Ecehan Balta 25-26 Şubat’ta Bilkent Kadın Çalışmaları Topluluğu’nun düzenlediği Bilkent Kadın Zirvesi’nde Ekofeminizm anlattı.
Ecehan Balta, sözlerine “İlk olarak, KHK ile ihraç edilen, zorla emekli edilen Alev Özkazanç’la ve İlkay Kara ile konuşmak benim için bir onurdur. Ben de üniversitede çalışıyor olsaydım, onlar gibi atılmış olacaktım” şeklinde başladı.
Ekolojik krizi yaşadığımız üretim tarzı bunu nasıl belirliyor? Doğa ve kadın bedeni, emeği arasında nasıl bir ilişki var? Bu ilişkiler kadınlar üzerinden nasıl etkiler yaratıyor? Balta’nın başlıklara ayırarak yaptığı konuşma şöyle:
Ekolojik kriz derken…..
Aslında “doğanın kendisini yeniden üretebilme hızının, onu tüketme hızının, onun üstüne geçtiği bir dönemden” bahsediyoruz, böyle bir dönemden geçiyoruz, buna “3. Büyük Ekolojik Kriz” deniliyor. 1700’lü yıllarla yani sanayi devriminden itibaren 400 yıldır, bu 3. Ekolojik krizi gözlemliyoruz, bu hızlı kriz insan türünün de sonunu getirebilecek bir kriz. Kapitalizm yani üretim tarzımız, ekolojik krizin en önemli ve birinci nedeni, çünkü kapitalizmle, mümkün olan en ucuz meta üretimini yapıyoruz, bunu sınırsızca üretiyoruz ve kontrolsüzce satıyoruz.
Kapitalizmle gelmiş modernizm kavramıyla da…
ekoloji ve kadın özdeşleştirme konusu ortaya çıkarıldı iyice, doğa nedir, statiktir. Tarih nedir? Buna karşılık dinamiktir. Kadın da doğa gibi statiktir, çünkü döngüleri vardır, menstrüasyon dönemi, kadınlarla doğayı birbirine çok yaklaştıran bir unsur olarak görülür. Yine bu statiklik ve döngüsel olarak, en güvenilir yer olan “aile”de yaşamlarına devam ederler. Ailede o doğal habitustur, yani nasıl buğdaylar, buğday tarlasına aitse kadınlar da aileye aittir. Dolayısıyla “kutsal aile miti” bize modernizmin bize dayandırdığı meselelerden bir tanesidir. Tabii bundan ibaret değildir, doğaya mesela idari olarak müdahale edemezsiniz, en teorik haliyle çok kendi halindedir, kadınlar da otomatik olarak doğururlar. Aslında tarih boyunca bu özdeşleştirme, “doğa ve kadın” biraz doğru, hâlâ bile tarımda çalışan kadın oranı yüzde 65’ti en son, tarımın endüstrileşmesiyle bu sayı azaldı. Tarih boyunca kadınlar toprak ilişkisinden öte bir ilişki kurdular, şimdi de baktığımızda toprak sahiplerinin yüzde 1’i kadın.
Peki neden ekofeminizm?
Almanya’da 1970’lerde İnsta King bu kavramı ortaya atıyor, Almanya bu konuda 70’lerden itibaren çok güçlü bir ülke, özellikle nükleer karşıtı eylemlerde kadınlar çok fazla ön plandalar. “Neden kadınlar doğa konularında bu kadar radikalleşirken, erkekler geri planda kalıyor?” King’in bu dikkatini çekiyor. Aynı zamanda 90’lardan itibaren bizim Türkiye’de gördüğümüz çok net bir şey. Ben Bergama’da toplumsal mücadele de bunu gözlemledim; “kurumsallaşana” kadar, ekofeminizmin geleceği açısından burası çok önemli, bunu daha sonra Artvin’de gördük, Gerze’de gördük, Cerattepe Direnişi’nde gördük. Kadınların çevreci hassaslığının erkeklerden çok fazla olduğunu biliyoruz, görüyoruz, bunun tarihsel birçok nedeni var. Birincisi bunu özcü olarak söylemiyorum. Ama kadınlar da kendilerini doğayla özdeşleştiriyorlar bir yerde, ikinci olarak ise bu ekolojik krizlerde kadınlar daha çok etkileniyorlar. Bunun etkilerini örnek olarak kesintiye uğramış Mısır devriminde görüyoruz; Mısır Devrimi’nin nedenlerinden asıl iki tanesi gıda ve temiz su krizleridir, bu krizlerden asıl etkilenen elbette evde çamaşır, bulaşık yıkayan, çocuklarını büyütmeye çalışan kadınlardır.
Son olarak…
Temiz su krizi, gıda krizi ve üçüncü olarak doğal dengenin bozulmasıyla iklim krizine değineyim, Birleşmiş Milletlerin kendi açıklamasıyla söylüyorum, 2050 yılında bir buçuk milyar insan, iklim göçü yapacak, yani doğal afetlerin artması nedeniyle göç etmek zorunda kalacaklar.