“Onur Ünlü bu sefer yine ne yaptı acaba?” sorusuyla seyretmiştim “İtirazım Var“ı. Leyla ile Mecnun ile yeni nesil bir anlatım dili geliştirip diziyle sevilen Onur Ünlü, ilk uzun metrajlı filmi ‘Polis’ ile sinemasever ve eleştirmenlerden tam not almıştı. ‘Sen Aydınlatırsın Geceyi’ ile izleyiciyi deneysel bir anlatım yapısıyla farklı bir hayal alemine sokan yönetmen, son filmi İtirazım Var ile alıştığımız komedi dilini tekrar kullanıyor.
Ana karakterimiz Selman Bulut (Serkan Keskin)… Siyaset Bilimi okumuş, antropoloji alanında yüksek lisans yapmış, insanı en az Hegel kadar tanıdığını düşünen, geçmişte askeriyede çalışmış, boks yapmış, bağlama çalmayı öğrenmek için bir süre Sivas’ta yaşamış, satranç oynamayı seven, ezan vakitlerini dijital saatiyle takip eden yeni dönem bir cami imamı…
Filmin konusu, camide namaz esnasında öldürülen bir adamın katilinin bulunmasını kendine görev etmiş bir imamın hikâyesinin, polisiye komedi türünde anlatılmasıdır. Hikâye yapısal olarak sürekli merak düğümlerini atarak ilerler. Filmin sonuna kadar olaylar zinciri bağlantılı olarak artar. Doruk nokta ve çözüm, filmin finaline çok yakındır. Olayların, bu denli karışık ilerlemesi ve karakter bolluğunu, biraz zorlama olarak gördüğümü itiraf etmeliyim. Zaten filmde ilgi çekici bulduğum, olayın anlatımı ve çözüme kavuşma süreci değil, filmin anlatı yapısında bir imam karakterinin betimlenişi oldu. Bıçak sırtı bir konusu olduğu ve sinemada gösterimi için +18 ibaresi yemesi (bir hafta sonra +15’e düşürülmüştür), açılış sekansından bellidir. Bangır bangır çalan İtirazım Var şarkısı fonunda namaz kılan insanlar görüntüsüyle başlar hikâye.
İmamlar, cemaatin önünde bulundukları için arkada kalanlara öncülük ederler namaz kılarken. İbadet halinde arkada olan biteni görmezler. Selman Bulut da iki el atılan silah sesini duyduğu zaman arkasına dönüp uzun uzun bakar. Bu durum belki de hayatında ilk kez kendi dünyasından dışarı çıkıp, kitaplarından başını kaldırıp gerçeklere tanık oluşunun göstergesidir.
Karşılaştığı gerçek dünya hiç beklemediği türde, din kitaplarında yazmayan, ahlaktan yoksun, batmış bir dünyadır. Dolandırıcılık ve sahtecilik yapan bankacı, müvekkilinin parasına göz diken avukat, eşini döven polis ve tüm bunlara göz yuman bir devlet ile onun arkasında saf tutmuş bir toplum. Bu gerçekle karşılaşan Selman Bulut’un burnu artık beladan çıkmayacaktır. Bunu da filmin sonuna kadar burnunun kırılıp tampon ve yara bandıyla dolaşmasıyla görürüz. Artık gözleri bağlı, kulakları tıkalı, gerçek yaşamdan uzak değildir karakterimiz. Bugüne kadar Türk Sineması’nda çizilen, doğrudan sapmayan, topluma örnek ve günahsız din adamı, Onur Ünlü filminde gerçek bir insana dönüştürülmüştür.
Anlatı ilerledikçe, daha çok tanımak istediğimiz Selman Bulut, filmin sonuna kadar kendindeki merak öğesini korur. Olayı araştıran polis memuru Cihan’ın (Osman Sonat) filmin sonuna kadar tekrarladığı gibi “Hocam, kimsin sen?” diye sormadan edemiyoruz. Kendi tabiriyle “Allah’ın günahkar bir kulu”dur Selman. Hayat bilgisi sadece kitaplardan okuduklarıyla sınırlı değildir elbet. Kendi doğrularıyla hareket etmekten çekinmez. Üniversitede okuyan kızının bir erkekle “kızlı erkekli“ bir evde imam nikahı kisvesi altında yaşamasına “Sokayım imam nikahına” diyerek büyük tepki gösterir. Bir şeyleri kılıfına uydurarak yapmak da doğru davranış değildir çünkü.
Sağlam bir hükümet eleştirisi içeriyor İtirazım Var. İmamımızın az önce sözünü ettiğim “kılıfına uydurarak yapma” konusunda verdiği vaaz/tirad, filmin en müthiş sahnesidir.
“İhtiyaçtan fazla mal haramdır, hırsızlıktır… Altın ve gümüş, yoksullar üzerinde hegemonya kurmak için kullanılıyor… İnfak edilmiyor… Mülkte şirk koşuluyor… Kırkta bir diye bir şey tutturulmuş gidiyor… Komşusu açken tok yatmamak için zengin mahallelerine taşınanlar var… Peki sokaktaki açtan, yoksuldan haberiniz var mı? Bu dinin klasik fıkıh anlayışı, yeryüzünün sokaklarında aç gezen 1 milyar insan için ne diyor?
O fıkıh, Ömer’i vuranların, Ebuzer’i çöle gömenlerin, Ali’yi hançerleyenlerin, Hüseyin’i susuz bırakanların, Medine’yi yağmalayarak 900 sahabe kadınına tecavüz edenlerin ve kabe’yi mancınıkla ateşe verenlerin fıkhıdır.
O fıkıhtan bir şey çıkmaz. O, zenginlerin, kodamanların, cariye ve köle sahibi olma peşine düşmüşlerin fıkhıdır. Sultanların, harem ağalarının, zindandan İmam-ı Azam’ın kırbaçtan morarmış cesedini çıkaranların, kırkta bircilerin fıkhıdır… Ebuzer Ğıfari’nin dediği gibi ‘Geceyi aç geçirip de kılıcına davranmayanın aklından şüphe ederim…’
2013 yazında Taksim Gezi Parkı olayları ile başlayıp büyüyen olaylarda, biber gazından etkilenip Beşiktaş’taki Bezm-i Alem Valide Sultan Camii‘ne sığınan göstericiler için dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan: ‘Camiye ayakkabılarıyla girdiler, orada içki içtiler’ açıklaması yapıp kamuoyunda eylemcileri karalama politikasına gitmişti. O caminin muezzini ise “İçki içildiğini görmedim. Yalan mı söyleyeyim?” diyerek bu açıklamayı yalanlamıştı. Sadece doğruları söyleyen bu din adamı basında sürekli yer almaktan ve hedef gösterilmekten dert yanarak görev yerinin değiştirilmesini istemişti. İtirazım Var’daki Selman Bulut, Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’ndeki bu müezzinin başka bir versiyonudur. Sürekli sorguya çekilip hedef gösterilmekten dert yanar. Hatta polisin aksine cinayeti bile kendi çabasıyla çözer.
Faizin sürekli olarak günah olduğu vurgulanan filmde, kapitalist sistem de eleştirilen unsurlar arasındadır. Bu çarkın içinde kendini soyutlamış karakterimiz, günümüz bankaların işgüzarlığı ile kolayca kredi kartı sahibi olur, hatta borçlanır. Kredi çekme konusunda söyledikleri ise (“Hükümette tanıdığım olsaydı krediye ihtiyacım olmazdı”) yine lafını sözünü esirgemeyen imam karakterinin altını bolca çizer.
Eleştiriler ve göndermeler filmin arka planında o kadar ustaca kullanılmıştır ki “kör göze parmak sokmak” şeklinde izleyiciği rahatsız etmez. Polisiyenin komedisi biraz Amerikan Hollywood sineması klişeleriyle kafa bulur türdedir. Sherlock Holmes ve Dr. Watson’ın birlikte iz sürüp olayın esrar perdesini aralamalarını, müstakbel damadıyla kendilerine yakıştırırlar. Aynı zamanda “Bayılırım belaya” diyebilecek kadar içinde bulunduğu durumu özetler. Ünlü ajan James Bond kadar önemser kendini (-Ben Cihan Demir cinayet masasından. – Ben de Selman Bulut, camiden!). Sert bir filmi nasıl naifleştirip bir durum komedisi haline getirebileceğini iyi biliyor Onur Ünlü.
Filmin başından sonuna değişen bir kahraman görülmemektedir. Selman Bulut, kızı kaçırılıp çaresiz kaldığında camide küfredebilecek, şüpheli bulduğu adamın peşinden meyhaneye girip onunla rakı içebilecek kadar insandır. Günahkar olduğunu her fırsatta dile getirir. Cinayeti çözmesi de ona bir şey kazandırmaz. Suçluyu adalete (!) teslim etmez. Çünkü son hamle de “MAT” olan Selman’dan başkası değildir.
Gerçekte suçlu veya masum kimdir ki zaten? Bu film bize son dönem Bağımsız Türk Sinemasının yinelediği gibi gerçekte karakterlerin salt siyah veya beyaz olmadığını da gösterir.