Bir anne bir baba bir de tatlı mı tatlı bir güzellikten oluşan çekirdek bir aile. Baba, İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuvarı mezunu çok başarılı bir müzisyen; anne, devlet opera ve balesinde çalışıyor, vitray yapıyor. Bir de tatlı mı tatlı Elif var. Kısacası tepeden tırnağa sanatçı bir aile. İstanbul’da yaşamışlar uzunca bir süre, yaşamışlar yaşamasına ama her saniye kaçma fikriyle.
Bülent abi, “20’li yaşlarımdan beri kaçmayı planlıyordum” diyor. Üniversite yıllarının ortalarında şekillenmeye başlamış bu fikir zihninde; şehrin kalabalığından, betonlaşmadan, samimiyetsizlikten kaçma fikri…
Kafasında planlarını oturtmaya çalışırken Neslihan Hanımla tanışmış; tam da aynı düşünceleri paylaştığı bir insan, harika bir insan.
“Evliliğimizin ilk zamanlarında hemen uzaklaşmayı düşünüyorduk İstanbul’dan” diyorlar. Ancak tabii ki bu işin de zorlukları var, hayatınızı komple değiştirmek çok hızlı yapılan bir eylem olamayabiliyor.
Her şeyi ayarladıklarında vakit kaybetmeden düşmüşler yollara; Datça, Küçükkuyu, Güre ve diğerleri tüm sahilleri dolaşmışlar. Onlar gibi düşünen birçok insanlarla tanışmışlar.
“Kızımızın İstanbul’da doğmasını istemiyorduk” diyorlar. Tam öyle olmasa da şehir çocuğu da değil Elif; İstanbul’da doğmuş, yollarda onlarla birlikte seyahatlerde büyümüş, çok şanslı bir çocuk.
“Biz yalnız olduğumuzu düşünüyorduk ama hiç de öyle olmadığını anladık” diyorlar. Çok değerli dostlar edinmişler, misafir olmuşlar, gerektiğinde birbirlerine yardımcı olmuşlar.
Ve yolları bir Gökçeada dönüşü, Çanakkale’nin Denizgöründü Köyü‘ne düşmüş. “İlk görüşte hayran olduk” diyorlar; rahatlığına, insanları ve doğasına…
Benimde yolum işte burada kesişti onlarla, iyi ki de kesişti.
Ve bir arazi edindiler oradan.
Çok güzel bir arazileri var. Arazi içerisindeki ilk işleri dostlarıyla birlikte küçük geçici bir yaşam alanı oluşturmakmış. Çok güzel ahşap bir ev inşa etmişler kendi elleriyle, emekleriyle.
“Bizim amacımız köylülere de yardımcı olmak, onlarla iç içe olmak istiyoruz” diyorlar. Başarmışlar da, köylülerle sevmişler birbirlerini. En çokta Elif’i seviyor köylüler, ev ev dolaşıp hayvanlarla oynuyor.
“Kırsal nüfus git gide azalıyor, köylerine dönmelerini istiyoruz, yaşam şartları onları bu yola itiyor, şehre gidip sabit gelirle çalışmak istiyorlar ama topraklarını da terk etmelerini istemiyoruz” diyorlar.
Bülent abi, ücretsiz kurslar vermeyi planlıyor köylülere, “Yeter ki gelip köylerinde vakit geçirsinler” diyor.
Yavaş yavaş arazilerini işlemeye başlamışlar; domatesleri, üzümleri, sarımsakları… Mahsullerini almaya başlamışlar. “İşin en keyifli noktası da bu” diyorlar.
Tatlı sohbetimiz sonlanırken “Bizim gibi betonlardan kaçmayı düşünenlere elimizden geldiğince yardımcı oluruz” diye de dipnot düşüyorlar bu harika insanlar.
Fotoğraflar: Tolga Mercan