşamaya nasıl karar verdiniz?
Türkiye benim ikinci vatanım gibidir. Çocukluğumun bir bölümü ailemle birlikte orada geçti. Bunu ismimden de anlayabilirsiniz. Sevdiğim birçok insan, dostlarım mevcut Türkiye’de. Fakat Türk hükûmeti gazetecilere karşı yeterince anlayışlı değil ve yaşadıkları sıkıntıları az çok biliyorum. Türkiye’de gazeteci olmayı doğru bir tercih olarak görmüyorum. Çünkü asla tam anlamıyla bir gazetecinin sahip olduğu haklara erişemezsiniz. Yunanistan ayrıca Ürdün ve Lübnan’a uzak değil, ailem orada.
Ve bunların yanı sıra biraz önce bahsettiğim bu istikrarlı mülteci krizi. Şu anda Yunanistan’da ve Yunan Adalarında sıkışmış 80 bin mülteci olduğunu biliyoruz. Oradaki insanlara yardımcı olmak, yemeklerini dağıtmak ve üşümemelerini sağlamak benim asli görevim gibi geldiği için Yunanistan’ı tercih ettim diyebilirim.
Gazeteci iken aktivist olmak zor olmuyor mu?
İnsanlar bu ikisi arasında kesin bir çizgi var gibi görüyorlar. Birçok kez bunun zorluğunu yaşadım. İlk başlarda benim naif biri olduğum için bu zor şartlarda asla çalışamayacağımı düşündüler. Bir dönem Hindistan Mumbai’de yaşadım, orada zor olabilecek fakat güzel şeyler tecrübe edindim. Zorluklara karşı kendimi orada eğittim diyebilirim.
Gazeteci olup aktivist olan bir ben değilim. Benim gibi birçok insan mevcut. Aile içi şiddet, cinsel saldırı, tecavüz gibi konulara sessiz kalınmamalı. Mültecilerden dinlediğim hikâyelerin birçoğunu burada sizinle paylaşmaya bile utanıyorum. Sadece ufacık empati yapmanızı rica ediyorum o insanların Suriye’den savaştan kaçarken yaşadıkları zulümleri düşünmek üzerine. Ki bu insanlar Müslüman bir ülkeden göç ediyorlar, kameralara ve fotoğraf makinalarına karşı kapalılar, istemiyorlar görmek veya konuşmak. Öncelikle bu insanlarla duygusal bir bağ kurmanız gerek, sahte olmadan içtenlikle. Bunu başardığınızda size güvendiğinde onlarla konuşabilirsiniz.
Benimle konuşurken ağlamaktan ne dediğini anlamadığım bir kadını hatırlıyorum. Söylediklerini birkaç kez tekrar ettirmek zorunda kalmıştım. Karnında bebeği ölmüştü. Her dakika kendisi de zehirleniyordu. Kim bilir günlerce karnındaydı. Bu tür zor durumlarla karşılaştık. Hatırlaması ve anlatması gerçekten çok zor. Sadece bu insanları iyi anlayalım, empati yaptığımızda her şeyi anlamak ve onları onların gözünden görmek daha kolay oluyor. Siz daha iyi bilirsiniz ki Yunus Emre’nin şiirinde geçen bir söz bu durumu özetler:
“Sevelim, sevilelim bu dünya kimseye kalmaz.”
Fotoğraflar: Fahrinisa Fatima Oswald