2012 yılında Avusturya’da tanışan konservatuvarlı iki müzisyen Senem Demircioğlu ve İklim Tamkan, Fazıl Say prodüktörlüğünde ilk albümlerini piyasaya sürdü. “İlk Atlas” albümünde şiir ve müziği bir araya getiren ikili ile albümün içeriğine ve müzik ile şiir sevdalarına dair keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Şimdi hep birlikte güzel bir hikâyenin yolculuğuna çıkıyoruz…
İlk olarak müzik kariyerlerimizin başlangıcını sormak istiyorum, sizleri ilk olarak nerelerde gördük?
Senem Demircioğlu: Benim profesyonel müzik hayatım, 11 yaşında Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın piyano bölümüne girmemle başladı. Öncesinde ise çocuk korosundaydım.
Bir süre sonra sahnede şarkı söylerken bambaşka bir keyif aldığımı fark ettim ve opera bölümüne başladım. Müzik hayatımdaki en belirleyici karar, sanırım buydu.
İklim Tamkan: Ben de “kariyer” demeyi pek sevmiyorum. Yarış atı gibi hissettiriyor. Mesleğimiz hayatımızın bir parçası değil, kendisi zaten. Müzik hayatım Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nda başladı. 18 yaşında Viyana Müzik ve Sahne Sanatları Üniversitesi’nde devam ettiğim eğitimim ise gerek akademik anlamda gerek kişisel dünyamda bir dönüm noktası oldu diyebilirim.
“İlk günden beri birlikteyiz ve beraber müzik yapmayı çok seven iki dostuz.”
Mezzosoprano Senem Demircioğlu ve piyanist İklim Tamkan olarak “İlk Atlas” albümünde buluşmanız nasıl gerçekleşti?
İ.T.: Senem’le 2012 yılında Avusturya’da tanıştık. Birbirimizi tanıdıkça, ortak müzik ve edebiyat zevklerimizi fark ettik. Yani biz “ilk günden beri” birlikteyiz ve beraber müzik yapmayı çok seven iki dostuz.
S.D.: Evet, yani biz “İlk Atlas” albümüyle bir araya gelmedik. Bizim müzikal yolculuğumuz sonucunda “İlk Atlas” oluştu. Biz zaten ilk günden beri proje olarak şiirlerden şarkılar yapıyorduk ve bu projenin konserlerini veriyorduk. Fazıl Say’ın önerisiyle bu projeyi albüme dönüştürdük.
Albüme adını veren “İlk Atlas” adının fikir babası kim, nasıl ortaya çıktı?
İ.T.: Aslında bu isim ortak bir karar. Birkaç isim düşündükten sonra “İlk Atlas” şiirinin bizde yarattığı duyguyu sevdik ve albümümüze yakıştırdık. Dostlara da sorduk, hoşlarına gitti ve “İlk Atlas” isminde karar kıldık.
İkinizin birlikte bestelediğiniz “Artık Her Şey Bitti”, albümün en sıra dışı şarkısı olarak yer alıyor. Bu şarkının ortaya çıkış hikâyesini merak ediyorum…
S.D.: Her zamanki gibi şiir seçmek için kitap karıştırmaya başladık. Ahmet Erhan olmasını istiyorduk. Sonra bir gün “Artık Her Şey Bitti” şiirini bulup İklim’e “bence bu olabilir dedim” ve başladık çalışmaya. Stüdyo süreci de eğlenceliydi açıkçası, özellikle son kısımdaki koro bence etkileyici oldu.
İ.T.: Albümün genel atmosferine baktığımızda “Artık Her Şey Bitti” epey bir değişik.
Bir parçamız da dinamik olsun istedik ve farklı renkler katmak istedik. Ben parçanın arkasına yerleştirdiğimiz sesler/efektler konusunda çok heyecanlıydım, zira dikkatli takip ettiğinizde arkada baştan sonra bir hikâye anlatılıyor.
“Fazıl Say, güvenip inanmadığı işe imzasını atmaz.”
Albümü yaparken, hangi şairlerden esinlendiniz?
İ.T.: Esinlendiğimiz, okuduğumuz bir sürü şair var. Tek tek yazmaya kalksak sıkıcı bir liste olur.
Bir iki tanesini yazsak diğer ustalara ayıp.
S.D.: Albümü yaparken özellikle şair seçmedik, bizi etkileyen, hayata bakışıyla, duruşuyla kendimize yakın hissettiğimiz insanların metinlerini kullandık. Albümde olmayan şarkılarımız da var, bestelemek istediğimiz şiirler de var. Yani albümdeki isimler dışında da çokça şairimiz var.
Fazıl Say ile bu albümü buluşturmanız nasıl oldu ve onun prodüktörlüğünde bu albümü yapmanız, size neler kattı?
İ.T.: Aslında bu buluşma bizim sayemizde olmadı. Fazıl Say bizi bu albümle buluşturdu. Kendisinin bir parçasına yaptığımız düzenlemeyi çok beğendi ve “Bu muhakkak kaydedilmeli. Kendi parçalarınızı da katın, gelin size albüm yapalım” dedi. İyi ki de demiş.
S.D.: Fazıl Say’ın kendi albümleri dışında ilk prodüktörlüğü bu projede oldu. Bu yüzden çok şanslıyız bence. Çünkü Fazıl Say, tahmin edeceğiniz gibi güvenip inanmadığı işe imzasını atmaz.
“İkimiz de aynı karakterde olsaydık çok sıkıcı olurduk.”
Bu ikili birbirini nasıl tanımlar? Huyunuz suyunuz birbirinize nasıl uydu?
İ.T.: Çok farklı iki karakteriz biz. Senem bana nazaran daha az kaygılı, hatta neredeyse kaygısızdır. Sükûneti çoğu zaman bana iyi gelir. Ben daha meraklı, kurcalayıcı bir tipim. Senem az konuşur, gözlemler, “sakin ol” der.
S.D.: İklim ise benim aksime çok heyecanlı ve aceleci bir karakterdir. Her şey aynı anda ve çabucak olsun ister. Ama bu zıt karakterlerimiz müziğimizde inanılmaz bir uyum sağladı bize. Birbirimizi müzikte dengeliyoruz sanırım. Zaten ikimiz de aynı karakterde olsaydık çok sıkıcı olurduk.
Albümün fotoğraf çekimleri için nerede kiminle bir çalışma yaptınız?
S.D.: Albüm fotoğraflarını Mehmet Turgut çekti. Çekimleri Tuz Gölü’nde gerçekleştirdik. Çok keyifli bir çekimdi.
Yetkin Dikinciler ile birlikte Nâzım Hikmet’i “Yarın’a Davet…” adlı etkinlikle andınız. Nasıl geçti?
İ.T.: İzmir ve Adana’da iki etkinlik yaptık ve çok zevk aldık. Yetkin Dikinkiler, zaten harika bir insan ve oyuncu. Onun sesi Nâzım’ın dizeleriyle birleşince bambaşka bir atmosfer oluştu sahnede. Böyle bir eser yaratıp sahnelemekten çok keyif aldık.
Bu albümle birlikte hangi kitlelere ulaşmak istiyorsunuz? Beklentileriniz nelerdir?
S.D.: Ulaşabildiğimiz herkese müziğimizle ulaşmak istiyoruz. Şiir sevene müziği, müzik sevene şiiri ulaştırmak istiyoruz. En büyük beklentimiz ise her müzisyen gibi sahnede olmak. Sahneden seyircimizle iletişime geçmek en büyük keyfimiz.