Açık Radyo’da her çarşamba 14.00’da hazırlayıp sunduğum Vegan Sağlık Programı’nın 14 Şubat 2018 tarihindeki konusu “İklim krizi ve bitkisel beslenme”, konuğu bu konuda Türkiye’deki önemli kişilerden Açık Radyo’nun Kurucusu Ömer Madra idi.
Merhabalar, Açık Radyo’da sesine çok tanıdık biri var yanımda, Sevgili Ömer Madra. Bugün iklim krizi ve bitkisel beslenmeyi konuşacağız, hoş geldiniz.
Merhabalar…
İklim değişikliği ve bitkisel beslenme… Hep bitkisel beslenmenin insan sağlığına etkisini konuşuyoruz, bir de konunun iklim ve çevre boyutu var. İklim değişikliği, küresel ısınma gibi konularla ilgili Açık Radyo’yu takip edenler bilir, Ömer Bey bu konuları sıklıkla ele alıyor. Biz de bugün bitkisel beslenme ile iklim değişikliği konularının birbiriyle ne kadar ilintili olduğundan bahsedeceğiz. Konunun özeti niteliğinde Açık Radyo’nun sitesinde George Mombiot’un yazdığı “Böyle yemeye devam edemeyiz?” başlıklı bir The Guardian çevirisi yer alıyor. Bu çeviri 2017 yılının adeta bir çevre raporu niteliğinde.
“İklim değişikliği değil, iklim krizi!”
Yakından takip etmeye çalıştığımız iklim ve çevre konularında çok aktif, birçok kitabı da olan George Mombiot, Enkazın İçinden başlığını taşıyan çok ilginç bir kitap yazdı. Bu kitabı da yakında etraflıca ele almak gerekiyor. Çağa yeni bir politika… “Bu sistemle bu iş devam edemez.” Ama yılı kapatırken “Böyle yemeye devam edemeyiz.” başlıklı hem The Guardian’da hem kendi internet sitesinde çıkan yazıya da dayanarak…
İklim değişikliğine artık iklim değişikliği dahi demiyor, iklim krizinden bahsediyor. Çünkü, gezegen bütün canlılar alemiyle beraber büyük tehdit aldında. Aynı zamanda kendisi de “Yüzyılın ortasına geldiğimizde…” diye başlayan bir yazıda “Dünyadaki insan sayısı iki ya da üç milyar kadar artmış olacak, bir sürü mesele var bunlardan biri bile kitlelere kıtlık yaşatmaya yetiyor.” diyor. Bir de bunların kümülatif etkisi de var, birbirlerini etkiliyor. “Dolayısıyla ciddi bir problem içindeyiz.” diyor. “Böyle yemeye devam edemeyiz” yalnızca veganlıkla bitkisel beslenmenin ötesinde bir tüketim alışkanlıkları, bir hayata bakış meselesi ile ilgili benim de çok katıldığım şeyler söylüyor.
Şimdi biraz özetlersek… Açık Radyo web sitesinde de yayınlandı birkaç hafta önce, bir gönüllü arkadaşımızın, Büşra Balcan’ın çevirisiyle. Bu önemli bir yazı, büyük bir gelir dağılımı adaletsizliği var, milyarderler demokrasiyi her yerde çökertiyor, Avrupa’da, Amerika’da Trump yönetimi başta olmak üzere, yakın bir zamanda ekonomik bir kriz daha bekleniyor. Bütün dünyada, global bir kriz ve ekonomik bir çöküş… Amerika’nin haydut başkanı bile geceleri beni uykumdan etmiyor, umursamadığımdan değil, hepsi umrumda, ama bunlardan daha büyük bir sorun var, yiyeceğimiz nereden gelecek diye soruyor Mombiot.
“Sorun her şeyin başladığı yerde toprakta başlıyor.”
Hepimizin meselesi…
Şunun şurasında 2050’ye 30 yıl kaldı, sorun her şeyin başladığı yerde toprakta başlıyor, diyor, Birleşmiş Milletler istatistiklerini veriyor, daha önce de yazmıştı bunu, dünyada toplam 60 yıllık hasat kalmış olduğu belirtiliyor.
“Dünyadaki tarlaların 2017 hesabıyla %20’sinde randıman bitmiş durumda.”
Toprak kirleniyor, su kirleniyor, hava kirli bunların ne kadarı hayvansal endüstriye odaklı? Hayvansal endüstrinin bu kirliliğe ne gibi etkisi var? Birleşmiş Milletler Raporu’nda çevreyi kirleten etkenlerin %51’i hayvancılık endüstrisi kaynaklı, ve çok ciddi bir oran, bunları nasıl değiştireceğiz?
Mombiot’nun üzerinde önemle ve birinci mesele olarak durduğu şey, iklim değişikliğiyle beraber randıman azalıyor, toprak çok kötü kullanılıyor. Tarım ve hayvancılık başta olmak üzere yüksek verim almak için toprak, çok fazla kimyasalla zehirleniyor. Bir de hayvancılık ve tarım endüstrisinin zaten en büyük zaafı, milyarlarca hayvanı insanlar kesip yesin diye bir yerlerde tutmak. Bu hayvanlar, geğirerek ve yellenerek hem metan gazı salgılıyorlar. Dolayısıyla en büyük küresel ısınma sebebi metan gazı… Karbondioksitin kat be kat üstünde ama daha kısa ömürlü olduğu için pek dikkat edilmiyor, görünmez bir gaz.
Bir o var, bir de dünyadaki tarlaların 2017 hesabıyla %20’sinde randıman bitmiş durumda, bu çok önemli bir şey: Tarımda, %80’ini kullanıyor yalnızca. Bir de su kaybı var: Dünyanın en büyük su merkezleri, Kuzey Çin Ovası, Amerika’nın orta bölümü, Kaliforniya ve Hindistan’ın Kuzey Batısı gibi dünyanın en önemli tarım bölgelerinde ekinleri sulamak için kullanılan yer altı sularının seviyesi de çoktan alarm veriyor, bunları da vermiş Mombiot. Şimdi en önemli şeylerden biri, Ganj Nehri aküferinde, yani Hindistan da 1,3 milyar çok büyük nüfuslu bir ülke, Güney Asya çiftçileri, orada yeniden dolum oranı 50 kat kadar çekiliyormuş.
“Bütün her koşul sabit kalsa bile her 1 derece Celsius artış ile pirinç randımanının %3, buğdayın %6, mısırın da %7 düşeceği belirtiliyor.”
Bu aslında korkunç bir durum, yağmurla yenileyemiyorsun. İklim değişikliğinin görünür zararları…
Bunların hepsi bir arada, büyük bir kriz var, toplu bir gelir adeleti krizi de var, gelir seviyesindeki muazzam değişiklikten dolayı, Güney Asyadaki çiftçiler, Hindistanda Kamboçyada vs. yiyecek talebini karşılamak için 2050’ye kadar yani 32 yıl içinde mevcut suyun %80-200’ünün daha fazlasını kullanma beklentisi içindeler. Peki bu su nereden gelecek diye soruyor Mombiot, bunun cevabı yok. Bu yaşam tarzı, senin önemle sorduğun konular: küresel ısınma, sıcaklık…
Yeni bir araştırma var: bütün her şey eşit kalmak şartıyla, her 1 derece Celsius ısındığı zaman, bu çok önemli, 2017’deki en önemli ve vurucu rakamlardan bir tanesi, 20 yıldır takip etmeye çalıştığım şeyler bunlar, 1 derece Celsius artış ile pirinç randımanının %3, buğdayın %6, mısırın da %7 düşeceği belirtiliyor, bu da iyimser bir tahmin, bu çok yeni bir araştırma, Agriculture of Environmental Letters Dergisi’nde yayımlanmış. Amerika diyince akla ilk gelen şeylerden biri mısırdır, o mısır kuşağındaki 4 derecelik bir ısınmanın, mısır randımanını %84 düşürebileceği, ileride de %100’e kadar düşürebileceği, yani Amerika’dan, mısır memleketi olan Amerika’dan Meksika, Orta Amerika da dahil, mısır ortadan kalkıyor. Mısır gibi temel bir besinin ortadan kalkması, maalesef öngörülenler arasında, artık tahminler de değişti, böyle giderse…kömür yakmaya, petrol kullanmaya, uçaklar gemiler, ticaret vs. ısınma, yenilenebilr enerji olmaz ise mısır kalkıyor. Sebebi de şuymuş, yüksek sıcaklıkların tozlaşmaya etkisi: Tozlaşma, bitkilerin arılar, böcekler tarafından çoğalması, bu sıcaklık artışı tozlaşma işlemini de aksatıyormuş, doğru düzgün teste tabi tutulmadan kullanılan böcek ilaçları… Baya bir böcek kıyameti denilen şey ortaya çıkıyor, dünyanın bazı bölgelerinde işçiler elle tozlamaya başlamışlar.
Aslında çok doğal bir şekilde, kolayca olacak şeyi insanlar kendi elleriyle yapılıyor. Arı, böcek kelebek kolayca tozlayacakken…
Bu tabi en çok para getiren ürünler için kullanılabilir. Yoksa elle yapılacak bu işlem akıl karı değil. Bir de yapısal unsurlar var bunun dışında, böceklerle ilgili tam bir kıyamet beklentisi var, son 27 yıl içinde kanatlı böceklerin %67’sinin yani 3’te 2’sinin yok olduğuna dair Almanya’da bir çalışma yapıldı, ondan sonra benim de uykularım iyiden iyiye kaçtı. Böcek yoksa onu yiyen kuş da yok, kuşu yiyen başka hayvan da yok, hiçbir şey de yok yani tozlaşma da yok. Küçük çiftçiler, daha çok emek harcadıkları, daha fazla çeşitte ürün yetiştirdikleri ve toprağı daha dikkatle işledikleri için haliyle büyük çiftçilere göre daha büyük hektar verimi alıyorlar.
Yani dünyanın daha yoksul kesimlerinde herkes beş hektardan daha az alana sahip, küçük çiftçi hepsi… Ekilebilir arazinin %30’una sahipler, ama gıdanın %70’ini üretiyorlar, halbuki yeni yüzyılın yani içinde bulunduğumuz yüzyılın aynı zamanda bin yılın başından beri sadece Amerika’nın 2 katı kadar devasa, verimli toprakları gasp edilmiş, haksız yere ele geçirilmiş, büyük tarlalarla birleştirilmiş şekilde mono kültür denen tarım yapılıyor ve bu yoksul kesimin ihtiyacı için değil, ithalat ve ihracat için yapılıyor.
Hem bir iklim krizi hem de bir gıda krizi var, endüstriyel beslenmeye yönlendiriliyoruz, doğal domatesi bulmak o kadar zor ki, buğday mesela bizim ülkemiz bir buğday ülkesi olarak anılıyor, ama artık buğdayımız bile kendi genlerimize ait değil. Peki devlet politikaları bu meselelerin neresinde?
Devlet politikaları, bol termik santral inşa etmekle uğraşıyor.
Bir yandan iklim krizi, bir yandan gıda krizi var, bir yandan politikalarla bu krizler körükleniyor.
“İnsanlık tarihi boyunca okyanusların gördüğü en büyük tehlike şimdi burada ve dünya çapında yakalanan balığın sayısı her yıl %1 azalıyor.”
İnşaat ve hafriyat ekonomisi… Bütün bunlarla beraber muazzam bir plastik kirlenmesi sorunu var okyanuslarda, dünyanın en derin yeri olan Mariana Çukuru’nda bile, plastik madde bulundu, deniz tabanında, 11 bin metre derinliğinde… Deniz atı fotoğrafını sen de görmüşsündür, kulak pamuklu plastik bir çubukla dolaşıyor, kuyruğuyla yakalamış, işte böyle bir muazzam bir sorun var.
Okyanusların, bütün hayatı barındıran okyanusların, tarihin en büyük tehlikesi içinde olduğunu belirtmeliyiz. Yeni bir dizi var, dinleyicilere de görmediysen sana da tavsiye ederim, Blue Planet Dizisi’nin ikinci bölümü, bu dizi yedi bölüm halinde yayınlandı, olağanüstü! Orada Sir Tambara da söylüyor: “İnsanlık tarihi boyunca okyanusların gördüğü en büyük tehlike şimdi burada, insan kaynaklı, küresel ısınma vesaireden olayı.” Bütün bu balıklar nereden gelecek bilinmiyor, çünkü dünya çapında yakalanan balığın sayısı her yıl %1 azalıyor, denizler de ele geçiriliyor ve yaklaşık 3 milyar insan da büyük oranda kabuklu deniz hayvanları ve balıklardan alacakları proteine bel bağlamış durumda, peki bu balıklar nereden geliyor?
Çiftlik balıklarından sağlanıyor, aslında o balıklar da hasta balıklar, insanlar bu balıklardan protein aldığını sanıyor.
Evet maalesef, bütün bu anlattıklarımız yeterince zor diyor Mombiot, Açık Radyo’nun internet sitesinde de yer alan yazısında.
Bu yazıyı tavsiye ediyoruz. Böyle yemeye devam edemeyiz adlı makale çevirisi… 2017 yılının bir çevre raporu ve politika özeti. ..
“İnsanların gelirleri arttıkça, protein ihtiyacını karşılama kaynağı bitkisel proteinden hayvansal proteine yön değiştiriyor.”
Burada, bütün bunlar yeterince zorken insanların gelirleri arttıkça, burası bizim program açısından da çok önemli, protein ihtiyacını karşılama kaynağı bitkisel proteinden hayvansal proteine yön değiştiriyor, böyle bir yanılgı var, korkunç! Reklam sektörünün de çok etkisi var, dünyadaki et üretimi son 50 yılda %400 yani 4 kat arttı.
Veganların sayısı artıyor, İngiltere’de %365 artmış ancak sadece İngiltere’de artmış.
Ama İngiltere’de de veganlar küçük bir orandalar. Son araştırmaları içeren özet bir yazı olduğu için sürekli atıf yapıyorum, buraya da getirdim, Açık Gazete’de yeterince konuşamamıştım, iyi oldu. Son 50 yılda 1970’ten bu yana dünyadaki et tüketimi 4 kat artmış. Ama küresel ortalama gıda tüketimi, hala her yıl vücut ağırlığımızın neredeyse tamamen etten oluşturduğumuz İngiltere’nin yarısı.
Aslında büyüme hormonlu, insülin benzeri hormon içeren, içi zararlı maddelerle dolu etleri yiyor insanlar, ben geçen bir vidyo izledim, tavuğa bir şey enjekte ediyorsun, tavuk bir anda 3 kat büyüyor.
“Tavuk endüstrisinde rekor antibiyotik kullanımı var.”
Daha dün The Guardian’da okuduğum bir haberde İngiltere’de tavuk endüstrisinde rekor antibiyotik kullanımı varmış. Tavuklar, hem korkunç şartlarda tıkış tıkış yaşadıkları için, hastalanmasınlar diye, aynı zamanda hızlı büyüsünler, daha fazla kaslı olsunlar diye antibiyotik basıyorlar. Bu artık rezistansı sıfırlamak üzere, yani antibiyotikler yakında hiçbir işe yaramayacak; salgın hastalıklar artacak, en basit diş çekiminin dahi ölümcül sonuçları olabilecek. Şimdi, tam da burada ona geçelim beslenme şeklimizden dolayı İngiltere’de ekilebilir arazinin kapladığı alan, talebi karşılaması gereken toprak, tarım alanının 2,4 katı büyüklüğünde. Herkes bu diyete yönelirse gerekeni nasıl temin edeceğiz, hiçbir çıkarı yok.
Sürdürülebilir değil artık hayvansal beslenme.
”Tahıl ve bakliyattan üretilen kalorinin %6’sı, proteinin %53’ü çiftlik hayvanlarını beslemek için kullanılıyor.”
Asla değil ve çarçur diyor, tahıl ve bakliyattan üretilen kalorinin %6’sı proteinin %53’ü çiftlik hayvanlarını beslemek için kullanılıyor.
Hani soya hormonlu deniyor ya soyanın hormonlu olmasından bitkisel beslenenlerden çok hayvansal beslenenler korkmalı.
“Fasulye veya bezelyeden 1 gram protein almak için 0.01 metrekare toprağa, oysa sığırdan veya koyundan elde etmek için 1 metrekare toğrağa ihtiyaç duyuluyor.”
Aynen öyle, bu gıdanın 3’te 2’si de bitkiden hayvana dönüşürken kayboluyor, Our World in Data diye bir araştırma grubunun internet sitesi var, orada bir çizelgede ortalama olarak fasulye veya bezelyeden 1 gram protein almak için 0.01 metrekare toprağa, oysa sığırdan veya koyundan elde etmek için 1 metrekare toğrağa ihtiyaç olduğu belirtiliyor. Akıl ve hayal alamayacak bir durum, arada 100 misli fark var. Bu sürdürülebilir mi?
Hem sürdürülebilir değil hem de sağlığa kötü etkileri var, oradan bir gram protein almak için doymuş yağ kolesterol, kolin, karnitin, damarları tıkayıcı bir sürü faktör alınıyor, bunlara girmiyoruz daha, sadece iklimden bahsediyoruz şu an.
Son bir genel değerlendirme işte, senin bahsettiğin iklim ve dünyanın genel kriziyle bağlantısını kurmak için. Yani büyük baş ve küçükbaş hayvanların kullandığı otlakların birçoğunda üretim yapılamayacağı doğru olsa da ürün yetiştirmek yerine vahşi hayatı ve ekosistemleri sürdürmek için de pekala kullanılabilirlerdi. Ama otlaklar çoğaldıkça bataklıklar kurutuluyor bu sefer, korkunç bir çıkmaz, ağaçlar kesiliyor, fideleri de hayvanlara yem olarak veriliyor, yırtıcı hayvanlar yok ediliyor, yabanıl otçul hayvanların önü çitlerle çevriliyor, duvarlar her tarafta ve başka yaşam formları da yavaş yavaş ortadan kaldırılıyor. Hatta yavaş yavaş bile değil, hızla ortadan çekiliyor. Madagaskar’ın ve Brezilya’nın yağmur ormanları gibi canlılar alemi için bütün oksijeni sağlayan muazzam bölgeler buralar.
Yeryüzünün klimaları…
“Hem ihtiyaca hem de ihtirasa aynı anda yetecek toprak yok!”
Okyanuslar da öyle, tabi o muazzam bölgeler de daha fazla hayvanı otlatmak için tahrip ediliyor. Yani, çok önemli bir şeyi söylüyor yazının sonlarına gelirken, hem ihtiyaca hem de ihtirasa aynı anda yetecek toprak yok. Küresel çapta hayvan yemeye geçiş artık yoksul kesimin ağzındaki lokmayı kapmak anlamına geliyor. Burada da büyük bir adaletsizlik var, tabi gezegenin neredeyse bütün köşelerine ekolojik bir temizlik yapılmaya ve yok edilmeye çalışılıyor.
Yoksul bir insanın hayvansal gıdaya ulaşması çok kolay, 5 liraya tavuk alıyor, protein aldım diye içini rahatlatıyor. Ama bilmiyor aslında geri planında neler oluyor.
Bilmesine de imkan yok, çünkü muazzam bir halkla ilişkiler endüstrisi ile karşı karşıyayız.
Müthiş bir toplum mühendisliği…
“Birleşmiş Milletler, et tüketiminin 2030’a gelindiğinde %70 oranında artacağını söylüyor.”
Tamamen öyle, sistemin değişmesi lazım, senin konuştuğun benim de konuşmaya çalıştığım şey tam da bu. Yani nüfus artmasa bile, yeme tarzımızdaki bir değişimi ayakta tutmak mümkün olmayacak, bugünden itibaren hiç nüfus artmasa bile, 1 milyar 2 milyardan bahsediliyor artık, insan sayısı arttıkça et yemenin getirdiği açlık da büyüyecek. 2010’da çok önemli bir araştırmada Birleşmiş Milletler, et tüketiminin 2030’a gelindiğinde %70 oranında artacağını söylüyor.
Daha da kolay olacak ete ulaşmak.
2030’a ne kadar kaldı?
12 yıl sonra yani, korkunç! Hastalıkların artış hızı da doğru orantıyla olmayacak, aritmetik artacak.
Geometrik hatta… 2050’ye gelindiğinde küresel mahsul talebi, 2005’teki bu araştırmaya göre 2 katına çıkmış olacak, bu mahsulü üretecek toprak dünyada mevcut değil, böyle bir alan yok!
Laboratuvarda et üretmeye başladılar, iş oraya doğru mu gidiyor?
O dediğin kısım çözümler arasına gösteriliyor. Ama asıl mesele kesinlikle bitkisel bazlı işlenmemiş yiyeceklerden oluşan beslenmede…
Bütünsel bitkisel beslenme… Bitkisel beslenme deyince işlenmiş, içine şekerler girmiş, bir sürü işlemden geçmiş, prosesleri uzun sürmüş yiyeceklerden bahsetmiyoruz, peki biz sağlık uzmanlarının bu konuda yapabileceği neler var?
Bunu özellikle çok önemle sürekli gündemde tutmak ve anlatmak lazım, medyada da son derece yanlış, saçma sapan şeyler çıkıyor.
Maalesef her gün kriz geçiriyoruz izlerken.
Beslenme çılgınlığı fantazisi var bitmiyor diyor Mombiot, canlı bir dünyada da devam eden ekonomik büyüme masalı, büyülü düşünce, her şey ekonomik büyüme ve kalkınma…
Ama hormonlu bir büyüme, geçen bir televizyon kanalında bunu işlemişlerdi, hormonlu büyüme, hormonlu büyüyoruz!
“Bütün bu sorulara verilecek kolay bir cevap yok ama en kritik değişim, hayvan temelli diyetten bitki temelli bütünsel diyete geçiş olacak.”
İnsanlık toplumsal bir çöküşe girerse ki tamamen katılıyorum Mombiot’ya, sebebi, büyülü düşünce olacak, fantezi, bütün bunlara verilecek kolay bir cevap yok ama en kritik değişim, hayvan temelli diyetten bitki temelli bütünsel diyete geçiş olacak diyor. Diğer unsurları hesaba katmazsak, et üretimini ve biyoyakıt üretmek için toprak kullanımını durdurursak ki o biyoyakıt meselesi üzerinde de çok durmak lazım, o ayrı bir problem, 4 milyar insana daha yeterli kalori sağlanabilir ve insanın tüketmesi için gerekli proteini 2 katına çıkarabiliriz, bunu araştırmalar gösteriyor, çözüm burada, bir miktar da demin konuştuğumuz yapay et… Bir makaleye göre yapay ette su kullanımını en az %82, toprak kullanımını da en az %99 oranında azalttığını öne sürüyormuş, doğru mu bilmiyorum diyor, ama bir sonraki yeşil devrim önce hibe olmayacak, toprağı kırbaçlaya kırbaçlaya öldürmeye değil, toprağı nasıl ve neden kullandığımızı durup düşünmemize bağlı, bunu yapabilir miyiz? Son cümle bu, yoksa bizler yaşayan gezegeni tüketen zengin insanlar, biz hepimiz zengin kesimdeyiz, diyetimizi beslenme biçimimizi değiştirmek yerine küresel çapta bir ölümü daha mı kolay karşılarız diye de ekliyor.
Çok güzel bir sonuç paragrafı olmuş, ben çok teşekkür ederim Ömer Madra’ya bugün beraber program yaptık, ayrıca Açık Radyo’ya Ömer Bey nezdinde teşekkür ederim, her çarşamba Vegan Sağlık Programı’nı sunmama vesile oldukları için, bugün iklim krizi ve bitkisel beslenmeden bahsettik, bahsetmeye de devam edeceğiz.
Ben teşekkür ederim, hoşça kalın.