‘’Bir şeylere üzülüyorsam tuvalete gitmem gerekse bile git-mem. Üzülmekten gidemem. Üzülmeyi bırakıp gidemem.’’
J. D. Salinger’in Çavdar Tarlasında Çocuklar adlı romanındaki müthiş satırlardan yalnızca bir tanesi bu.
Dünya, içinde insan yaşayan yapayalnız bir gezegendir. İnsan ise içinde acılar, ihtiraslar, üzüntüler, dargınlıklar, sevinçler, başarılar, kızgınlıklar yaşatan yapayalnız bir dünyadır. Bizim talebimiz dışında iki insanın bir araya gelerek bir planlama yapması sonucu dünyaya adım atıyoruz hepimiz. Hepimiz bir başkasının, bir başkasıyla olan ortak talebiyiz.
Çocukluk, gelişme çağı, gençlik, yetişkinlik, yaşlılık ve ölüm…
Bu sistematik döngü içerisinde belirli coğrafyalarda belirli zamanlarda ve belirli nedenlerden dolayı acı çekiyoruz.
Acı çekmenin her bünye üzerindeki etkisi farklı mıdır?
Kimisi acı çekmeyi eline yüzüne bulaştırır, kimisi acılarını savmak için yine kendi içinden bir şeyleri feda etmek için çabalar ki bu, cepten harcamanın dik alasıdır.
Bazısına ise acı çekmek yakışır. Öyle güzel acıları vardır ki onların, buram buram incelikler kokar. Acı çektikçe güzelleşir, acı çektikçe üretir ve değer yaratırlar. Acıyı sırtlanıp usulca yürümek, sırtındakine göre yaşamak, acının doğurduklarını büyütmek yalnız onlara bahşedilmiş hususi bir nitelik gibidir.
Edebiyat da acı çekenlere yakışır en çok. En iyi onların elinde şekil alır ve en iyi onlar belirler acının dozunu. Ayak tabanının altına sızan ve saç tellerinin üzerine çıkan her acı ölümcüldür çünkü.
Cem Mumcu, edebiyat ve acı üzerine yazdığı bir makalesinde, “Edebiyat kendini tekmeleyen bir edepsiz at mıdır? Öyledir, çünkü acıya bulaşmıştır, acıya değmiş, acının içine kendine acı dolamıştır. Derdi budur biraz da. Derdi dertsizlik yalanına son noktayı koymak için sürü sepet söylemektir biraz da. Önce içine bakar olan biten acıyı görmek için.
Bakarken gözleri de acır ve eklenir gördüğü acısına bu da. Acıya bakmak için daha da çok acıtır baktığı yeri, bakan yerini ve bakma biçimini. Çünkü, bulacak ve itiraf edecektir acısını. Bilir ki kendine itirafla başlar iktidarla savaşı. O iktidar en çok kendindedir, önce onun ezmeli kafasını. Ki sonra ancak dışarıdaki iktidarın topuna, güllesine, cezasına, acı veren belasına gülümseyebilsin umarsızca. Acı iktidarsızlıktır. İktidarsızlıktan başka hiçbir güç iktidarın karşısında direnme iktidarına sahip değildir çünkü. İktidarsızlık başkadır iktidarsızlıktan. Asıl bela acısız kalmak, olan acıyı görmemektir. Kalem bir bıçağa döner ve keser ve yarar derinlere ulaşmak için ve keskindir ucu. Kepçe dibe daldırılır ve acının sözcükleri yukarı çekilir. Ondandır ki surete ve kağıdın gövdesi ne bulaşır acı ve görünür bakması bilenlerce’’ der ve ekler, “Acı başka olasılıkların olası olduğu bir duruma yani hayata işaret eder.”
Gerçekten de yaşanılan her acı, bünye içerisinde derin matematiksel hesaplara bağlı kalmadan, hayatın bir başka yönünü ifade eder. Edebiyata bağlanan her acı, panzehiri üretilip çoğaltılabilen bir acı türüdür.
Edebiyat, diğer birçok şeyde de olduğu gibi acıyı alır yeniden, yeniden ve yeniden doğurur.
Yaşanılan acı ancak doğru yerinden kavranıp, yüklenildiğinde değerlenir. Salinger’in tasvirinde olduğu gibi acı çekerken başka meşguliyetler olmamalı. Yalnız acıya odaklanmalı ve yalnız onu muhatap almalı.
Örneğin; Genç Werther’in Acıları, sanıldığı üzere Werther’i azaltmamış, aksine olabildiğince çoğaltmıştır. Zaten Goethe de Alman Yüksek Mahkemesinde asistan olarak görev yaptığı sırada aşık olduğu nişanlı bir kadına duyduğu karşılıksız hislerinin, ızdıraplarının sonucunda yaratmıştır Werther’i. Ardından onlarca Werther, acının doğurganlığıyla üremiş ve şekil almıştır.
Raskolnikov’un acılarını çok azımız sezmiş ve onun acılarına ortak olmuş, omuz vermiştir.
Bahar Ateşi romanının gerçek acılarla boyanmış karakteri Helen, o boyadan sıçratmıştır bazılarımızın alnının tam ortasına.
Acı zaferdir.
Birlikteliğin, üretimin, çoğalmanın ve var olabilmenin zaferi. Bu zaferin tadını çıkarabilenler bir köşe başında acıyla karşılaştıklarında, onu oracıkta yüz üstü bırakıp kaçmayanlardır. Alıp edebiyata teslim edenler ve kendi bileklerini, acınınkilerle kenetlendirenlerin zaferidir bu.
Edebiyat, acıların kalesidir.
Edebiyat, acıyan yerlerimizin aynası.
Bu aynayı alıp içinize tutmak ya da acının derin sularında yapayalnız boğulmak yine size kalmış kritik bir tercihtir.