Attığım başlıkla ilgili yazmadan önce bu yazıya denk gelmeleri umuduyla dün beni şaşırtan, kıran hatta öfkelendiren bir gruba seslenmek istiyorum. Sevgili ‘duyarlı’ insanlar, bir insan cinsiyeti yüzünden öldürüldüğünde akıl vermez, tavsiyede bulunmaz, neredeyse cinayeti meşrulaştıracak tavra bürünmezsiniz. Eğer böyle şeyler söyleyecekseniz, susarsınız. Çünkü kadınlar olarak o an tavsiyeniz en son ihtiyacımız olan şey. Çünkü o an bambaşka hislerin ortasında debeleniriz. Sadece acı yapışmaz yakamıza. Üzüntünün yanı sıra kaygıyla da boğuşuruz. Ya bir gün bu yüz, arkadaşımın, kız kardeşimin yüzü olursa? Olmasın, çok fazla kişi sevdiğini yitirdi. Artık ölmeyelim, yitirmeyelim. İşte bu hislerin ortasında sizin akıl vermelerinize gerçekten tahammül edemiyoruz. Ne olur susun. Bulunmayan Gülistan Doku’nun, yaşamını yitiren Pınar Gültekin’in, Ceren Damar’ın, Emine Bulut’un, her gün yaşama hakkı çalınan sayısız kadının hatırına susun. İlla konuşacaksanız, şunu söyleyin: İstanbul Sözleşmesini uygulayın!
Sözleşmeden bahsetmeden önce bir de şu soruyu sormak istiyorum. Her kadın cinayetinin ardından yine bir kadını, anneyi suçlamayı nasıl beceriyorsunuz? Yani koskaca sistemin devam ettireni sadece kadın mı? Susun lütfen ya, yettiniz artık! Tüm uzak kalmalarıma, nefret etmemeye çalışmalarıma rağmen şişirdiniz içimi. Ben ki yıllardır haber izlemiyor, dünyanın keşmekeşinden uzak kalma çabası içinde yaşıyorum. Bunun yanı sıra aylardır meditasyonla, yin yoga ile ruhumu sakinleştirmeye, huzurlu ve iyi hissetmeye çalışıyorum ama arkadaşımın da dediği gibi bu ülkede iyi hissetmek ne mümkün…
Hem uygulanmayan hem de imzacısı olmaktan vazgeçilmek istenen İstanbul Sözleşmesine gelince dedikleri gibi eğer uygulanırsa yaşatan bir sözleşme. Sözleşmenin önemli yanlarında biri de sözleşme, kadınlar tarafından tüm kadınlar için yaşam hakkımıza sahip çıkmak üzere yazıldı. Sözleşme, kadına yönelik şiddette tamamen kadının yanında. O yüzden çok önemli ve mutlaka savunulmalı.
Elbette sözleşmenin önemi sadece bu değil. Eğer uygulanırsa kadına yönelik şiddeti önler, ev içi şiddette bireyleri korur, toplumsal cinsiyet eşitliği ve toplumsal eşitlik kavramlarını tanımlar, şiddete maruz kalanları korur.
Şunu da belirtmek gerekir ki sözleşme insanların sadece iki cinsiyet kimliğinden ibaret olunduğunu düşünmez. Şöyle ki gölge raporlar aracılığıyla lgbti bireylerin uğradığı şiddetin tanınması ve önlem alınması belirtilir.
Sözleşmenin dört ana başlığı şöyle özetlenebilir; kadına yönelik şiddetin temelinde yatan toplumsal cinsiyet eşitsizliğine neden olan cinsiyetçi tutum ve davranışları değiştirmeyi hedefleyerek şiddeti önlemek. Şiddete uğrayan kadın şikayetten vazgeçse dahi şiddet suçu karşısında faillere gerekli cezayı vermek. Dayanışma merkezi, sığınak, cinsel şiddet kriz merkezi gibi destek mekanizmalarını kurarak şiddet riski altındaki kadınları korumak. Ülke çapında kadına yönelik şiddet ile mücadele edebilmek için kurumlar arasında gerekli koordinasyonu kurmak.
İstanbul Sözleşmesi, bizler için su gibi. Yönetenlerin sözleşmeye yaklaşımı da tıpkı su krizinde olduğu gibi; göstermelik. İhtiyacımız olan ise barışmaya ikna eden, kadını suçlayan mekanizma ve kişiler değil, sözleşmenin gerçekten uygulanması.
Kaynak: Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı
Sözleşmenin tamamı için: https://rm.coe.int/1680462545