Tarih. Dede. Tarih. Savaş.
Tarih. Başarı. Tarih. Galibiyet. Dehşet.
Tarih. Erkeğin tarihi. Tarih, hep aynı tarih.
Tarih; keskin çizgilerle çizilmiş, erkeğin, “devlet adamlarının” tarihi. Tarih; zaferin, büyüklerin tarihi. Tarih, zulmün tarihi. Tarih beyaz, zengin, “Avrupalı” heteroseksüel erkeğin tarihi. Kadını, işçileri, çocukları, köleleri, azınlıkları, ezilmişleri susturmuş bu tarih. Kalemi kağıdı tekeline almış “kendi tarihini” yazmış bu tarih. Unutmuş, unutturmuş bu tarih. Köleyi bir kez daha satmış bu tarih.
2007’de gösterime giren Hana Makhmalbaf’ın yönetmenliğini yaptığı “Buddha: Collapsed Out Of Shame” (Utanç) çocukların gözünden anlatıyor “tarihi”. Eril hükmünü kadının “kurban” edilişini, savaşı, zulmü, baskıyı çocuk figürüyle gösteriyor bize Makhmalbaf. “Hiç bu kadar ‘masum’ bir savaş izlediniz mi?” diye sorar sanki.
Annesi tarafından küçük kardeşine bakmakla görevlendirilen Baktay, alfabeye çalışan Abbas’a sessiz olmasını söyleyerek “dokunur” bilgiye ilk kez. “Kendin okuyamadığın için beni kıskanıyorsun!” der Abbas Baktay’a.
Baktay kitaptaki resimlere bakarak okuyormuş gibi yapar ama kitabı ters tuttuğun farkında bile değildir. Bizse “utanmadan” seyrimize devam ederiz!
“Gücün” ihtişamına dayanamayıp Kristeva’nın deyimiyle “konuşan özne” olma yolunda “yolculuğa” başlama kararı alan Baktay okuma yazma öğrenmeye kararlıdır. Komik hikâyeler öğrenmek için ister okula gitmeyi Baktay. Defter, kalem alabilmesi için paraya ihtiyacı vardır ve annesini aramaya koyulur. Annesini bulamaz ve Abbas’ın “aklıyla” yumurta satmaya karar verir. Derileri yüzülüp çengellere asılmış hayvanların arasından geçer Baktay. Ölümün çocuğa dokunuşunu, “doğallaştırılan” şiddeti alır koyar önümüze yönetmen.
Yumurtalarını satmaya çalışan Baktay ile kendimizi çoktan özdeşleştirmişizdir artık. Okula gitmek isteriz hep beraber! Baktay olup kendimizi bulmak isteriz! Ama yumurtalarımızın ikisini kırmışlardır. Diğer ikisinin parasına da sadece bir defter alabiliriz. Kalemimiz bile yoktur. Kalem niyetine annemizin rujunu alıp koyuluruz okulun yoluna.
Rujla okula mı gidilirmiş! Hiç mi utanma yok bizde!
Zorluk üstüne zorlukla mücadele ederiz. Kendilerini “Taliban askerleri” olarak tanıtan yaşıtlarımızla karşılaşırız. Putperest derler bize. Ellerindeki ağaçtan “silahlarla” oyuncak ederler bizi kendilerine. İki yumurta parasıyla aldığımız defterimizi alıp savaş uçakları yapar kağıttan füzeler atarlar üstümüze. Rujumuzu görüp “günahkar” derler taşlamaya kalkarlar bir de üstüne. Artık sadece “çocuk kadar savunmasızızdır” önlerinde.
“Çocukla çocuk olmayalım” gelin eğelim başlarımızı önümüze.
Tebeşir/kireç tozuyla çizdikleri dairelerinin içine tutsak ederler bizi. Ama okula gitmek isteriz artık. “Oynamak” istemediğimizi söyleriz. Biliriz ki bu bir oyundur. Sınırları zorlar çıkarız dairelerinin dışına. Hatta “sınırımızı” aşar oyun ederiz daireleri kendimize.
Kafamıza kese kağıdı geçirilmiştir artık. Ama biz sınırları sevmeyiz. Çıkarmak isteriz, engellerler. Özgür olmamıza izin vermezler. Çünkü kadınızdır biz, rujumuz olduğu için günahkârızdır bir de.
İmgeler girdabı gibidir “Utanç”. Baktay’ın babasını hiç izlemeyiz filmde. Ama “erkeğin eli” hep ensemizdedir. “Taliban askerleri”nin sesi hep yüksek, parmağı hep havadadır. “Şiddet”, kan, ceset yoktur filmde. İhtiyacımız da yoktur zaten görmeye. “Erkeğin gücü” karşımızdadır artık, televizyonumuzda, evimizde, yemek masamızda, yanı başımızdadır. Normaldir artık savaş, “oyundur” sadece.”Erkek çocuklarının” oyunudur.
Özgür olmamız için, ölmemizin gerektiği bir oyundur (Abbas: “Baktay die, so they will free you.”)
Çocuğun oyunudur, zulmün oyunudur sadece. “Taliban askerleriyken” birden “Amerikan askerleri” olan çocukların oyunudur.
Gören, gördüğünü benimseyip içselleştiren, gördüğünü depolayan, acıyı, zulmü, vahşeti, dehşeti görüp taklit eden çocukların oyunudur sadece.
“Savaş oyunu oynamak istemeyen” bizlerin okula gidebilmemiz için ölmemizin gerektiği bir oyundur sadece “savaş”.
Yıllardır yalnız bırakılan, yıllardır çaresiz, yıllardır okuma yazma bilmeyen, yıllardır komik hikâyeler öğrenmek isteyen “Baktay’’ın kurtulması gereken bir oyundur “savaş”.
Kadının renklerine şahit olurken erkeğin sıradanlığını izliyoruz film boyunca. “Erkeğin rengi” hep soluk, üstü başı hep toz içinde. “Boyamış da boyamış” Makhmalbaf “kadını” filminde…
Erkek hep aynı erkek filmde.
Ve bir de: Bir tutam tarih ekmiş “tarihlerine”.
“Erkek aynı erkek olmasın diye, herhalde.”
Kaynak:
“Utancından Yıkılan Buda (Buda as Sharm Foru Rikht) Utanç Filmi.” YouTube. YouTube, n.d. Web. 15 Nov. 2015.