7 Kasım 1867 Polonya’da doğduğunda Maria Salomea Sklodowska adını alan fakat dünyaca Marie Curie ismiyle tanınan fizik ve kimya biliminin mucize kadınına biraz daha yakından bakalım mı? Belki haberdarsınız mucizelerinden fakat belki de bu yazıyı gözlerinizle takip ederken, geçmiş zamandan soluksuz haber alırsınız. Bir nevi zaman makinesi olurum belki sizin için… Başlayalım mı?
Marie Curie’nin babası lisede fizik ve matematik öğretmenliği yaparken, annesi yatılı kız yurdu müdürüydü. Ülkedeki eğitim sistemine göre kadınlar üniversiteye gidemiyor ya da teknik eğitim alamıyorlardı. Bunun için yurt dışına çıkmaları gerekmekteydi. Marie ve kız kardeşi Bronya çalışarak para biriktirdiler. Bronya yurt dışına çıkıp tıp eğitimi almaya başlarken, Marie de eğitimini tamamlayabilmesi için parasal desteğini sürdürdü. Bronya eğitimini tamamladıktan sonra Marie’ye fizik ve matematik eğitimi alması için destek olma sırası kendisine gelmiştir. 1893 yılında girdiği fizik bilimleri lisans eğitimini tamamlayarak diplomasını almış, sonrasında 1894 yılında matematik diplomasını almıştır. Bir sonraki hedefi olarak belirlediği öğretmenlik diplomasını 1896 yılında alır.
1894 yılında iki bilim insanı ile ortak çalışma sonucunda piezoelektriği keşfeden, Endüstriyel Fizik Kimya Okulu laboratuvarına başkanlık yapan Pierre Curie ile tanışmışlar ve 1895 yılında evlenmişlerdir. Marie’nin isminin arkasına Curie soyadı böylece gelmiştir.
Henri Becquerel’in X ışınlarıyla ilgili çalışması için uranyum tuzu kullanmıştır. Elindeki nesneyi ışık geçirmeyecek şekilde sarmış, üzerine uranyum tuzunu koyarak ışıkla uyarılması için güneşe bırakmıştır. Belli bir zaman sonra baktığında ışık alması imkansız nesnenin kararmış olduğunu görür. Uranyum tuzu kağıdı geçebilecek bir ışın yaymıştır. Tekrar deneyi denemek istese de hava muhalefeti buna izin vermez ve günlerce siyah folyoya sarılmış film üstünde uranyum tuzu konmuş şekilde beklemiştir. Bekleyen filmi banyo eden ve uranyumun güneş ışığına ya da herhangi bir ışığa maruz kalmadığı halde iz bıraktığınla karşılaşan Becquerel, bunu görünmez bir ışın olarak tanımladı. 1886 yılında okuduğu bir makaleyle Becquerel deneyini duyurmuş ve Becquerel ışınları olarak adlandırılmıştır. Nükleer fiziğe merhaba diyebiliriz…
Ve başlayalım Marie devreye girer… Işınlar üzerinde detaylı araştırmalara, uranyumda bulundan ışığın başka elementlerde bulunup bulunmadığını incelemeye başlar. Ve Toryum’unda bu ışınların yayıldığını keşfeder. Ve bu noktadan sonra eşi Pierre Curie’de Marie’ye yardım etmeye başlar. Uranyum filizini süzmeye çalışmaya başlayan ikili öncelikle az miktarda Bizmut buldu. Süzme işlemine devam ettiler ve 1889 yılında Uranyumun radyoaktif bozulmasından ortaya çıkan ve ismini Marie’nin vatanı olan Polonya’dan esinlenerek koydukları Polonyum elementini bulduklarını duyurdular. Fakat Polonyum elementinin çıkarılmasından sonraki posa daha güçlüydü. Bu noktadan sonra süzme ve arındırma işine devam ettiklerinde aynı yıl Radyum elementini bulduklarını duyururlar. Daha sonra ışınları da radyoaktivite ışınları olarak adlandırırlar. Bu konuda yapmış olduğu çalışmalar ve buluşları nedeniyle radyoaktivite birimine Curie denilmektedir. Radyoloji bilimine merhaba diyebiliriz..
Kendi ülkesindeki kadınlara üniversite ve teknik eğitim hakkı verilmeyen ülkesinden eğitim için çıkan bu kadının başarılarına keşiflerine dikkat kesiliniz.. Sonrası mı? Şöyle..
Kızlar okulunda fizik öğretmenliği yapan Marie, 1903 yılında Avrupa’da bilim doktorasını vermiştir ve doktora unvanını alan ilk kadındır.
1903 yılında Marie Curie radyoaktivite konusunda yapmış olduğu çalışmaları nedeniyle Pierre Curie ve Henri Becquerel ile Fizik dalında Nobel ödülünü paylaşmıştır. Tarihte bu ödülü alan ilk kadındır.
1904 yılında Pierre Curie’nin Sorbonne’da öğretmenlik yaptığı ve yönettiği laboratuvara asistan olarak atanmıştır. 1906 yılında eşi Pierre Curie at arabasının çarpması sonucu vefat etmiştir. 1906 yılında eşinin yerine geçerek Sorbonne’de öğretmenlik yapan ilk kadın olmuştur. 1908 yılında gelindiğine aynı üniversitede profesörlük unvanını almıştır ve bu unvanı alan ilk kadın olmuştur. 1910 yılında radyoaktivite ile ilgili temel tezi yayımlanmıştır.
1911 yılında radyoaktivite çalışmaları, saf radyum izolasyonu, Polonyum ve Radyum elementlerinin bulunmasıyla Kimya dalında Nobel ödülüne layık görülmüştür. Günümüzde iki Nobel ödülüne sahip tek kadındır. Yine aynı sene Belçika’da gerçekleşen Dünya’nın en saygın fizikçi ve kimyacılarının bir araya geldiği Solvay Konferansına katılan ilk kadın olmuştur.
1914 yılına geldiğimizde Dünya savaşı karşılar birçok toplumu.. Marie Curie cephedeki cerrahlara yardım etmek için bilimi kullanır. X ışını teknolojisini geliştirerek, makineleri Reanult Otomobilini seyyar bir radyolojik üniteye dönüştürür. Daha sonra bu araçlar “Petites Curies” adıyla anılırlar. Savaş ortamında nasıl kullanılacağı ile ilgili eğitimler verir. Böylece Cephedeki doktorlar mermi şarapnel yerlerini ve farklı sorunları daha kolay görebildiler. Sayısız askerin bu teknolojiden yararlanmıştır. Günümüzde de hala yararlanmaktayız.
1920 yıllarında Radyum Enstitüsü’nün kurulmasında önemli rol alır. Birçok ülkede ders verdi. 1934 yılında yüksek radyasyona bağlı lösemi nedeniyle hayatını kaybeder. Bedenen yeryüzünden ayrılan Marie aramızda ışık saçmaya devam etmektedir. Nasıl mı?
Marie Curie günümüze nükleer fizik temellerini atan keşiflerinden, Radyoloji bilimine kadar birçok miras bırakmıştır. Bir de çalışmalarını içeren defterlerini… Defterleri halen o kadar yüksek radyoaktiviteye sahiptir ki kurşun kaplı bölmelerde saklanmaktadır ve korumasız incelenememektedir. Bu defterlerin 3511 yılına kadar radyoaktif olacağı tahmin edilmektedir. Marie Curie’nin defterleri şu an bizim için, geceleri ışık saçan radyoaktif maddeleri kendisinin anlatımıyla:
‘‘Ürkek bir perinin ışığı gibi..’’