Figüranın niteliğine, dönüşümüne ve yeni işlevine, bir önceki yazıda değinmiştim. Bu yazıda, sinemanın ve imaj sanatlarının yeni figüranlarını ve ortamlarını, farklı bir perspektiften ele alıyorum. Sinemanın negatif diyalektiğinin uzamsal çerçevesini çizip kronolojik bir fotoğraf eşliğinde, bu yazıda, bu yeni figüranların niteliklerini ve evrimlerini işleyeceğim.
Montaj, basit bir birleştirmeden öte, insan zihninin mekanizmalarına uygun olarak, sinema ekranının manipülasyon yöntemlerinden birisidir. Zaten suni bir akışlar toplamı olan videonun, bir de farklı parçaları, bazen ilgisiz de olabilir bunlar (örneğin, Lynch’in Rabbits’i), başka bir akış gösterisi sağlayacak şekilde bir araya getirmektir. Kesilmiş parçalar, koyuldukları yere göre, farklı bir anlatım oluşturabilir, anlatımı değiştirebilir, tamamen yok edebilirler. Kurgunun ve montajın büyüsü de buradan gelir, senaryo tamamen kurgunun insafına kalır çoğu zaman. İmajların iktidarı, metinler üzerindeki egemenliğini, sinemanın icadı ve kurgunun karşı konulmaz efekti ile sağlamlaştırdı ve sürekli hale getirdi.
Lev Kuleshov kurgunun işlevini şu şekilde anlatır; “Üzerine harfler yazılarak dağıtılmış ayrı küpleri bir araya getirerek, kelime veya cümle kuran çocukların yaptığı gibi, yönetmen de filmi yapmak için ayrı, birbirleriyle ilgisi olmayan, farklı an ve günlerde çekilmiş parçaları bir araya getirerek, dağınık pozları en uygun, anlamlı, eksiksiz ve düzenli bir sekilde sıralamalıdır. Bu da filmin montajını anlatan en basit, en ilkel şemadır…“
Burada kullanılan “çocuk” metaforu, kurgu evrenine adım atan insanın (bu benzetmeye yönetmen de dâhildir) hem fikir obezitesini hem de oral dönem bebeği heyecanını anlatmak için harika bir kullanım. Dinamik görüntüler sanatının, yap boz zanaatkarı olan yönetmen, dilediği taktirde anlatılan olayın yapısını değiştirme, hatta mesajı tamamen bambaşka bir kıyafet içine sokma tasarrufunu elinde tutar. İşte kurgunun, sinema için fevkalade düzeydeki önemi, buradan gelir. “Kuleshov efekti” adı verilen kurgu deneyi, bu “etkiyi” en iyi özetleyen örneklerdendir.
İnsan beyninin parçaları birleştirme mekanizması üzerinde etki eden bu sahne, kurguyu eksiltili imajlar üzerinden kurduğunda dahi, işini tamamlayabileceğini gösteriyor. Kameranın gösterdiği ortamdan birkaç kareye tanık olan izleyici, yönetmenin, kurmasını istediği ilgiyi, bu sahneler arasındaki bağlantı tamamlanmadan da kurabiliyor. Üzerinde daha çok duracağım noktalar, bir yandan bu “tamamlama” mefhumu ve kurgunun sinematik evrimi.
Fotoğraf makinesinin icadı ve gelişimiyle birlikte, 20’nci asrın “sanatı”, kolaj olarak görülmeye başladı. Aslında bu, fotoğraf parçalarını kesip başka bağlamlar üzerinde kurgulayarak, yeni bir kompozisyon oluşturmaktan “ibaret” görülüyor. Ancak sanat, seçilecek parçalarda ve bu parçalar arasındaki ilişkiye göre birleştirme hünerinde kendini gösterir. Kolaj, fotoğrafın kurgusudur. Kıstırılmış, hareketsiz fotoğrafların kurgusu kolaj, hareketlendirilmiş ve akışını yakalamış fotoğrafların kolajı ise kurgudur.
Ancak kurgu ve kolajın işlevleri, sanatın endüstriyel sömürü sistemine dahil olmasıyla beraber, oldukça değişti. Şimdi kurgu endüstrinin neşteri haline geldi, yönetmenler ve yapımcıların, filmleri ayrı ayrı “piyasaya” sürmesi bile bunun açık bir göstergesi. Bu “mekanik çağda” (Benjamin) kurgu, zaten “sıkıcı yerleri makaslanmış hayat” (Hitchcock) olan sinemanın, daha da dinamikleşip tamamen haz verici bir uyarıcı madde haline gelmesinde rol oynadı ve oynamaya devam ediyor.
Kolaj ise bambaşka bir yerde duruyor. Medyanın sosyalleşmesiyle birlikte önem kazanan fotoğrafın, farklı kompozisyonlar anlatacak şekilde birleştirilmesini sağlayan programlara evrildi ve evcilleşti. Önce bir sanat olan kolaj, bugün en fazla bir mutfak aleti hükmünde, çoğu zaman. Tabii ki hâlâ bu sanata gönül verenler var, ama verilen gönüller arasında, robota dönüşmemiş olanlar pek azdır. Bunun sebebi ise çok basit: İnsanlar bulundukları gerçeklikten kaçmak istiyorlar ve sinema, televizyon, müzik gibi endüstriler, artık tamamen cevap veremiyor bu ihtiyaca. Burada ise iş, korsan programların, dizüstü iktidarına düşüyor.
Tan Tolga Demirci‘nin, Zincirleme Film Tamlaması adlı kısa filminde, ekranda beliren bir sahnedeki cümle, tam olarak buradaki konunun sloganlaşmış versiyonu: “Montaj öldü, yaşasın kolaj!” Bu cümle, sinemanın serzenişi, sanatın endüstrinin dişlileri arasında ezilişi ve imgelerin başkaldırısıdır. Matbaa kadar önemli bir buluşun, mutfak robotu seviyesine indirgenmesine karşı, yenik bir haykırma, yok olan bir slogan. Deneysel imajların sanatından, mekanik bir fabrika aletine dönen fotoğraf makinesi ve sinemaskobun, internet çağındaki yenik izdüşümü, fotomontaj ve fotoğraf efektleri olarak vücut buldu. Evet, “Montaj öldü, yaşasın kolaj!” ve “Sanat öldü, yaşasın yapboz!”