Suriye’de yağmur mevsimi kasım ayında başlar ve nisan ayında sona erer. Ülkedeki çiftliklerin sadece üçte birinin sulama sistemi mevcuttur. Geriye kalanlar ise mevsimin onlar için ne sunduğuna bağımlı olarak faaliyetlerine yön verir ki en iyi zamanlarda bile bu, o kadar fazla değildir. Suriye‘de en fazla miktarda buğday, Hasiçi şehrinin kuzeydoğusunda yetiştirilir. Hasiçi şehri yılda ortalama 11 inç (27,94 santimetre) yağış alır. Bu miktar New York’un İşçi Bayramı ve Şükran Günü arasında aldığı yağış miktarına -büyük olasılıkla- tekabül etmektedir.
2007 yılının kış mevsiminde yağmur sezonu gerçek anlamıyla hiç başlamadı bile. Bir sonraki yıl daha da kötüydü, zira ülke kayıtlarına geçmiş en kuru kışını yaşadı. Buğday üretimi başarısızlıkla sonuçlandı, birçok küçük çiftçi sürüsünü kaybetti ve temel malların fiyatları iki katına -hatta yer yer daha fazlasına- çıktı. 2008 yılının yaz mevsiminde, sızdırılan bir diplomatik telgrafa göre, Suriye Tarım Bakanı; hem ekonomik hem de sosyal çerçevede kuraklık sonuçlarının bir ülke olarak baş edebilecekleri kapasitenin üzerinde yer aldığını Birleşmiş Milletler’den gelen yetkililere belirtti.
Bununla birlikte Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) Suriye temsilcisi, gelişmelerin ülkenin istikrarı için zarar verici olduğunu ve “kusursuz bir fırtına”ya katkıda bulunduğunu ifade ederek Amerikalı yetkilileri uyardı ve yardım talep etti. Ancak sızan diplomatik telgrafa göre, bu ricaya ilişkin olarak ABD’li yetkililer herhangi bir girişimde bulunmadı. Kuraklık bir sonraki kış mevsimi ve onu takip eden kış mevsimi boyunca sürdü. Neticede yüz binlerce insan kırsal alanları terk etti ve Humus, Şam, Halep gibi şehirlere taşındı. Bu şehirlerde, en az onlar kadar umutsuz olan ve sayıları bir milyonu aşan Iraklı mültecilere katıldılar.
Suriye’deki iç savaşa giden süreçte önemli role sahip olayların, olguların ve aktörlerin bir listesini yaptığımızda kuraklığın ya da bu durumun meydana getirdiği istikrar bozucu sonuçların -gıda ürünlerinin fiyatlarındaki sivrilmeler, yaşanan iç göçler, halihazırda zaten kalabalık olan şehirlerin daha da kalabalıklaşması gibi- listenin ne kadar başında yer alacağını kesin olarak bilmenin zorlayıcı olacağını belirtebiliriz. Kuşkusuz, kuraklık ve bu bağlamdaki istikrar bozucu sonuçlar bahse konu bu listede Esad rejimi gaddarlığının -derece olarak- aşağısında sıralanmalıdır. Dışişleri Bakanı John Kerry’nin geçenlerde iklim değişikliği ve ulusal güvenlik konusunda yaptığı konuşmada ifade ettiği gibi savaşın kuraklıktan -dört yıllık bir süre doğrultusunda- daha evvelden gerçekleşmesi büyük olasılıkla tesadüf değildir. Bilindiği gibi Kerry ayrıca şöyle bir gözlemini de paylaşmıştı: “Dünya günümüzde -ekonomik, askeri, teknolojik ve daha akla getirilebilecek birçok alanda- artık bu kadar olağanüstü derecede bütünleşik, bağlantılı, bir hale geldi ki herhangi bir bölgedeki istikrarsızlık diğer tüm bölgelerdeki istikrar için ciddi bir tehdit oluşturabiliyor.” Bu noktada, açıkça, iç savaş sürecindeki kaostan yükselen ve beslenen IŞİD ima ediliyor. Ayrıca belirtmekte yarar var, Kerry bu açıklamaları yaptıktan üç gün sonra Paris’te ağır bir terör saldırısı gerçekleşti.
Terör saldırısında hayatlarını yitiren bireyler için resimler, çiçekler ve mumlar ile birlikte Place de la Republique meydanındaki anma ziyaretleri gitgide daha da fazla yapılırken dünya liderleri, iklim değişikliği meselesi için Paris’te bir araya geldi. Güvenlik kaygıları nedeniyle Fransız hükûmeti, bahse konu görüşmeler çerçevesinde planlanmış birçok etkinliği iptal etme kararı aldı. Bu karara yaklaşık 200 bin insanı çekmesi beklenen miting de dahildi. Hükümet ayrıca müzakere süreci işlerken olası bir kimyasal saldırı ihtimalini de dikkate alarak şehrin su kaynağına sensörler yerleştirdi. Reuters’a göre bu sensörler aracılığıyla basınç, klor seviyeleri, sıcaklık ve iletkenlik ölçümü gözlemlenecek. Su kaynağında herhangi bir kirlenmenin olması halinde parametreler sinyal verecek.
Resmi olarak; Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ninı 21. Taraflar Konferans (BM dilinde; COP21), dünya liderlerini iklim değişikliği konusunda uzlaşıya varılması için bir araya getiriyor. Önceki COP21 toplantıları çoğunlukla başarısızlık ile sonuçlandığı için COP21 yeni bir yaklaşımı denemeye çalışıyor. Bu doğrultuda her ülkeden, sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik ulusal bir eylem planı sunması bekleniyor. Bütün bu raporların ileriki aşamada daha geniş bir çerçeveye dahil edilmeleri tasarlanıyor. Bu makalenin yazıldığı tarih itibariyle 175 ülke hedeflerini BM’ye sundu. ABD 2005’e göre emisyon miktarını yüzde 26 oranında azaltmayı vaat etti. Avrupa Birliği 1990’daki salınıma göre emisyon miktarını yüzde 40 kadar kısıtlayacağını ifade etti. Çin, karbon salım artışını 2030 yılı itibariyle zirve yapıp net olarak azaltacağını taahhüt etti.
Buradaki “senin kendi planın” yaklaşımı, işlerin çıkmaza girmesi ihtimalini azaltsa bile bazı temel nitelikli ve uzlaşma sürecini ortadan kaldırma potansiyeline sahip sorunların, bu hafta itibariyle müzakereciler tarafından ele alınması gerektiği gerçeğini değiştirmiyor. Özellikle tasarlanmış planların yetersiz kalması şeklindeki bazı durumlar için alternatif ve uygun yaklaşımların belirlenmiş olması çok önemli. Zira birçok bağımsız çalışma gösterdi ki her ülke hedeflerini, niyetlerini gerçekleştirebilse bile küresel ısınma bu yüzyıl sonunda 2 derece hedefini aşacak (3.6 Fahrenheit derece). Hatırlatalım ki bu limit, dünya liderlerinin beş yıl önce yine Paris’te aşılmaması -geçilmemesi- için oyladıkları değerdi.
Bir diğer çözümsüz konu ise para. Gelişmekte olan ülkeler -en azından şimdiye kadar iklim değişikliği meselesine görece daha az katkıda bulundular- birçok durumda muhtemelen bu çözülememiş konunun en kötü, acı etkilerine maruz kaldı. Bu ülkelere, kolektif olarak, deniz seviyesinin yükselmesi ve daha temiz enerji sistemlerinin benimsenmesi gibi sorunlar ile baş edebilmeleri için yılda 100 milyar dolar vaat edilmişti. Ancak bu miktarın sadece bir kısmı gündeme taşındı. Obama yönetimi 3 milyar dolar için söz verse de Senato’daki Cumhuriyetçiler olası bir ABD katkısını engellemek yönünde oy kullandı. Obama yönetiminin 3 milyar dolarlık girişimi; Paris’teki müzakerelerin uzaktan da olsa baltalanabilmesi şeklinde de yorumlandı. Cumhuriyetçiler’den John Barrasso, Politico’ya şöyle bir demeç verdi: “Başkan’ın Paris’te yapabileceği bir anlaşma sebebi ile bozdurabilecekleri bir çek elde edebileceklerini düşünen bahse konu bu ülkelerin, çeklerini henüz bozdurmamaları gerektiğinin bilincinde olduklarından emin olmak istiyoruz.”
Tüm bunlar bizi yeniden Suriye’ye getiriyor. Loyola Marymount Üniversitesi ve Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’ndeki araştırmacıların yakın zamanda gerçekleştirdikleri bir çalışma gösteriyor ki şiddeti azalmadan devam eden küresel ısınma, Basra Körfezi’ndeki şehirleri – Abu Dabi, Dubai ve Dahran gibi- onlarca yıl içerisinde fiilen yaşanılması imkansız yerleşim birimlerine çevirebilir. Bu doğrultuda araştırmacılar durumu şöyle ifade ediyor: “Güneybatı Asya’daki birçok yerleşimin tanık olacağı gelecekteki muhtemel iklim değişikliği için Kızıldeniz’in Afrika tarafındaki -kalıcı insan yerleşimlerinden yoksun- Kuzey Afar çölünü örnek göstermek, yapılabilecek makul ve yerinde bir benzetmedir.”
İklim değişikliği ile ilgili yapılabilecek en güçlü tahminlerden birisi, milyonlarca -belki de onlarca ya da yüz milyonlarca- insanın yeni ev, yaşam alanı arayışında olacağı yönündedir. Artık “olağanüstü derecede birbiri ile bağlantılı, bütünleşik hale” gelmiş dünyada felaketler, afetler nasıl kordon altına alınabilir ki? Yüzyılın ortalarına artık çok uzak değiliz ve bu bağlamda zaman geçtikçe Suriye mülteci krizi daha rutin bir hal almaya doğru evrilecek gibi görünüyor. Federal bütçe ile oyun oynamaktan ziyade güvenlik olgusu odaklı fikirleriyle Cumhuriyetçilerin, Paris’in başardıklarını temin edebilmek için yapabilecekleri her şeyi yapmaları gerekiyor.
Kaynak: The New Yorker, Reuters