1964 yılında vizyona giren ve başrollerini Ajda Pekkan, Erol Taş, Sadri Alışık gibi büyük üstatların paylaştığı filmde geçen sözün aslında hayatımızda ne denli mühim bir yere sahip olduğunu kaçımız tahmin edebilirdik? Veya şu anda dahi kaçımız biliyoruz?
Filmin bir sahnesinde Sadri Alışık dertli bir vaziyette sokak köşesinde oturmuş ve karşısındaki sokak köpeğine hitaben; “Arkadaş, gidecek yerim yok arkadaş. İnsanlar parası olmayanı adam yerine koymuyorlar. Benim senden farkım ne? Senin de paran yok benim de. İkimiz de serseriyiz. Ne demek serseri? Başıboş aklına eseni yapan, istediği yere giden ve kimseye bağlanmayan demek. Sen de ben de serseriyiz” diye iç geçirirken sokağın diğer tarafından gelen sarhoş bir adam, sokak köpeğine tekmeyi basar.
Sadri Alışık oturduğu yerden kalkıp “Özür dileyeceksin” diye adama söylense de adam özür dilemeden dönüp gitmeye çalışır fakat Sadri Alışık adamı tekmeleye tekmeleye sokak köpeğinin önüne getirerek özür dilemesini sağlar ve adamın arkasından da seslenir: “Bu dersi üniversite mektebinde bile öğrenemezdin. Sokak köpeklerine selam vermek, adam olmaya çeyrek var demektir.”
İşte bu sözü ilk duyduğumda, herhalde bundan en az on beş sene kadar öncedir, sokak köpeklerine ve sokak hayvanlarına karşı içimdeki saygı ve sevgi bambaşka bir hâl almıştı. Çoğu zaman kaçardık, korkardık. Evet, adettendir öyle gördük hep çocukluktan beri; kuru bir ekmek, bir tas su bile olsa verirdik her dem, lakin eksik olan bir şey vardı.
Sadri Alışık’ın filmde söylediği bu söz ile işte o eksik kısmı aslında tamamlamıştım. Çocuk yaşta sokak köpeklerine geçerken selam vermenin, ilerki yaşlarda gece geç saatlerde eve giderken yolunuza çıkan sokak köpeklerine selam vererek geçmenin bambaşka bir hissiyat ve sokak hayvanlarına karşı bambaşka bir saygı doğurduğunu fark ettim.
Tarihin çeşitli süreçleri içerisinde İnsan-ı Kamil adını verdikleri bilinci en açık, en düzgün karakter sahibi insan olma yolunda türlü dersler ve eğitimlere tabi tutulan insanların dahi göremeyeceği ve göstermekte zorlandığı bu mühim saygıyı yaşatan bir diğer kişi köpeğine şiir yazıp bunu ney taksimi ile taçlandıran Neyzen Tevfik’tir.
Malum Neyzen başına buyruk, dilediğini yapma ve özgürlüğüne pek düşkün, rind-meşreb bir adam. Der-saadet’te Sultan Hamid’in baskıcı hükümdarlığına karşın dayanamıyor basıyor firarı Mısır’a. Fakat orada da problemler yaşıyor ve zaptiyelerden kaçıyor. Yani sizin anlayacağınız firar içre firar. İş bu hâl olunca gündüzleri Kahire’de Bektaşi Tekkesi’ni kendine ev ediniyor, burada gizleniyor. Geceleri ise yatmaya gidiyor.
İşte Neyzen’in bu saklanarak geçirdiği günlerden birinde yanına bir sokak köpeği yaklaşır. Köpeğin ağzında büyükçe bir ekmek parçası vardır. Neyzen günlerdir çektiği açlığı bastırmak için köpeğin ağzından ekmeği çekerek alır ve yer. Yediği ekmeğin de yarısını bırakır köpeğe tekrar geri verir. “Köpek herhalde aramızda fark olmadığını bu hareketimle anladı ki ilk baştaki korku dolu ifadesini atlatıp ekmeğini yemeye devam etmişti” diye daha sonradan anlatır Neyzen. Bu enteresan anı ile başlayan dostluk aslında çok da garip bir arkadaşlığın temeli olmuş olacaktı.
Neyzen Tevfik paraya sıkıştığı zaman pazarda Mernuş ismini verdiği bu köpeğini satar, parasını alır karnını doyurur sonradan Mernuş tekrardan Neyzen’i buluverirmiş. Neyzen Tevfik bu durumu birkaç kez tekrarlar ve her seferinde Mernuş geri döner sahibi bulur. Neyzen Tevfik son olarak Mısır’dan İstanbul’a dönebilmek maksadıyla Mernuş’u satar. Aldığı para ile bilet parasını denkleştirir. Vapur kalkmak üzereyken Neyzen’in gözü iskelededir. Mernuş gecikmiştir. Tam o sırada ilerden Mernuş’un koşarak geldiğini görür Neyzen Tevfik ve Mernuş’u da yanına alarak İstanbul’a, “Burası kedilerin kervansarayıdır” dediği evine geri döner ve her nereye gitse Mernuş da O’na eşlik eder. Aşağıdaki şiiri Neyzen Tevfik, Mernuş’un ölümünden sonra yazmıştır;
Bu engin ayrılık canıma yetti,
Başımdan aşıyor kederim Mernuş,
Bu yolda yazılmış fermanı kaza,
Bunu da gösterdi kaderim Mernuş.
Bağlanmıştım bütün kalbimle sana,
Şu fani cihanı okuttun bana.
Sen göçtükten sonra ben yana yana
Hicranla gözyaşı dökerim Mernuş.
Bu yolda cahilim, bildiğim kısa,
Sen girdin toprağa ben düştüm yasa.
Haklı haksız hatırını kırdımsa
Affet günahımı beşerim Mernuş.
Neyzen Tevfik ve Sadri Alışık bu saygının varlığını en net gösteren şahsiyetlerden ikisidir. 17. Yüzyıl’da Jean du Mont, 1655 yılında Jean Thevonot, ünlü seyyah Edmond de Amicis ve Alman Mareşal Moltke dahi İstanbul’da ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde karşılaştıkları sokak köpeklerine olan hayret verici yakınlık ve saygıyı birçok kez dile getirmişlerdir.
Ta ki…
3 Haziran 1910 tarihinde İstanbul’da bulunan 80 bin sokak köpeği türlü işkenceler ile toplanarak Hayırsızada’da ölüme mahkûm edilirler.
Mark Twain “Hayatımda hiç bu kadar mahzun bakışlı sokak köpekleri görmemiştim” diyerek bu ölüme terk edilişi acı bir şekilde dile getirmiştir. Günler geçtikçe açlıktan ölmeye ve birbirlerine saldırmaya başlayan köpeklerin ulumaları ve haykırışları İstanbul’da sokaklar arasında duyulmaya başlanır. Gece yattıkları yataklardan Hayırsızada’da havlayan, uluyan sokak köpeklerinin sesleri ile irkilen İstanbul halkı bunun başlarına bir felaket ve lanet getireceğinden korkmaya başlar. Kısa bir süre sonra İstanbul’da yaşanan büyük bir yangın ile bu olayın bir laneti olduğuna inanarak Hayırsızada’da yaşama tutunmayı başarmış sokak köpeklerini geri getirmeye başlarlar. Bu olayların ardından Padişah II. Abdulhamid, Fransa’ya Pastör Enstitüsü’ne heyet göndererek ve bağışladığı 10 bin altın ile dünyadaki üçüncü Kuduz Enstitüsü’nün İstanbul’da kurulmasını sağlar.
Ya şimdi biz neredeyiz? Sadri Alışık ile sokak köpeği arkadaşı muhabbet eylerken onları köşe başında tebessümle izleyen biri mi, Neyzen Tevfik neyini üflerken Mernuş’un ona hayran bakışlarını yakalayan biri mi, yoksa Hayırsızada’ya sokak köpeklerini taşıyan teknelerin birinde yer alan sevgisiz ve gönülsüz biri mi? Şu yaşadığımız zaman diliminde çeyrek adam olabilmek ümidiyle…