HIV, kavramın açılımına baktığımızda “İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü” olarak karşımıza çıkar. AIDS ise “Edinilmiş Bağışıklık Yetmezliği Sendromu”dur. HIV, AIDS’e yol açan bir virüstür. Bu virüs ile enfekte olan birey, enfeksiyon ve hastalıklarla savaşma yeteneğini kaybeder.
HIV+ olmak demek, o kişinin AIDS olduğu anlamına gelmez. Virüsü taşıyanlar, yıllarca bunun farkında olmayabilirler. Bu sebeple, cinsel ilişkide korunmak, ortak enjektör kullanmamak gibi yöntemlerle HIV bulaşının önüne geçilebilir. HIV+ bireyler için ise -kesin tedavi henüz olmamakla birlikte- yaşam kalitesini yükseltecek tedavi yöntemleri uygulanabilmektedir. Böylelikle, AIDS’e yol açan süreç yaşanmaz. Kişi, bazı değişiklikler yaparak hayatına devam edebilir.
İşte bu bağlamda, HIV/AIDS tedavisinde çok ilerlenmiş olmasına rağmen hâlâ devam eden büyük bir salgın tehdidi vardır. Ayrıca, pek tabii ortaya çıkışında ilk tablo şu an elimizde olan veriler kadar iç açıçı değildir.
İlk AIDS vakası 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde eşcinsel erkeklerde görülmüştür. Ardından 1983 yılında sendromun kökeninde yatan virüse ulaşılmıştır. Ve 1980’lerde tüm dünyaya -her bölgede farklı sebeplerle ve farklı şekilde- yayılmaya başlamıştır. Örneğin Avrupa’da özellikle 1997 ile 2001 yılları arasında yüzde 14’lük bir artış gözlenmiştir. 1985 yılında AIDS salgının hedefindeki grubunda yüzde 65’ini genç homoseksüeller oluşturuyordu.
Doğu Avrupa ve Merkez Asya’da ise Ukrayna, Belarus, Rusya, Kazakistan ve Litvanya salgının genişlediği ülkelerdi… Latin Amerika’da başta virüs çok etkili değilken, homoseksüel ilişki ve damariçi madde kullanımıyla birlikte Sahraaltı Afrika’dan sonra burası da tehlike altındaki en önemli bölgelerden biri haline geldi. Asya’da Tayland ve Hindistan’da seks işçiliği ve yine damariçi madde kullanan gruplarda virüs yayılmaya başladı.
Sahraaltı Afrika ise virüsün ortaya çıktığı yer olarak salgının artış hızının en yüksek olduğu bölgeydi. Güney Afrika, 5 milyon HIV ile enfekte olmuş birey ile ilk sıradaydı. Botsvana nüfusun yüzde 38’i ve Svaziland yüzde 33 oranında HIV+ birey bulunmaktaydı. Ancak örneğin Doğu Afrika’da salgın çok etkili olmamıştır. Uganda ve Senagal diğer ülkelerin aksine bir başarı örneği olarak görülebilir.
Salgının yayılım hızı bu ülkelerde sabit bir şekilde belli bir oranın daima altında tutulmuştur. Dolayısıyla Sahraaltı Afrika’da salgından bahsederken aslında etkilenen totalde 44 ülkeden bahsediyoruz. Ancak bunların arasından özellikle 4 ülke salgının en birincil sorun haline geldiği yerlerdir. Öte yandan salgının en düşük olduğu bölgeler kırsal alanlardır. Şehirlerde daha yüksek bir yayılma hızı vardır. Hamile kadınlar büyük risk gruplarından birisidir. Bu sebeple belirgin olarak bu gruba yönelik çalışmalar yapılmış, kayıt altına alınmıştır.
Nihayetinde söyleyebiliriz ki, ilk fark edilişinde yani en başında umursamazca ve biraz da “utanarak” müdahale bile edilmemiş olan HIV’in yayılımı her geçen gün artarken 20. yüzyılın sonlarında artık ciddiye alınmaya başlandığını ve üzerine çalışıldığını gözlemlemekteyiz. Etkisi günden güne tüm dünyayı altına almaya başlarken özellikle genç nüfusun tehdit altında olması korkunun da artmasına neden olmuştur.
Bu çalışmada ise kıtada ve özellikle Sahraaltı Afrika denilen bölgede, HIV/AIDS epidemisinin toplumsal yapıyı nasıl şekillendirdiğini ve değiştirdiğini irdeleyecek ve bunun devletlerin iç yapısında ve dış ilişkilerindeki tutumunda nelere temas ettiğine bakacağız. Ayrıca, sağlık hizmetine erişim, eğitim gibi alanlarda nelere yol açtığını göreceğiz. Böylece belli ülke örneklerini ve bölgede sivil toplum çalışmalarının yarattığı etkiyi/etkisizliği ele alacağız.
Sahraaltı Afrika’ya HIV/AIDS’in yansıması
HIV/AIDS salgını 21. yüzyıla doğru kıtada hızlı yükselmeye devam ederken Sahraaltı Afrika’da tüm dünyadaki yayılma hızından yüksekti ve aslında insanların yaşamlarında ölümcül etkiler yaratıyordu. Her gün 15 bin yeni birey HIV ile enfekte oluyordu. Bu durum 21. yüzyılda artık dünyada 35 milyonu bulan HIV+ bireyin 25 milyonunun Sahraaltı Afrika’da olmasına yol açtı.
AIDS her bölge için aynı etkiyi veya sonucu doğurmadı. Ancak Afrika’da ortaya çıkardığı sonuçlar en büyük yıkımlara yol açtı. Kimi için yaşamlarındaki en büyük felaketti, kimisi için ise yalnıza sorunlarından bir tanesiydi. Bütününe baktığımızda ise virüsün, kıtadaki sosyoekonomik durumu, devletlerarası ilişkileri, toplumsal değişimleri ve kolektif bilinci birçok noktada derinden etkilediğini görüyoruz.
Salgının önlenmesi için ise birçok sivil toplum kuruluşu ve uluslararası örgüt, özellikle UNAIDS, oldukça çaba sarf etti.
Peki neydi bu AIDS krizi ve nasıl bir zeminde gelişti? Böyle bir çabaya rağmen neden önlenemedi? Diğer salgınlardan farkı nedir?
Ekonomi ve AIDS
Alan Whiteside’ın gösterdiği üzere, HIV enfeksiyonu başlangıçta çok az bir nüfusta ortaya çıkar. Ancak zamanla gerçek sayılara ulaşıldığında yani ölümler başladığında etkisi anlaşılır. Ölümler ise AIDS’e bağlı başka birçok hastalıkla olabildiği ve kesin tedavi mümkün olmadığı için önlenemez bir hâl alır. Aynı zamanda HIV’in tespit edilmesi de belli bir zaman aldığı için bu süreç zarfında enfekte olmuş kişi sayısı da artacaktır. Bu gibi birçok sebep HIV’in önlenmesini güçleştirmektedir. Pek tabii, en azından yayılımın kontrol altına alınabilmesi için maliyetli bir tedavi gerekmektedir. Dolayısıyla bu maliyetli tedavinin uygulanışı Afrika’da mümkün olamamıştır. Çünkü her sağlık sorunu gibi burada da zengin ve fakirin ulaşabilecekleri aynı sınırda değildir. Ve Afrika fakirdir.
İşte bu yüzden, yoksulluk belki de salgının en önemli sebebiydi. Her hastalıkta olduğu gibi burada da salgın ve yoksulluk arasında ciddi bir korelasyon bulunmaktadır. HIV prevalansı, düşük kalori ve protein tüketimiyle gelir dağılımının eşitsizliğine bağlı olarak gelişir. Öte yandan ticari seks işçiliği ve göçmen işçilik ile kendine genişleme alanı bulan AIDS, bu yoksullukla besleniyordu. Ve aslında bilindiği üzere cinsel davranışlar toplumsal, kültürel ekonomik birçok faktörlerle belirlenir.
Öte yandan, 1970’li yıllarda kıtanın büyük çoğunluğunda kabul edilmeye başlanan yapısal düzenleme programlarıyla birlikte hızlı ekonomik büyümeler yaşanmaya başladı. Botsvana gibi örnekler ise bize gösteriyor ki, bu büyümeler salgının daha büyük genişleme alanları bulmasına neden olmuştu. Hızlı ekonomik büyüme beraberinde ölüm, hastalık, bozulma ve yoksunluk getirir. Çünkü böyle bir durumda insanların değişikliklere adapte olma kapasitesi her zamankinden düşük olacaktır. Ayrıca yaşanan büyüme herkes için de eşit şartlarda olmamıştır.
Hızlı ekonomik büyümeler gelir adaletsizliğini de böylece meydana getirir. Gayrisafi yurtiçi hasıla artarken toplumsal tabakalar arası farklar da artar. Hızlı zenginleşme tam tezatıyla var olur, hızlı fakirleşmeyle. Fakirleşme de belirtildiği üzere her şeyin, özellikle salgınların, artarak belirginleşmesine neden olur. Ve dolayısıyla da AIDS salgını arttıkça fakirleşme de artacaktır.
Makro ekonomik etkiler beraberinde mikro ekonomik etkileri de getirir. Toplumsal boyutta yaşanan ekonomik değişimler bireylerin yaşamlarında da değişime ve dönüşüme yol açar. Gelir miktarının ve pek tabii giderlerin de farklılaşması böylece bireylerin ev içi maddi durumlarını belirler. Örneğin, AIDS ile yaşayan bir kişi çalışamayacak, çalışsa bile zor koşullarda çalışacaktır. Tedavi masraflarının da eklenmesiyle gider artacak ancak gelirde ciddi bir düşüş olacaktır. Halihazırda özellikle yoksul aileler için zaten yüksek bir gelir yokken bu gelir de azalacaktır. Öte yandan, AIDS’e bağlı ölümlerle birlikte aileler dağılmaktadır. Ebeveynlerini kaybeden çocuklar yetimhanelerde ya da diğer başka koşullarda yaşamaya başlar.
Biz insanları yoksul olarak sınıflandırdığımızda aslında onların yoksullaştırıldıklarını gözden kaçırırız. Fakir insanlar, fakirleştirilmişlerdir. Hane, köy, ulusal, uluslararası düzeylerde eşitsiz sosyoekonomik yapılarla fakirleştirilmişlerdir. AIDS’in en büyük problemlerden biri haline geldiği ülkere baktığımızda bu açıdan bakarsak her şey daha da netleşmektedir.
Bu sebeple yoksullukla göçmen işçilik ve ticari seks işçiliği HIV enfeksiyonlarının daha hızlı yayılmasına neden olmuştur. Decosas ve Adrien’ın da işaret ettiği üzere HIV’in yayılımını göç edenlerde göç etmeyenlere göre daha fazla olmuştur. Özellikle 15-30 yaşları arasındaki erkek göçmen işçiler kendi bölgelerinden başka yerlere daha iyi işler bulmak için birkaç aylığına ya da yıllığına göç ederler.
HIV prevalansının yüksek olduğu bu yerlerde riskli davranışlarda bulunan işçiler, evlerine döndüklerinde burada da partnerlerine ya da evli iseler eşlerine virüsün bulaşmasına neden olabilirler. Bu durumda erkek göçmenler kadınlardan çok daha fazla olduğu için ve erkekten kadına virüs geçişi daha kolay olduğu için kadınlar en büyük risk gruplarını oluşturur. Öte yandan, göç beraberinde yaygın bir seks işçiliği ağı getirir. Bu ağ çokeşlilik ve korunmasız seksle beslenerek HIV ve diğer cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlara uygun zemin hazırlar.
Devletlerin ekonomik büyümeleri de AIDS’e bağlı olarak gerçekleşmiştir. Botsvana’da 2000 yılında Ekonomi ve Gelişme Planlama Bakanlığı için hazırlanan bir raporda, gayrisafi milli hasıla ve kişi başına düşen gelirin AIDS nedeniyle en az yüzde 1 düşeceği ve 25 yıl sonra ekonominin yüzde 24 ile yüzde 38 daha küçüleceği sonucuna varılmıştır.
Dolayısıyla AIDS, devletlerin sağlık harcamalarını arttırır, özellikle genç nüfusta hızlıca yayıldığı için çalışacak yaştaki bireylerin ekonomiye dahil olmalarını düşürür, bebek ölümlerini arttırır ve gelecek nüfusunu yok eder. Hem devletlerin mali kapasitesini sarsar hem de bireylerin kendi yaşamlarında doğrudan olumsuz etki yaratır.
Toplum ve AIDS
Toplumsal cinsiyet zemininde AIDS
Daha önce belirtildiği üzere salgının başlangıcından beri kadınlar, özellikle genç kadınlar ve kız çocukları, en büyük risk altındaki grubu oluşturur. UNAIDS 2014 GAP Raporu’na göre virüsten etkilenen genç kadınların yüzde 70’i SahraAltı Afrika’da yaşamaktadır ve bu yüksek oran 1990’lı yıllarda da aynı şekilde seyrediyordu. Cinsiyet eşitsizliği ve partnere yönelik şiddet ise HIV’e karşı kadınların korunmasını zorlaştıran en önemli iki sebep olarak karşımıza çıkar. Cinsel şiddet beraberinde istenmeyen gebelikleri de getirmektedir.
Örneğin, Güney Afrika’da yapılan bir çalışmaya göre cinsel şiddete uğrayan kadınlar, uğramayan kadınlara göre yüzde 50 daha fazla HIV enfeksiyonuna maruz kalmaktadır. Dolayısıyla cinsel taciz ve tecavüzün de oldukça yaygın olduğu bölgelerde her salgın gibi AIDS salgını da görülmektedir. Toplumsal paradigmalar, çocuk yaşta evlilikler ve erkeklerin evli olsalar dahi birçok başka şekilde çokeşli bir yaşam sürmelerini normal sayar. Bu da cinsiyet eşitsizliğinin en belirgin halidir. Kadınlar eşlerine cinsel anlamda sadık olsalar dahi benzer davranışı erkeklerden göremezler ve yine göçmen işçilik ve seks işçiliği aynı durumu devam ettiren ögelerdir.
Ayrıca, sağlık servislerine ulaşımda da aynı toplumsal normların geçerli olduğunu görüyoruz. Cinsiyet eşitsizliği burada da vücut bulmuştur. Cinsel sağlık servislerine erişimde evli ve çocuklu kadınlar, evli olmayan kadınlardan önceliklidir. Evlilik öncesi cinsel ilişki kabul edilebilir değildir. Dolayısıyla sağlık kuruluşlarına başvuruda yaşanan bu ayrımcılık pek çok genç kadının çekimser yaklaşmasına neden olmuştur.
Eğitimde de benzer bir cinsiyet eşitsizliği bulunmaktadır. Kadınların eğitim seviyesi erkeklerden düşüktür. Okullarda verilen cinsel sağlık üreme sağlığı eğitimleri çoğunlukla kız çocuklarına kadar ulaşamamaktadır. Bu sebeple, Sahraaltı Afrika’da UNAIDS’in yaptığı bir araştırmaya göre genç kadınların yalnızca yüzde 28’i nasıl korunacağını bilmektedir. Bu araştırma 2013 yılında yapılmış olmasına karşın yine de 20. yüzyılın son yıllarındaki durumun zorluğunu göstermektedir.
Charlotte Vallaeys bir makalesinde, insanların kendilerini nasıl koruyacaklarını bilmesine rağmen bu değişiklikleri yapmalarına izin verecek ekonomik ve kültürel çevreye de ihtiyaç duyduklarını belirtir. Bu, erkekler için toplumda yer edinmiş ataerkiyi değiştirmek iken kadınlar için cinsel ilişki ve ekonomide bağımsızlıklarını kazanmalarıyla mümkün olabilir. Salgının önlenmesi için her zaman önerilen kondom kullanımının arttırılması ve seks partnerlerinin azaltılması da aynı ilişkiye bağlıdır. Erkekler direkt olarak geleneksel ataerkil yapıyı değiştirmezlerse ve kadınlar da partnerlerinin onlarla veya başkalarıyla cinsel ilişki esnasında kondom kullanmasını sağlayamazlarsa bu değişiklikler anlamsız ve kullanışsızdır. Pek tabii, kadınlar ekonomik özgürlüğe sahip olmadığı ve ilişkilerde güçsüz taraf olduğu kondom kullanılmasını sağlamak ya da cinsel ilişkiyi reddetmek gibi bir hakka sahip değildir.
Brooke Grundfest Schoepf, Tanzanya’da 1991 yılında yaptığı bir çalışmasında, kilisedeki kadınlardan eşlerine kondom kullanmayı talep etmelerini istemiştir. Ve bu kadınlardan yalnızca 3’te 1’in eşlerinin bunu kabul ettiğini belirtmiştir. Çünkü kadınlar, özellikle cinsel ilişkilerle ilgili istekte bulunma hakkına sahip değildir. Kadınlarla erkekler aynı özgürlüklere de sahip değildir. Schoeph’in çalışmasıyla ilgili Charlotte Vallaeys’in yorumu oldukça önemlidir, ona göre elbette her kadın aynı derecede güçsüz sayılamaz ancak kadınların çoğunluğu kendi bedenlerinde alacakları kararları bile ondan çalan ataerkinin kurbanıdır.
Yine Vallaeys’e göre cinsel istismar da virüsün kadınları daha fazla etkilemesinin bir diğer sebebidir. Örneğin Güney Afrika’da her yıl 1.3 milyon taciz vakası yaşanmaktadır. Kadınların bu noktada da kontrolü yoktur. Ve hatta, kadınlar eşlerini kendileriyle iken kondom kullanmaya ikna etse dahi, erkeklerin evlilik dışı diğer cinsel ilişkilerinde kondom kullanmalarını kontrol edemezler. Dolayısıyla özellikle genç yaşta yapılan evliliklerde, erkeklerin daha önce belirtilen koşullar sebebiyle göçmen işçi olarak başka şehirlere ya da ülkelere gitmeleri ve döndüklerinde evli oldukları kadınlarla birlikte olmaları bunu tetiklemektedir. Göçmenlik sözkonusu olmasa dahi bölgede oldukça yaygın olan genelev kültürü ve seks işçiliği de bunu devam ettirmektedir.
Ekonomik açıdan erkeğe bağlılık yalnızca evli kadınların sorunu değildir. Örneğin, evli olmayan bir genç kadın da aylık geçimini seks işçiliğinin direkt olarak olmasa da evli bir erkeğin cinsel partneri olarak sağlayabilir. Bu kadınların da aynı şekilde güvenlik seks talebi erkekler tarafından kabul edilmez. Kaldı ki seks işçilerinin bile bunu söylemeye hakkı yoktur çünkü eğer böyle bir talebi varsa kondom kullanımının “erkekliğine” zarar vereceğini düşünen erkek, kondom kullanmadan da birlikte olabileceği başka bir kadına yönlenecektir. Bu da seks işçisi olan kadının hayatındaki tek geçim kaynağını kaybetmesi demektir.
AIDS ve çocuk ilişkisi
1999 yılının sonlarında, dünyadaki 49,7 milyon HIV enfeksiyonunun yüzde 72’si Sahraaltı Afrika’daydı. AIDS’e bağlı ölümlerin yüzde 84’ü, çocuk enfeksiyonlarının yüzde 91’i, AIDS’e bağlı çocuk ölümlerinin yüzde 94’ü Afrika’daydı. Anne veya babasını kaybeden çocuklar öksüz kalırlar ve AIDS’e bağlı anne/baba ölümü sebebiyle öksüz kalan çocukların da yüzde 95’i Afrika’da bulunmaktadır. Bu durum 2010 yılında ise artarak 40 milyonu buldu.
Foster ve Williamson’ın (2000) belirttiği üzere, elimizdeki veriler genellikle 15 yaş altı çocukları kapsıyor. 15 ile 18 yaş arası çocuklar için henüz geniş çapta çalışmalara sahip değiliz. Birleşmiş Milletler’in çocuk tanımı ise 18 yaş altını kapsıyor. Ancak biz, 15-18 yaş arası çocuklara ne olduğunu bilmiyoruz. İstatistiksel verilere sahip değilsek bir önemi yokmuş gibi davranıyoruz.
Birçok çocuk HIV/AIDS ile yaşayan anne/babalara sahiptir ya da yine birçoğu AIDS’e bağlı ölümlerle ailelerini kaybetmiştir. Dolayısıyla, çocuklar öksüz kaldıklarında direkt olarak AIDS’ten etkilenmiş olurlar. Küçük yaşta veya ergenlikte ailesini kaybeden çocuklar hem psikolojik hem de gelişim açısından birçok sorunla karşı karşıya kalacaktır.
Benzer şekilde, tek ebeveynli ailelerde özellikle görülen kent-kır göçü de AIDS’in etkilerinin gözlemlenebileceği bir alandır. Burada örneğin annesini kaybeden çocuk ve babası göç ederek daha iyi şartlara geçiş yapmaya çalışır. Ancak göç de beraberinde pekçok sorunu getirir. Çocuğun ailesini kaybetmesi, alıştığı çevreden ayrılması, zor maddi koşullara adapte olmaya çalışması yine onun gelişiminde derin yaralar açar.
Foster ve Williamson’a (2000) referansla, HIV/AIDS’in Afrika’da sokak çocuklarının sayısındaki artışa da neden olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin Zambiya ve Zimbabve’de sokak çocuklarının çoğunluğu öksüz kalmış çocuklardır. Özellikle HIV+ seks işçilerinin çocukları buna daha yatkındır.
Kenya’da yapılan bir araştırmaya göre, ebeveynlerini kaybettikten sonra çocukların yüzde 21’inin sokakta yaşamaya başladığı, yüzde 8’inin seks işçisi olduğu, yüzde 5’inin işçi olarak çalıştığı, yüzde 3’ünün ise erken yaşta evlendiği gözlenmiştir. Diğerleri ise akrabaları tarafından koruma altına alınmıştır. Ancak onların ileride nelerle karşılacağının verisine bu noktada sahip değiliz.
Öte yandan, çocuklar AIDS’ten etkilenmeye belki de ailelerini kaybetmeden önce başlar. Çünkü ebeveynleri hastalanan çocuklar, özellikler ergenlik dönemlerinde, evin bakımını ve diğer işlerini yapmakla yükümlüdür. Hatta bu çoğu zaman okulu bırakıp çalışmalarıyla devam eden bir süreçtir. Sorumlulukları değişir ve artar. Örneğin Uganda’da 15-19 yaş arası ailesi ölen çocukların yalnızca yüzde 29’u eğitimine devam etmiştir. Ailelerini kaybettikten sonra da onların bakımını üstlenen diğer akrabalar olsa dahi genellikle çiftliklere veya şehirlere çalışmak için giderler. Kız çocuklarında bu durum erken yaşta evlilik veya seks ticaretinin bir parçası olmakla sonuçlanabilir.
Zaten öksüz kalan çocuklar teyze, amca, büyükanne, büyükbaba gibi akrabalar tarafından koruma altına alınsa da bu her zaman onlar tarafından istenen bir şey değildir. Eğer gerçekten başka bir seçenek yoksa, yani istemeyerek, çocuklar evlere alınır. Çünkü o aileler için de çocukların bakımını üstlenmek hem maddi hem manevi olarak zorlayıcı bir etmendir.
Ailelerini kaybeden ya da aileleri hasta olan çocuklar, ayrımcılığa, okuldan uzaklaştırılmaya, arkadaş değişikliklerine, çocuk işçiliğine, toplumsal izolasyona maruz kalmaktadır. Bu durum beraberinde psikososyal etkileri de getirir. Çocuklar üzerinde depresyon, geleceğe kaygı ile bakmak, mutsuzluk ve hatta travma gibi sonuçlar yaratır.
Devletler boyutunda AIDS
Ulusal boyut
1998 yılında, 2.2 milyon’dan fazla insan AIDS’e bağlı olarak öldü ve bu, elbette savaştan daha ölümcül bir hastalıkla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.AIDS gibi bir salgının, tüm dünyada özellikle Sahraaltı Afrika’da geniş yayılım göstermesinin, sosyal ve ekonomik sebepleri olmakla beraber devletler düzeyinde pek çok etkisi ve sonucu olmuştur. Çünkü AIDS, yaşam süresini, eğitimi, bebek ölümünü, çalışan nüfusu, sağlık koşullarını her anlamda etkilemektedir. Bu da ekonomi ve sosyal yaşama nüfuz eden devlete ve uluslararası siyasal sisteme vurucu bir darbe yaratmıştır.
Ancak ne yazık ki, virüs ortaya çıktığından beri her alanda olduğu gibi siyasi alanda ve bu alandaki akademik çalışmalarda gereken önemi bulamamıştır, yok sayılmıştır. Başlangıçta sessiz kalan hükümetler 2000’li yıllara doğru durumun vehametini belki de biraz gördükleri için biraraya gelmeye başlamış, yeni programlar ve sağlık odaklı kurumlar oluşturmaya başlamışlardır. Özellikle cinsel sağlık alanında faaliyet gösteren aktivistler devletlerin burada daha fazla aktif olmaları için uğraşmışlar, ancak ölümler milyonlara ulaştığında devletlerin varlığını hissetmişlerdir. Devletlerin sessizliği işte savaştan bile daha yıkıcı olan bu salgını, yani ölümü getirmiştir.
AIDS’ten bahsederken, 1990 ve 1980’lerde başlayan yapısal düzenleme programları ve bütçe krizleriyle çürütülen kamu mallarının da dahil olduğu eğitim sistemi, kamu sağlığı altyapısı ve yoksullukla mücadele programlarının da önemleri atlanamaz. Bu programlar, özellikle yapısal düzenleme programları, Sahraaltı Afrika’da tepeden inme değişimler yaratmıştır. Daha önce de belirtiği üzere hızlı gelişmeler beraberinde böyle büyük sorunları da getirir.
Giderek artan çocuk nüfusunun, azalan kaynaklar üzerindeki baskısı sebebiyle eğitim sistemi de bocalamaya başladı. Sağlık hizmeti de buna benzer şekilde gelişti. 1960 ile 1980’lerin ortalarına kadar bu alanda ciddi yatırımlar yapıldı. Ancak sonrasında tüberküloz, kolera, sarılık, uyku apnesi gibi hastalıklar çoğalmaya başladı. AIDS salgını da buna eklendi. Salgınlar göçü hızlandırdı. Güney Afrika’da konutlandırma çalışması yapılsa da yeterli olmadı. Ayrıca işsizlik de artıyordu. Genç işsizlerin büyük bir çoğunluğu aile desteğine güvenmekteydi. Nairobi’deki Taliban gibi, sokak çeteleri ortaya çıkmaya başladı. 1988 yılında her 5 Nijeryalı mahkumdan 1’i 13-19 yaş arasından oluşuyordu.
İstikrarlı bir demokratik sistem, özgür ve canlı sivil toplum, özerk bir siyasi toplum, hukukun üstünlüğü, kullanışlı bir devlet bürokrasisi ve kurumsallaşmış ekonomik toplum olmak üzere beş özelliğe sahiptir. Bu meşruiyet ve istikrar, bir devletin demokrasisini sağlamlaştırması için gereklidir. Ve demokratik istikrar ve meşruiyet Afrika’da en çok prim yapan konulardan birisidir. Sivil toplumun gelişmediği ve devletin iktidar kapasitesinin yeterli olmadığı bu bölgede haliyle istikrarsızlık çarpıcı bir şekilde vardır. Sahraaltı Afrika’da 45 ülkeden 25’i istikrarsız siyasi rejimlerden dolayı ağır tehlike altındadır, 15’i ise bu tehlikeyle karşı karşı kalmıştır. HIV / AIDS enfeksiyon oranları yükseldikçe demokratik istikrar ve meşruiyet daha da tehdit altına girer.
İnsanların siyasal karar alma mekanizmalarına katılabilmesi için belli bir standardın üzerinde yaşamaları gerekir. Sağlıklı ve ancak huzurlu bir ortamda siyaset konuşulabilir, siyasetle uğraşılabilir. Dolayısıyla Sahraaltı Afrika, savaşlar ve istikrarsız iktidarlarla boğuşurken karar alma mekanizmalarına dahil olmak, oy vermek gibi davranışlar insanlarda gelişmemiştir.
Uluslararası boyut
Devletlerin HIV’e karşı oluşturdukları politikalar doğal olarak siyasi ve toplumsal kültürden ortaya çıkar. Kolektif kimlikler, ideolojiler ve tarihi arka plan bunun belirleyici etmenlerindendir. Patriarşi, Afrika devletlerine yön verir. Cinsel kültür ile etrafında şekillenen tabular, devletlerin salgının yayılımını önlemek için yaptığı çalışmalar iyi sonuç verse dahi programlar ve politikalar oluştururken neden başarısız olduğunu gösterir. Ayrıca sivil toplumla işbirliği kapasitesinin düşük olması da başarısızlığın bir diğer sebebir. Uluslararası örgütler ve kurumlarla birlikte hareket etmeyen devletler yerele nüfuz edememiştir. Bunun en iyi örneği Uganda olarak karşımıza çıkar. Uganda ekonomik olarak en kötü durumda olan devletlerden birisidir ancak sivil toplumla birlikte hareket ederek bu konuda ne kadar olumlu gelişmeler elde edilebileceğini göstermiştir.
Kimlik politikaları öte yandan HIV’e yönelik hazırlanan programların belirleyici noktalarından biri olmuştur. Yerel ve bölgesel kimliklerin oldukça önemli olduğu Sahraaltı Afrika gibi bir bölgede bu kimlikler üzerinden yürütülen politikalar pek tabii başarısız olacaktır. Güney Afrika en bariz örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Apartheid rejim ve sonrasındaki kimlik politikaları HIV’e yönelik bilgilendirme çabalarının da önünü kesmiştir.
HIV dünyanın her yerinde eşit bir dağılım göstermez. Dolayısıyla HIV, gelişmemiş ekonomilere sahip ülkelerde daha önce de belirtilen sebeplerle çok daha kolay ilerler. (int develop)
Güvenlik çalışmalarına baktığımızda ise HIV’in askeri kanadı da etkilediğini gözlemliyoruz. Yüksek HIV+ askeri olan ordularda ordularda bu askerler savaşma kapasitesine sahip değillerdir. Savaşmanın ötesinde barışçıl işbirliği kurmak da mümkün olmamaktadır. Çünkü örgütlenme kapasitesi de gelişmeyecek ve efektifliklerini kaybedeceklerdir.
1987 yılında, Amerika Birleşik Devletleri, HIV’e bağlı ayrımcılığı daha da güçlendirecek olan HIV+ bireylere yönelik ülkeye giriş vizesini iptal etti. Bu durum ancak 2010 yılında son buldu. Yine 1987 yılında, Sahraaltı Afrika ülkeleri BM 42/8 kararını imzaladı. Bununla AIDS’e yönelik olarak ortak bir politika izleneceği kararlaştırıldı. 1991 yılında Güney Afrika Sağlık Bakanlığı, bir reklam ajansını yeni bir HIV bilinçlendirme programını duyurmak için görevlendirdi. Slogan “AIDS, olmasına izin verme!” olarak belirlendi. Bu kampanyada 4 yıl boyunca, uluslararası alanda kullanılan kırmızı kurdelanın yerine sarı bir el simgesi kullanıldı.
1 Ocak 1996 yılında Dünya Sağlık Örgütü AIDS Küresel Programı, UNAIDS’in yeni bir Birleşmiş Milletler organı olmasıyla değiştirildi. İki yıllık bir çalışmanın sonucunda, UNAIDS küresel eylemi savunmak ve Birleşmiş Milletler’in HIV’e yönelik verdiği tepkiyi denetlemek ve geliştirmek üzere kuruldu. 1999 yılında ise Dünya Sağlık Örgütü, HIV’in dünyada dördüncü ve Sahraaltı Afrika’da en büyük ölüm sebebi olduğunu duyurdu. Ancak, özellikle 2000 yılında Durban’da gerçekleştirilen Dünya AIDS Kongresi, devletlerin artık daha etkili figürler olarak ortaya çıkmaya başladıkları gösterir. Teması “Sessizliği Kırmak” olan bu kongrede, devletler bir noktada utandıkları bu sorunu tartışmış ve ortak bir çözüm yolu aramıştır.
HIV/AIDS’e yönelik politikalarda öncülük edebilen lider de göze çarpmıyor. Güney Afrika, kıtanın en güçlü devletlerinden biri olmasına rağmen örneğin Devlet Başkanı Thabo Mbeki, uzunca bir süre harekete geçmemiş, HIV’in AIDS’e neden olan bir virüs olup olmadığını tartışmış ve anneden çocuğa virüs geçişini önleyecek ilaçların kullanılmasına izin vermemiştir.
Tekrar söylenebilir ki, birçok Afrika ülkesi AIDS’i bir siyasi sorun olarak görmüyordu. Örneğin Zimbabve, muhtemelen Afrika’da virüsün en etkili olduğu yerlerden biri olarak (yetişkenlerin yüzde 25’i HIV ile enfekte olmuştur), 1994 ile 1999 yılları arasında AIDS harcamalarını azaltmıştır. Kentsel merkezlerde ise bulaş oranı daha fazladır.
Yeni doğan bir bebeğin şu anda ortalam yaşam süresi 38 yıldır, ancak AIDS gibi bir sorun olmasaydı bu yaşam süresi 70 yıl olabilirdi. Harare ve Bulawayo’daki günlük gazetelerin arka sayfaları ölüm haberleriyle dolup taşıyordu. Ve bu esnada hükümet sorumluluklarını yerine getirmekten kaçınmakta ve AIDS ile yaşayan kişileri suçlamaya devam etmekteydi. Hem yerli hem de uluslararası gözlemcilerin hakim algısı, Zimbabwe hükümetinin sadece halının altındaki AIDS’i süpürmeye çalışmasıydı. Cumhurbaşkanı Mugabe, Nisan 1999’da, 1.200’den fazla Zimbabveli bir hafta içinde öldüğünde ancak ilk kez ulusal bir salgın olduğunu kabul etti.
Bu gibi sebeplerle uluslararası alanda HIV/AIDS’in önlenmesi için yapılacak çalışmalar ancak 2000’li yılların başında başlamıştır. Daha önce de belirtilen XIII. Durban Uluslararası AIDS Konferansı ile ilk adım atılmıştır. Aynı şekilde Afrika Birliği’nin ilk hali olan Afrika Birliği Organizasyonu’u Togo’da AIDS üzerine bir zirvede toplandı. Akabinde Birleşmiş Milletler Afrika Ekonomi Komisyonu Addis Ababa’da önemli devlet görevlilerinin katıldığı bir konferans düzenledi. 2001 yılında Abuja Zirvesi’nde Afrikalı liderler toplandı ve HIV/AIDS ile ilgili bir deklarasyon yayınlandı. Bu deklarasyona göre bir eylem planı ve sağlık harcamalarında artışa gidileceği belirlendi.
Ülke analizi: Güney Afrika Cumhuriyeti
Dünyanın her yerinden daha fazla HIV ile yaşayan insana sahip olan Güney Afrika’nın salgına karşı gerek verdiği tepkiler gerek tepkisizlikleriyle üzerinde düşünülmesine ihtiyaç vardır. 1980’li yılların başında virüsün ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri’nde eşcinsel erkeklerde görüldüğü belirtilmişti.
Güney Afrika’da da bu durum aynı şekilde yaşanmıştır. Bu ilk vakanın ardından virüs hızlıca yayılmış ve artık tüm dünyadaki HIV enfeksiyonunun yüzde 20’sinin Güney Afrika’da görülmesiyle sonuçlanmıştır. yüzde 75’i siyahi ve yüzde 14’ü beyazlardan oluşan bu ülkenin nüfusunun yarısı yoksulluk sınırlarında yaşamaktadır. 1985 yılında ülkede AIDS’e bağlı ilk ölüm görüldü.
Dönemin rejimi apartheidın Devlet Başkanı Butha, derhal bu konuyla ilgili bir konferans topladı. 1987 yılında ise bulaşıcı hastalıklar listesine eklenen AIDS ile ilgili yasal düzenlemeler hazırlandı. Başta 14 gün olarak belirlenen ancak süresiz uzatılma hakkı olan karantina uygulaması başlatıldı. Ve bu yılın sonrasında AIDS’e bağlı ilk siyahi ölümü yaşandı.
Ancak apartheid rejimi AIDS salgınında da ayrımcı tutumuna devam etmiştir. Öyle ki nüfusun çoğunluğu beyazlardan oluşan %20lik kesimi özel sağlık hizmetlerinden faydalanabilmiştir. 1991 başında, düzenlenen ulusal bir konferans ile HIV / AIDS için daha kapsamlı hükümet politikaları geliştirmek için Ulusal Danışma Grubu (NACOSA) adı verilen yeni bir organ kuruldu.
NACOSA, krizin etkisinin azaltılmasına yönelik çeşitli sektörlerden aktörleri biraraya getirdi. Hükümetin AIDS Birimi sonrasında Ulusal AIDS Programı ile değiştirildi. Fakat yine de apartheid rejiminin genel tavrı yüzünden istenilen sonuç alınamadı. 1994 yılında Nelson Mandela seçimle iktidara geldikten sonra insanlara birçok konuda umut olmuştur ve AIDS de bunlardan biriydi. Mandela bu konuyla ilgili olarak Sağlık Bakanı Zuma’yı yetkilendirdi ve böylece her alanda adımlar atılacağı kesinleştirildi. Ardından düzenediği uluslararası konferanslarla Güney Afrika sorumluluğu üstlendiğini de göstermiş oldu.
Bir süre sonra Avrupa Birliği gibi kurumlardan alınan fonlarla AIDS’e yönelik çalışmalar hız kazandı. Halkı bilgilendirmek amacıyla Sarafına II adlı bir oyun hazırlandı. Ancak bu oyun istenen başarıyı yakalayamadı ve herkes tarafından olumsuz tepki aldı. Bu sebeple Mandela’nın uğraşları sonuçsuz kalmıştı.
Mandela hükümetinin hamile kadınlarda anti-retroviral ilaçlarının kullanımını engellemesi ve yalnızca korunmaya yönelik bilinçlendirme çalışmalarına katkı sağlaması tepkiyle karşılandı, karşıt kampanyalar başlatıldı. Uğraşların beklenen sonuca ulaşmaması ileleyen dönemlerde de devam etti. İktidara gelen devlet kadroları AIDS’i basit bir problem olarak görmeye başlamıştı.
Mandela’dan sonra iktidara gelen Thodo Mbeki hükümeti de HIV’in AIDS’e neden olmadığı yönünde iddialarda bulunuyordu. Ancak artık bütün bilimsel çalışmalar gösteriyor ki, HIV AIDS’e neden olmaktadır. Bu sebeple de Mbeki’nin eylem planları da işlevsiz kalmakta ve sivil toplumda karşıt görüşlerle boğuşmaktaydı. Dolayısıyla milenyuma doğru Güney Afrika’nın AIDS’e yönelik adımlar attığını ve birçok alanda aşama kaydettiğini söyleyebiliriz. Öte yandan yanlış toplum politikaları iyi sonuçlar alınmasını engellemişti.
AIDS ile ilgili en büyük problemleri yaşayan bir devletin bile sorulara verdiği cevaplar ve uygulamaları yetersiz kalmıştı. Bu sebeple Güney Afrika derinlemesine analiz edilmesi gereken ve başından beri etkili yöntemler denese de başarılı olamamış bir ülke olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sonuç
Şimdiye kadar değinilen bütün bu süreçler, nedenler ve sonuçlar gösteriyor ki, toplumsal yapılar oldukça katı ve örgütlenme biçimi olarak sıkı bağlarla bağlıydı. Ve böyle toplumlarda bir değişim yaratmak pek tabii daha zordur. Dolayısıyla devletler açısından harekete geçme aşamasında geç kalındı. Bu, dünyanın tamamı için geçerli olsa da Afrika en büyük risk altındaki bölge olarak -daha fazla- geç kalmıştı.
Hükümetler stabil değildi ve bu hükümetlerin halka nüfuz edebilme gücü sınırlıydı. Ayrıca sivil toplum ve uluslararası örgütlerin kapasitesi böyle büyük bir alan için yeterli değildi. Bir diğer büyük problem olarak ekonomik gelişme/gelişememe durumunu da göz önünde bulundurursak ilaçlara ve bilinçlendirme çalışmalarına dahil olabilmek neredeyse imkansızdır.
Utanılan bir sağlık sorunu olarak AIDS, hem bireylerin hem devletlerin büyük bir sessizlik içinde savaştığı veya savaşamadığı bir çerçevede ilerlemiştir. Virüsün yayılmaya başladığı ilk dönemlerde bilimsel verilerin de yetersizliği ve anlaşılmazlığı sebebiyle harekete geçilememesi anlaşılabilirdir. Ancak milenyuma doğru bilimin ürettiği testlerin ve ilaçların erişim kolaylığınının olmaması insanların çekimser yaklaşmasına hatta hiçbir şey yapmamasına neden olmuştur.
AIDS ile birlikte yoksul Afrika’nın yoksullaşması derinleşmiştir, ayrımcılık artmış ve gelecek nesillere bırakılan miras yetim kalmış çocuklardan başka bir şey olmamıştır. Sessizliği kırılması milenyumla birlikte başlamış ancak kökleri bu kadar derin olan bir problem için çabalar yine yetersiz kalmıştır.
Yakın dönemlerde HIV+ birey sayısında yaşanan azalma umutları yeşertmektedir. Ancak alınacak çok yol, anlaşılması gereken yine pek çok sebep-sonuç ilişkisi bulunmaktadır.
Kaynakça
• Alan Whiteside, (2002), “Poverty and HIV/AIDS in Africa”, Third World Quarterly, Vol 23, No 2, pp 313–332, https://www.researchgate.net/profile/Alan_Whiteside2/publication/248949816_Save_the_Children_UK_Southern_Africa_scenario_planning_paper_The_impact_of_HIVAIDS_on_Southern_Africa’s_Children_Poverty_of_Planning_and_Planning_of_Poverty/links/558c058a08ae40781c202d76.pdf, Son Erişim Tarihi: 03/11/2016
• Berridge, V. (1993). Introduction: AIDS and contemporary history, in V. Berridge and P. Strong (eds). AIDS and Contemporary History. Cambridge: Cambridge University Press.
• Brandt, A.M. (1998). AIDS. From social history to social policy, in E. Fee and D. M. Fox (eds). AIDS. The Burdens of History. Berkeley, Los Angeles and London: University of California Press.
• Campbell, C. (1997). “Migrancy, masculine identities and AIDS: the psycho-social context of HIV transmission on the South African gold mines” Social Science and Medicine 45(2).
• Collins, O. Airhihenbuwa & J. DeWitt Webster, 2014, “Culture and African contexts of HIV/AIDS prevention, care and support”, K4health, https://www.k4health.org/sites/default/files/Culture%20and%20African%20contexts.pdf, Son Erişim Tarihi: 02/11/2016
• Colleen, O’Manique (2004). Neo-liberalism and AIDS Crisis in Sub-Saharan Africa: Globalization’s Pandemic. Basım yeri: Palgrave Macmillan Press
• Conner, S. and Kingman, S. (1989). The Search for the Virus. Harmondsworth: Penguin Books.
• Dulacha G Barako, Ross H Taplin, Alistair M Brown, Ağustos 2010, HIV/AIDS Information by African Companies: An Empirical Analysis, Journal of Asian and African Studies 45: 387-405.
• Breuer, Erica Landon Myer, Helen Struthers & John A. Joska, June 2011, HIV/AIDS and mental health research in sub-Saharan Africa: A systematic review, African Journal of AIDS Research, 10(2):101-122 ·
• Gwendolyn, Mikell (1997). African Feminism: The Politics of Survival in Sub-Saharan Africa. Basım yeri: University of Pennsylvania Press
• Illife, John, (2006), The African AIDS Epidemic. A History. Ohio: Ohio University Press.
• Illife, John, (1995), Africans: The History of a Continent, (In the time of AIDS 289-315) Cambridge: Cambridge University Press
• Schoeph, Brook Grundfest, Feb 1991, “Ethical, methodological and political issues of AIDS research in Central Africa”, Social Science & Medicine 33(7), 749-63
• UNAIDS Country Progress Reports, 2016, http://www.unaids.org/en/dataanalysis/knowyourresponse/countryprogressreports/2016countries, Son Erişim Tarihi: 06/11/2016
• UNAIDS National Commitments and Policies Instrument (NCPI), 2014, http://www.unaids.org/en/dataanalysis/knowyourresponse/ncpi/2014countries, Son Erişim Tarihi: 06/11/2016
• UNAIDS HIV – Related Stigma, Discrimination and Human Rights Violations, 2005, http://data.unaids.org/publications/irc-pub06/jc999-humrightsviol_en.pdf, Son Erişim Tarihi: 28/10/2016
• Webb, D. (1997), HIV and AIDS in Africa, London and Chicago: Pluto Press.
• Whiteside, A. and Sunter, C. (2000). AIDS. The Challenge for South Africa. Tafelberg, Cape Town: Human & Rousseau.
• Mcneil, Jodi, (2012), “The HIV/AIDS Crisis Emerges: Reponses of the Apartheid Goverrnment” http://www.sahistory.org.za/topic/history-official-government-hivaids-policy-south-africa
• Croat Med J, (2008), “South Africa’s National Response to HIV and AIDS Treatment: Popular Media’s Perspective” https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC2269234/
• Simelela N P & Venter W D F, (2014), “A brief history of South Africa’s response to AIDS”, http://www.samj.org.za/index.php/samj/article/viewFile/7700/5855
• Fisher III & Rigamonti , (Feb 2005), “The South Africa AIDS Controversy: A Case Study in Patent Law and Policy”, https://cyber.harvard.edu/people/tfisher/South%20Africa.pdf
• UNAIDS (Birleşmiş Milletler AIDS) ve WHO (Dünya Sağlık Örgütü) (2003), A History of the HIV/AIDS Epidemic with Emphasis on Africa, http://www.un.org/esa/population/publications/adultmort/UNAIDS_WHOPaper2.pdf New York: Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği Ekonomik ve Sosyal Çalışmalar Departmanı
• Stillwagon, E (2000), HIV transmission in Latin America: comparison with Africa and policy implications, South African Journal of Economics, 68(5), pp 985–1011.
• Jewkes, R. et al, (2010), “Intimate partner violence, relationship power inequity, and incidence of HIV infection in young women in South Africa: a cohort study” The Lancet 376(9734):41-48
• UNICEF, (2012), “Progress for children: A report card on adolescents”
• UNAIDS (2013) “Global Report: UNAIDS report on the global AIDS epidemic 2013”
• Rau, Bill, (Dec 2000), “AIDS in the Context of Development”, UNRISD Programme on Social Policy and Development, Paper Number: 4, https://www.researchgate.net/publication/228997035_AIDS_in_the_Context_of_Development, Son Erişim Tarihi: 12/12/2016
• World Bank, (2005), Gender and HIV/AIDS in Sub-Saharan Africa: Putting Gender on the MAP http://siteresources.worldbank.org/EXTABOUTUS/Resources/GenderAIDS.pdf, Son Erişim Tarihi:10/01/2017
• UNAIDS. AIDS epidemic update. Geneva: UNAIDS; 1999.
• Hunter S, Williamson J, (1998), USAID, “Children on the Brink: Strategies to Support Children Isolated by HIV/AIDS”, Washington
• Human Rights Watch, (Dec 2003), “Policy Paralysis: A Call for Action on HIV/AIDS-Related Human Rights Abuses Against Women and Girls in Africa”, https://www.hrw.org/sites/default/files/reports/africa1203.pdf, Son Erişim Tarihi: 15/01/2017
• Fostera, Geoff & Williamson, John, (2000), “A review of current literature of the impact of HIV/AIDS on children in sub-Saharan Africa”, AIDS 2000, 14 (suppl. 3):S275-S284
• Avert, http://www.avert.org Son Erişim Tarihi: 26/01/2017
• Peter Piot and Sarah Russell, ( Nov 2007), “Good Politics,Bad Politics: The Experience of AIDS” American Journal of Public Health Vol 97, No. 11
• Osborn, June, (1990), “AIDS: Politics and Science”, Preventive Medecine, 19, 744-751
• Cheru, Fantu, (2002), Debt, adjustment and the politics of effective response to HIV/AIDS in Africa, Third World Quarterly, Vol 23, No 2, pp 299–312
• Younde, Jeremy, (2001), “All the Voters Will Be Dead”: HIV/AIDS and Democratic Legitimacy and Stability in Africa”
• Goliber, Thomas, (2002), “Africa’s Political Response to HIV/AIDS”, http://www.prb.org/Publications/Articles/2002/AfricasPoliticalResponsetoHIVAIDS.aspx, Son Erişim Tarihi: 02/01/2017
• Sengendo J & Nambi J, “The psychological effect of orphanhood: a study of orphans in Rakai district” Health Trans Rev 1997, 7 (Suppl):105-124
• Decosas J & Adrien A, (1997), Migration and HIV. AIDS, 11:S77–S84
• Boone, Catherine & Batsell, Jake, (2004), Politics and AIDS in Africa: Research Agendas in Political Science and International Relations, http://home.sandiego.edu/~jmwilliams/ps195yspring2004aidsinafrica7.pdf, Son Erişim Tarihi: 15/01/2017