Kadın nedir sorusuna; kadın döl yatağından başka bir şey değildir diye cevap verilen bir dönemin kadını olan Simone de Beauvoir, tüm yok sayılmalara inat, kadının varlığını ataerkinin yüzüne vurdu. O dönem için kabul edilemeyecek bu hareketi gerçekleştirmekten vazgeçmedi. Öteki olarak görülen kadını, kendisinden başlayarak görünür kılmanın mücadelesini verdi. Çünkü Simone, kadının döl yatağından çok daha fazlası olduğunu biliyordu. O yüzden bunu anlatmaktan ve yazmaktan, erkeğin dünyası onu alıkoyamadı. Haliyle bugüne, tüm kadınlara dokundu Simone de Beauvoir. Ve tüm dayatmaları, içine düşülen kapanın varlığının nedenini tek bir cümleyle özetledi; kadın doğulmaz, kadın olunur!
Beauvoir, 9 Ocak 1908 yılında Paris’te dünyaya geldi. Gelenekselci bir aileye sahipti. Okuma yapmasına doğru düzgün izin verilmezken okudukları da hep sansürlendi. Fakat Simone, dayatma dolu hayatını kabul etmedi ve çok sürmeden sorgulamaya başladı. 108 yıl önce bugün dünyaya gelen Simone’un bu sorgulamaları, bugüne de ışık oldu.
Şöyle ki anılarını anlattığı Bir Genç Kızın Anıları kitabında Beauvoir: “Bir gün annemin bulaşıklarına yardım ediyordum. Annem tabakları yıkıyor, ben kuruluyordum. Mutfağın penceresinden, itfaiye barakaları ile başka evlerin mutfakları görünüyordu. Bu mutfaklarda da başka kadınlar, tavalar ovuyor, tencereleri parlatıyor, tabakları yıkıyor, sebze ayıklıyorlardı. Her gün öğle yemeği; akşam yemeği; her gün bulaşık; her gün temizlik; saatler boyu uzayan bir hiçlik; hiçlikten öte bir yere ulaşmayan bir sonsuzluk. Ben böyle yaşayabilecek miydim? […] Bir yandan tabakları dolaba yerleştirirken, ‘hayır’ dedim kendi kendime. Benim yaşantım, bir yerlere ulaşacak mutlak” derken çağın ötesine geçti aslında.
Konumunu sorgularken hem kendi çağına meydan okudu hem de bu çağın kadınlarına seslendi. Kadınlar, kendilerine dayatılandan kurtulup bir yerlere gelmeliydi mutlak! Eğitim hayatı matematik ve yazın eğitimiyle başlayan Beauvoir, daha sonra sorgulayıcılığını genişleten bir alana geçti, Sarbonne’da Felsefe eğitimi aldı. Erkeğin tarihi ona hiçbir zaman filozof demedi. Düşünür kelimesi erkeğe ait görüldüğü için de o, hiçbir anlatıda bu şekilde yer almadı. Dahası her biyografide sanki onsuz bir hiçmiş gibi, Sartre’dan bağımsız anlatılmadı. Oysa feminist bir düşünür ve varoluşçu felsefeyi edebiyatta sürdürürken feminist yaklaşımını da bu şekilde yorumlayan Beauvoir, düşünsel alana birçok katkıda bulundu. Fakat düşünsel katkılarını kadınların hayatlarına yapmasından dolayı olacak ki düşünür denildiğinde adı sayılmadı.
Beauvoir, varoluşçu felsefedeki ben-öteki ilişkisini, kadın-erkek ilişkisine uyarlamaya çalıştı. Bu noktada varoluşçu feminist teorinin üreticisi oldu, çalışmalarıyla da bu alanı oldukça genişletti. İkinci Cins kitabındaki: “İnsanlık erildir ve erkek kadını kendisi için değil, erkeğe göre tanımlar; kadın özerk bir varlık olarak görülmez… Erkek kadına referansla değil, kadın erkeğe referansla tanımlanır ve farklılaştırılır. Kadın rastlantısal olandır, özsel olana karşıt özsel olmayandır. Erkek öznedir (ben), mutlak olandır, kadın ise öteki cins’tir” ifadesi de bu bağlantıyı kurmasının bir ürünüydü. Yaklaşım olarak da yanlış değildi, erkek, kadını kendisi için değil, erkeğe göre tanımlamaktaydı.
Kadın tek başına bir varlık oluşturmamaktaydı, onun yaşamını sürdürmesi bir erkekle mümkündü. İkinci Cins çalışmasında açıkladığı kadının öteki cins olma durumunda kadının katkısını açıklarken ona yıllarca dayatılanın, içselleştirmesi istenilenin payını da vurguladı. Bu noktada kadının konumunun onun suçu olduğunu düşünenlere de en güzel cevabı çalışmasında verdi. “Kadını götürüp mutfağa ya da süslenme odasına kapatıyor, sonra da ufkunun darlığına şaşıyoruz; kanatlarını kesiyoruz, sonra uçamıyor diye yakınıyoruz” sözü ile Beauvoir, kadının kabullenilmişliğini eleştirenlere arka planı hatırlattı.
Düşünürün, neredeyse tüm biyografilerinde ise üçüncü cümleden sonrası Sartre ile ilişkisi olmuştur. Elbette ki bu ilişki hayatının büyük bir kısmında etkilidir. Fakat neden Sartre’ın hayatı anlatılırken bir cümle ile aktarılan bu ilişki, Beauvoir da biyografisinin tamamını oluşturmaktadır? O yüzden Beauvoir eserlerinin, alana katkı sağlayan çalışmalarının görmezden gelinip haksızlığa uğramaması adına bu ilişkiye sayfalarca yer vermek çok doğru değildir. Zira Beauvor’ı Beauvor yapan Sartre değil, Konuk Kız, Başkalarının Kanı, Belirsizlik Ahlakı Üzerine, Bir Genç Kızın Anıları, Sade’i Yakmalı mı? Kim Ölecek? Mandarinler gibi kaleme aldığı eserlerdir.
Hayatı boyunca yoğun, verimli bir çalışma geçiren Beauvoir, 1983 yılında Avrupa kültürüne katkı sağlayanlara verilen Sonning Ödülünü aldı. Kalemi ise son ana kadar elinden düşürmedi. 14 Nisan 1986 yılında yaşamını yitirdi. O nasıl kalemi elden bırakmayıp sonuna kadar ürettiyse, bugüne kadar etkisi de aynı yoğunlukta oldu. Her ne kadar filozof ya da düşünür tanımı, bir kadın olduğu için ismiyle yan yana kullanılmasa da onun fikirleri, halen geçerli ve aydınlatıcı.