Bir tiyatro oyununu izlemek bazen bir ülkeyi gezmek gibidir. Bir ülkeyi gezmeye başladığımız zaman o ülkenin mimarisi, şehir planlaması ve doğasını izlemenin yanı sıra o ülkenin tarihi, kültürü, insanları, ekonomisi ve bunun gibi birçok detayı gözlemleriz. Aynı yeni bir ülke gezer gibi, yeni bir oyun izlerken de hikâyenin geçtiği ülkenin tarihi, politikası, kültürü, tarihe mal olmuş kişileri, o dönemki halkın refahı, insan haklarının uygulanışı gibi pek çok detayı bir arada izleriz aslında. Tiyatro oyunlarından birçok farklı bilgi edinmiş halde ayrılırız. Çoğu zaman oyunun keyifli akışına yoğunlaşmış olduğumuz için farkına varmayız ama o kısacık sürede çok şey öğrenmiş oluruz. Çünkü oyundan beynimize kazınmış onca görsel ve izlediğimiz hikâye aslında çok çeşitli konuda bilgi içerir ve bu sadece tiyatro için değil tüm sanat dalları için geçerlidir. Roman, tiyatro, müzikal, film vs. gibi eserler, içerdikleri tüm unsurların izleyiciye/okuyucuya kolektif olarak sunulmasını sağlar.
Tabii aynı eseri izleyen insanların her biri eserden farklı şekilde etkilenebilir; eser her izleyiciye farklı şeyler düşündürüp hissettirebilir, farklı algılar ve çağrışımlar yaratabilir. Çünkü sanat yoruma açık ve uçsuz bucaksızdır. Başında da dediğim gibi her bir tiyatro eserini izlemek yeni bir ülke, bir şehir gezmeye benzer ve bir yere gittiğimiz zaman her birimizin dikkatini yüzlerce detay arasından farklı farklı şeyler çeker. Mesela kimimiz mimariye ve sokakların düzenine odaklanırken kimimiz ülkedeki insanların davranışlarına ya da görüntülerine dikkat kesiliriz.
İşte geçen ay izlediğim, Genco Erkal’ın ‘İnsanlarım’ adlı tek kişilik oyunu da içinde birçok unsur içeren, çok şeyler anlatan bir eserdi. O gece o oyun her izleyiciyi farklı düşüncelere daldırmış, başka dünyalara götürmüştür. ‘İnsanlarım’ adlı oyunu izlerken benim hayranlıkla farkına vardığım ve üstüne düşündüğüm ilk şey şuydu; Genco Erkal, hayatını Nazım Hikmet’in ideolojisine ve bunu olabildiğince çok insana öğretmeye adamış bir insan. Hatta Nazım Hikmet’e olan derin sevgi ve saygısını, yine Nazım’ın “İçimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti” dizeleriyle ifade etmiş Genco Erkal.
Bütün oyun Nazım Hikmet’in şiirlerinden oluşmakta, bize bütünde Nazım Hikmet’in hayatını, yaşamının her döneminde yazdığı şiirleri belirli bir sırayla oynayarak anlatan bir oyun. Nazım Hikmet’i hiç bilmeyenlerin onu tanıması ve anlamasına, bilenlerin ne kadar büyük ve güzel bir insan olduğunu kavramasına etki eden harika bir oyun. Gerçekten çok etkilendim ve izleyeli haftalar olmasına rağmen hala etkisindeyim.
Bu benim ilk Genco Erkal izleme deneyimimdi ve performansına kelimenin tam anlamıyla hayran kaldım. Bu nasıl bir ezber; 2 saat boyunca sahnede tek başına aralıksız konuşmak, yaşayarak bir hikâye anlatmaya çalışmak, sahnenin bir sağına bir soluna koşarak, bir an sandalyenin üzerine, birden masaya zıplayarak izleyicinin 1 dakika olsun dikkatinin başka yere kaçmamasını sağlamak. Tek başına 2 saat boyunca yüzlerce insanın tek bir insana bakmasını, onu dinleyip anlamasını sağlamak. Gerçekten önünde saygıyla eğiliyorum. Harikaydı.
Performans kadar oyunun içeriği de mükemmeldi, yani Nazım Hikmet. Oyundan sonra şöyle düşündüm; bir insanın başka bir insanı bu kadar güzel anlatabilmesi için öncelikle onu çok çok iyi anlamış olması lazım. Anlayabilmek için çok çok iyi okumuş, araştırmış olması lazım. O oyunun ortaya çıkması için ortada çok ciddi bir çalışma, araştırma, sevgi ve adanmışlık olmalı. Yani bence tüm bu Nazım Hikmet dolu eserleri ortaya çıkarmadan önceki süreç şu şekilde seyretmiş olmalı: Genco Erkal önce Nazım Hikmet’i okumuş, onu o kadar çok iyi anlamış ve sevmiş olmalı ki bunu herkese bir şekilde anlatmalıyım diye düşünmüş ve onu ve onun ideolojilerini tiyatro oyunlarına entegre ederek tüm izleyenlere aktarma yolunu bulmuştur diye düşünüyorum. Ne kadar da güzel bir görev üstlenmiş.
Tiyatro, öğretmek ve göstermek istediklerinizi sunabilme imkânı veren, anlatmak istediğiniz ne varsa hepsini anlatabileceğiniz harika bir sanat. Okuduğumuz onca şeyi zaman içinde unutabiliyoruz. Hatta okurken aslında çok aşırı etkilenmeyebiliyoruz bazı şeylerden. Ama karşımızda görsel olarak gördüğümüz bir şeyi kolay kolay unutmayız. O yüzden kitap okurken hüngür hüngür ağladığımız olsa bile tiyatro ve sinemalarda ağlamamız çok daha kolaydır mesela. Tiyatro, insanı insana insanla anlatan sanat dalı, doğru kullanıldığı zaman birçok insanı etkileyebilir, farkındalık yaratabilir, öğretebilir, kitlelere hitap ettiği için etkisi büyük olabilir ve aslına bakarsanız dünyayı bile değiştirebilir.
Genco Erkal bu ideolojilerini çok sevdiği yazara olan saygısını ve sevgisini o gece salonda bulunan tüm insanlara gösterdi ve birçok insanın da bundan etkilendiğine eminim. O çok sevdiği insanın etkisini sanatla yaymaya çalışmış ve başarmış Genco Erkal. Yıllar yıllar önce çok doğru tespitler yapan bu zeki, duyarlı, doğruları uğruna savaşan adamı, Nazım Hikmet’i tanıttı bize. Doğruları söylemekten asla vazgeçmediği için nasıl bir hayat sürmek zorunda kaldığını, yıllarca hapislere mahkûm edildiğini, karısından çocuğundan uzak yaşayıp haksız yere dört duvar arasında yıllarca hapsolmuş olmanın verdiği hissi bize göstermeye ve yaşatmaya çalıştı Genco Erkal. Nazım Hikmet’in çok haklı analizlerini, çaresizliklerini, haksızlığa uğramışlığını, ülkesine olan hasretini ve karşılaştığı tüm zorluklara ve adaletsizliklere rağmen ümidini kaybetmeyişini, insanlığa ve kendi halkına olan sevgisi ve inancını, sürülmüş olmasına rağmen memleketine olan derin sevgisini bize muhteşem bir şekilde yaşattı o gece. Ve çok başarılı oldu. O gece yine ve çok daha güçlü şekilde fark ettim ki Nazım Hikmet’in yıllar önce dillendirdiği çok doğru görüşleri bugün hala günümüz Türkiye’si ve hatta dünyası için geçerliliğini koruyor.
Tüm azmiyle, umutlarıyla, inancıyla ve sevgisiyle bizlere bunu coşku içinde anlatan ve aktaran Genco Erkal’a çok çok teşekkür ederim. İyi ki bu harika görevi üstlenmiş. Nazım Hikmet’i ölüm yıl dönümünde saygıyla anıyorum.