Le Fantôme de l’Opéra (Operadaki Hayalet), Gaston Leroux tarafından yazılmış ve 23 Eylül 1909’dan 8 Ocak 1910’a kadar Le Gaulois adlı bir edebiyat dergisinde yayınlanmış bir romandır. Ancak, bu dönemde eserin değeri ihmal edilmiştir.
Eser Andrew Lloyd Weber, Charles Hart ve Richard Stilgoe’nun 1988’de yedi Tony Ödülü alan uyarlanması ile en şanlı günlerini yaşamaya başlamıştır. Andrew Lloyd Weber, romantik bir müzikal konusundaki yeni bir fikirle ilgili olarak 1984’te Cats‘in prodüktörü ile bağlantı kurmuştur. Yaratıcı ikili, 1925 Lon Chaney ve 1945 Claude Rains sinema versiyonlarının yapımlarını izleseler de bu harika sanat eserini bir müzikal haline getirmek için uygun bir yol bulamamışlardır. Daha sonraları Andrew Lloyd Weber, Gaston Leroux’nun kitabının orijinal ve uzun sürümünün ikinci el bir kopyasını bulmuştur.
Maskenin sakladıkları
Maske eserin en büyük simgesi olmuştur. Erik’in maskesi, karakterin en büyük ipucudur. Erik, Fransa’da Sembolizm dönemini temsil etmektedir. Yüzyıllarca kurutulmuş bir kafatasına benzeyen; buruşuk, ipeksi, batık gözlü, yüzü sararmış görüntüsü çaresizliği ve aşka olan açlığı gizler. Çirkin bir fiziksel varoluş hali, kontrol edilemez bir duygu selini taşır.
Çirkin’in aşkı, romantizm dönemi liderlerinden Victor Hugo’nun en ünlü eserlerinden biriyle başladı denebilir; Notre-Dame de Paris. Eserlerin benzerlikleri ve farklılıkları ele alındığında; Operadaki Hayalet, romantizm ile sembolizm arasındaki köprü olarak değerlendirilebilir.
Hikâye Erik, Christine Daaé ve Vicomte Raoul de Chagny üzerinden ilerler.
Hikâyenin başlarında Erik, çirkinliğinden dolayı anne ve babası tarafından bırakıldıktan sonra erken yaşlarında eğlence unsuru olarak bir sirkte kullanılmıştır. Ardından Madam Giry ile tanışıp kaçmış ve Opera Binası’nın altındaki gizli odalarda yaşamaya başlamıştır. Yıllar boyunca Erik kendini Hayalet’e evirir; borulardan akan müzikle ve Madame Giry’nin yardımıyla kendini müzikte eğitir.
Daha sonraları Hayalet, Christine ile tanışır. Christine, genç bir kızın naif, yetenekli ve narin bir portresini temsil etmektedir. Karakterin kendi güçlü arka planı ve derinlikleri olsa da, ilk perdedeki iki boyutlu algısını kırmakta zorlanmıştır. Hayalet ve Christine arasındaki ilişki, köklerini ihtiyaç ve saplantı arasında bırakmaktadır.
Christine’in babası vefat etmeden hemen önce ona Müzik Meleği’ni kendisine göndereceğini söylemiştir ve Hayalet’in gelişi, Faust’a gelen Şeytan’ın bir yansıması gibidir. Kendisini müziğin meleği olarak addeder ve Christine’i eğitmeye başlar.
(Andrew Lloyd Weber’in, Sarah Brightman’ı müziğin meleği olarak görmesindeki ironi hala gizliliğini korumaktadır.)
Hayalet, müziğin inceliklerini ve sihirlerini Christine’e öğrettiğinde ve zaman geldiğinde; onu entrika ve tehdit yordamıyla Prima Donna yapmıştır. Christine’in Hayalet’in karakterinin karanlık yönlerini fark etmesi uzun zaman almıştır.
Dönüm noktası
Christine sahnede bir yıldız gibi parlarken, çocukluk arkadaşı ve ilk aşkı Raoul çıkagelir. Hayalet ve Raoul arasındaki yarış böylece başlamaktadır. Hikaye geliştikçe yarış tehlikeli bir hal alır; Hayalet göz kırpmadan can almaya başlarken, Raoul Disney dünyasından kopup gelmiş bir prens gibi parlatılmıştır. Christine ile Disney prensesi arasındaki benzerlik de yadsınamaz dereceye varmaktadır. Hayalet’den korkmaya başlayan Christine, Raoul ile kaçmak istemektedir ancak bunun tek yolu Hayalet’in elimine edilmesidir. Geri dönüş noktası yok parçası ile oyun zirveye ulaşmaktadır. Christine, Opera’nın yöneticileri ve Raoul Hayalet’e bir tuzak hazırlarlar. Christine sahneye çıkıp şarkı söylemeye başlarken, Hayalet belirir ve ona eşlik eder. Şarkının sonunda Christine maskeyi çıkarır ve Hayalet’in çirkinliğini ortaya koyar.
Hayalet, avizeyi tutan ipleri keser ve Christine’i yeraltındaki odasına götürür. Raoul ikiliyi takip eder ancak bu sefer Hayalet’in tuzağına düşer. Christine son olarak Hayalet’i ikna eder ve genç âşıklar kaçarlar.
Sydmonton’dan Broadway’e…
İlk perde Sydmonton‘da sahnelendi (Andrew Lloyd Weber’in evi). Performans daha sonra 1986’da West End‘de sahnelendi ve 1988’de Broadway‘de yer aldı. Ekipte müzikal tiyatronun en büyük yıldızlarından olan Sarah Brightman, Colm Wilkinson (Daha sonra yerini Michael Crawford almıştır) ve Steve Barton yer alır. Maria Björnson, “Masquerade” (Maskeler) parçasındaki elbiseleri de içeren 200’den fazla kostüm seti tasarlamıştır. Avize, yeraltı gondolu ve dönen merdivenler gibi set tasarımları ona birçok ödül kazandırmıştır. Cabaret, Candide, Follies ve yine Andrew Lloyd Webber’ın Evita eserini yöneten Hal Prince, prodüksiyonun yönetmenliğini yaparken, Cats’in yardımcı yönetmeni ve koreografı olan Gillian Lynne, bütün müzikal sahneleme ve koreografi işini sağlamıştır.
Aşk Asla Ölmez
Hikâye Love Never Dies (Aşk Asla Ölmez) yapımı ile devam etmiştir. Birçok denemeye rağmen şovun Broadway sahnelerine çıkma şansı henüz olmamıştır. Ancak eser, West End de dâhil olmak üzere dünyanın birçok noktasında sahnelenmiştir. Operadaki Hayalet ile Aşk Asla Ölmez arasındaki en büyük fark, gerçekçilik ve gotik etkilerin hem olayları hem de karakterleri etkilediği yönler olarak gösterilebilir. Andrew Lloyd Weber’in müziğinin romantizmi, Ben Elton ve Glen Slater‘ın delice ve büyüleyici kitabı ile polimerleşmektedir.
Andrew Lloyd Weber’in belirttiği gibi, “Aşk Asla Ölmez’i anlamak için Operadaki Hayalet’i izlemeniz gerektiğini düşünmüyorum. Gerçekten düşünmüyorum. Ancak art arda izleyecek olursanız, hikâyenin nereye gittiğini kapsamlı olarak anlayacaksınız.”
Bu sıra dışı sanat eseri, müzik tiyatrosu dünyasındaki yerini hakkıyla edinmiştir. Benim görüşüm ise; Operadaki Hayalet’in kesinlikle görülmesinden, hatta Aşk Asla Ölmez ile devam edilmesinden yanadır.
Gecenin müziğinin zevkine varmanız dileğiyle.