Kentleşme oranının gittikçe yükseldiği ve nüfus artışıyla birlikte gıda ihtiyacının da arttığı bir dünyada yaşıyoruz. Fakat gri binalardan ve çekici ambalajlarla süslenen yapay gıdalardan uzakta, yeşillerin içindeki doğal hayat ve ürünler bizi bekliyor. Yapmamız gereken tek şey doğa anayı ve ona saygı duyarak çalışanların izini takip etmek.
Günümüzde sanayileşme ve teknoloji hız kesmeden gelişmeye devam etmektedir. Diğer yandan ise bu gelişmelerin çevreye ve sağlığa verdiği zararlar görmezden gelinemez seviyededir. Bu konuda hem bireysel hem de dünya çapında alınan önlemlerden biri de ekolojik üretim ve organik gıdaya olan yönelim olmuştur.
Ekolojik tarıma –diğer bir deyişle biyolojik veya organik tarım- kavramsal açıdan baktığımızda; doğal döngülere ve canlı yaşamına karşı duyarlı, zararlı etkileri kanıtlanmış sentetik kimyasal ilaç, hormon ve gübrelerin kullanılmadığı, toprak verimliliğinde devamlılığı doğal yöntemlerle sağlayan bir sistemden bahsediyoruz. Üstelik bu sistem sadece gıdaların yetiştirilme sürecini değil; işletme, paketlenme, depolanma ve pazarlama süreci dahil olmak üzere tüm süreci kapsayacak şekilde işliyor.
Peki, ekolojik tarıma geçişin arka planında yatan sebepler neler?
Bu soruya çeşitli açılardan cevap vermek mümkün. Öncelikle gelişmiş ülkeler bazında ele alırsak, sanayileşmesini erken tamamlayan hem Avrupa ülkeleri hem de Amerika yüksek nüfus artışı ve gıda talebine çözüm olarak görülen kimyasal gübre ve ilaçların çevreye ve insan sağlığına verdiği zararın fakına vardılar. Bu farkındalık hem üretici hem de tüketici tarafından daha sağlıklı, yaşadığımız çevreye zarar vermeyen ürünlere olan talebi arttırdı.
Tarihi sürece bakarsak, geçmişte kullanılan kimyasal maddelerin ilk etkilerinin bu ilaçların yine ilk kullanıcıları olan gelişmiş ülkelerde gözlemlendiğini görürüz. 1980’lerde kanser, hormonel dengesizlikler, üreme ve doğum bozuklukları, beyin sinir ve bağışıklık sisteminde hasar gibi sağlık sorunlarının artmasında modern tarım olarak isimlendirebileceğimiz konvansiyonel tarımda uygulanan işlemlerin etkili olduğu kanıtlanmıştır. Bu gelişme, gıdaya olan talebin karşılanmasında farklı çözüm yolları araştırılması ihtiyacını doğurmuştur. Üretimi arttırmak amacıyla kullanılan kimyasal ilaçlar ve çevreye zararlı teknolojik araçların uzun vadede toprağın verimliliğini düşürdüğünü de göz önüne alırsak, ekolojik tarım bu konuda sürdürülebilir ve doğaya karşı duyarlı çözüm yollarının çıkış noktası oldu.
Ekolojik tarıma dayalı üretim öncelikli olarak aile işletmelerinde başlamış olsa da Avrupa Birliği (AB), Birleşmiş Milletler Tarım-Gıda Örgütü (FAO), Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Uluslararası Doğa Koruma Birliği (IUCN) gibi büyük ölçekli kuruluşların çalışmalarıyla birlikte ticaret boyutunu kazanmıştır.
Türkiye’de ise bu konudaki ilk girişimler ekonomik merkezli olarak başladı. İhracat amaçlı yapılan ekolojik tarım, 2000’lerde ürünlerin yerel tüketiciye ulaşmasıyla birlikte farklı bir sürece girdi. Raflarda yer alan organik ürünler tüketicinin bilinçlenmesine katkı sağlarken bilinçlenen tüketici de talebin artmasına olanak sağladı. Günümüzde ise AB Uyum Yasası ile birlikte ilgili bakanlıkların desteği ile projeler tasarlanmakta ve yürütülmekte.
1992 yılında kurulan Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği (ETO) ve 2002 yılında kurumsallaşan Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği ekolojik tarımın ülkemizde organize ve bilinçli şekilde gelişmesine önayak olmuştur.
Türkiye’de, 2003 yılında 25 ekolojik çiftliklikle başlayan Tatuta Projesi (Ekolojik Çiftliklerde Tarım Turizm ve Gönüllü Bilgi ve Tecrübe Takası), Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin yurt içi ve yurt dışından aldığı destek ve tanıtımlarla bugün 80 çiftlikle beraber gelişmeye devam ediyor. Tatuta Projesi daha çok alternatif turizm ve tatil amaçlı olarak ele alınsa da Türkiye’de ekolojik tarımla geçinen çiftçi ailelerine mali, gönüllü iş gücü ve/veya bilgi desteği sağlayarak ekolojik artımı teşvik etmeyi hedefliyor. Yurt içinden birçok misafir ağırlayan bu çiftlikler, Uluslararası WWOOF Organizasyonu’nun tanıtımıyla yurt dışından da duyarlı bireylere kapılarını açıyor. Belirli bir ücretle kayıt yaptırdıktan sonra bir yıl boyunca isterseniz gönüllü çalışma karşılığı barınma ücreti ödemeksizin, isterseniz barınma ücretini ödeyerek konuk olarak katılabilir ve tatil yaparak çevre ile üretim aşamalarında bilgi edinebilirsiniz.
Kültürlerarası etkileşime, üretici ve tüketici arasındaki ilişkini şeffaflaşmasına, ekolojik konuda duyarlılığın artmasına katkıda bulunan bu çiftliklere göstereceğimiz destek, kente uzaklıklık ve finansal zorluklarla da kısıtlanan ürün çeşitliliğinin artması için büyük önem taşıyor.
Günümüzde çok daha sık rastladığımız ekolojik çiftlikler ve gıdalar bu konuda ne kadar güvenilir?
Bugün artık organik pazarlar ve tamamıyla organik gıdaya odaklanmış marketlerle sık sık karşılaşıyoruz. Fakat dikkat etmemiz gereken bu gıdaların ne derece ekolojik tarım standartlarına uygun olarak yetiştirildiği. Öncelikli olarak ekolojik gıdanın biz tüketicilere ulaşana kadar geçtiği her aşamada denetlendiğini unutmamalıyız. Ekolojik üretim yapan bir çiftçi ürünlerini gerekli koşullarda doğaya uyumlu ve sağlığa zararsız olarak üretmek zorundadır. Çiftçi ve işletme ancak bu gibi şartların sağlanmasıyla “ekolojik tarım” sertifikasına sahip olabiliyor. Ayrıca üretilen organik gıdalar, paketlerinde organik tarım logosuna sahip olmak zorundadır. Türkiye’de bu logolar, Organik Tarım Türkiye Cumhuriyeti Logosu ve üretim yapılan işletmeyi denetlemek ve sertifikasyonla görevli kuruluşların logosu olmak üzere iki adet. Böylece sağlıklı beslenmek ve doğaya minimum zararla yaşamayı tercih eden bireyler alacağı ürünlerin güvenilirliğini de sağlayabiliyor.
Küresel ısınmanın riskli seviyelere ulaştığı zamanımızda ekolojik tarıma ve organik gıda tüketimine destek olmak için bir sebebimiz daha var: iklim değişikliğini önlemedeki rolü! Sertifika alımı; petrol gibi ekolojiye zararlı olan enerji kaynaklarının ve su gibi doğal kaynakların minimum düzeyde kullanılmasını şart koşuyor. Bu sayede ekolojik tarım konvansiyonel tarıma kıyasla çok daha az enerji tüketiyor. Verimliliğin devamlılığı ve zararların önlenmesi doğal yollarla gerçekleştirildiği için sera gazı ve karbon salınımı ise büyük oranda azaltılmış oluyor.
Ekolojik tarım, çiftliklerin ziyareti için kapılarını açıyor ve sağlıklı ürünler sofralarımızı süslemek için bizi bekliyor. Hayatımıza giren kimyasallardan ve etrafımızı saran binalardan bolca şikayet ettiğimiz 2000li yıllarında yaşayan bizlerin ekolojik tarımın sürdürülebilmesi için yapabileceği çok şey varken neden duralım?
Başlık Fotoğrafı: EFA Water Stewardship Project