24 Ağustos 1947, Rio de Janerio, Brezilya. Dünya edebiyatına kalıcı bir etki bırakacak olan Paulo Coelho dünyaya geldi. Dünya edebiyat tarihinin belki de en verimli dönemine denk gelmesi, onun, diğer çağdaşlarıyla birlikte en büyük şansı sayılabilirdi.
Dünya, savaşların ardından, yazınsal açıdan birçok yakıcı malzeme ile baş başaydı. Savaşlardaki yıkımlar, Nazi kampları, yükselen faşizm, açlık ve diğer tüm felâketler insanlık hafızasını adeta sıfırlıyor, yeni ve çok daha yıkıcı bir hafıza oluşuyordu. İşte Coelho, böyle bir dünyanın içine doğdu. Bu, Coelho eğer bir insansa onun için şanssız bir deneyimdi, ama bir yazarsa, onu şanslı saymamak elimizde değildi. Ve elbette Coelho, bir yazardı.
Yazarlık kariyeri öncesinde, şarkı sözü yazan ve gazetecilikle uğraşan Coelho’yu, dünyaca ünlü bir yazar yapan şey neydi? 1988 senesinde, dünyada birçok dile çevrilecek ve onu dünyaca ünlü bir yazar yapacak eseri Simyacı yayımlandı. Eser Endülüslü bir çoban olan Santiago’nun yaşamını anlatıyordu. Ama kitabın felsefi yönü, dünyada büyük bir yankı buldu ve fenomen kitaplar arasında yerini aldı. Simyacı ile birlikte, Veronika Ölmek İstiyor, Beşinci Dağ gibi diğer büyük eserleri de edebiyat camiasında bol eleştiriyle karşılaştı. Bu eleştirilerin birçoğu olumlu yöndeydi. Ve çağdaş yazarlar arasında, Coelho’nun yeri giderek sağlamlaştı ve dünyada en çok okunan yazarlardan birisi oldu.
“Yaşamdaki basit şeyler en sıradışı olanlardır; sadece bilge kişiler onları anlayabilir.” – Simyacı, 1988.
Dünya edebiyat tarihine bakıldığında, edebi hafızada yer edinmiş olan pek az Latin Amerikalı yazara rastlarız. Belki de bunların en ünlüsü Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia Marquez’dir. Bir ikincisini sayacak olursak, bu isim Coelho olacaktır. Bu veri bize, Coelho’nun başarısının bir tesadüf olmadığını gösterir. Avrupa coğrafyasında doğan ve yetişen birçok yazar, yazınsal açıdan verimli topraklara doğarak diğer coğrafyalara nazaran, edebi hafızaya iz bırakma açısından doğuştan yetkin görünürler. Ama Coelho, edebi açıdan pek de verimli olmayan topraklarda, dünyaca ünlü bir yazar olmayı başarmışsa, bunun, kesinlikle onun edebi bir başarısı olduğunu kabul etmemiz gerekir. Ki onun bu edebi başarısı, büyük olasılıkla sadece günümüz adına değil, sonraki yüzyıllarda da geçerliliğini koruyacaktır.
“Yolunu bulduğunda korkmamalısın. Hatalar yapmak için yeterli cesaretin olması gerekir. Hayal kırıklığı, yenilgi ve umutsuzluk Tanrı’nın bize yolu gösterme araçlarıdır.” – Brida, 1990.
20. yüzyılın psikolojist edebiyat hareketi, okurla yazarın duygudaşlık kurabilmesi için iyi bir fırsattı. Ve Coelho, okuruyla kurduğu duygudaşlıkla, bu ünü sonuna kadar hakeden yazarlardan birisidir. Kitaplarında okuru dinleyen bir yazardır Coelho. Ve kimi edebiyat çevrelerince, bu, edebiyatın olmazsa olmazıdır. Bunu başarabilmek, üst düzey ve doğuştan olduğunu var saydığımız bir yeteneği gerektirir. Coelho, bu yeteneği barındıran birisi olarak değil, bu yeteneğin ta kendisi gibi görünmektedir. Bizler, Paulo Coelho gibi bir yazarla aynı zaman dilimi içerisinde gökyüzüne bakabildiğimize göre, yazılı ve sözlü tarihi daha şimdiden okuyor ve yazıyor gibiyizdir.
“Kalbin neredeyse hazineni bulacağın yer oradadır.” – Simyacı, 1988.
Başlık Fotoğrafı: © Boris Heger