Musul ve Halep’te isyancıların yönetiminde bulunan bölgeler gazeteciler için oldukça tehlikelidir. Ancak Ortadoğu haberlerine karşı muazzam bir ilgi duyulduğundan, medyanın dolaylı yoldan elde ettiği bu bilgilerin güvenirliliğini sağlaması gerekmektedir.
Suriye ordusu ve Şii asıllı yardımcı müttefik kuvvetler Doğu Halep’e doğru kendi yollarında ilerlerken aynı zamanda Amerikan öncü hava kuvvetleri tarafından desteklenen Irak askeri de Doğu Musul’u ele geçirmeye çalışmaktadır. Son iki haftadır bombalanmakta olan Halep’te yaklaşık 300 sivilin hükümetin topçu birlikleri tarafından öldürüldüğü; öte yandan Musul’da ise son bir ayda 600 sivilin hayatını kaybettiği bildirilmektedir.
Tüm bu benzerliklere rağmen bu iki işgal, uluslararası medya tarafından tamamen farklı bir biçimde bildirilmektedir.
Musul’da Işid rastgele kullandığı havan topları ve intihar bombacıları ile sivil kayıplarından sorumlu tutulurken; Irak ordusunun, hava yollu geçişine tamamen izin verilmektedir. Işid ayrıca; sivillerin canlı kalkan olarak kullanılabilmesi için şehri terk etmelerine mani olmasından kaynaklı suçlanmaktadır.
Bunun tersine Batı basını, Esad’ın kaçmaya çalışan veya kalmayı tercih eden sivilleri ayırt etmeksizin yaptığı kıyımı barbarlık olarak tanımlamaktadır. BM insan ilişkileri başkanı S.O’Brien bu hafta Halep’teki isyancıların öldürülmesinin durdurulmasını önermiş; ancak bu konu, Musul’dan farklı olarak, fazla ilgi görmemiştir.
Doğu Halep ve Doğu Musul işgallerini birbirine benzer kılan ve aynı zamanda geçmişte yaşanan diğer kuşatmalardan farklılaştıran tek faktör; İsrail’in Beyrut (1982) ve Gaza (2014) kuşatmasında olduğu gibi, bu bölgelerde bağımsız yabancı gazetecilerin bulunmamasıdır. Yabancı gazeteciler; Işid’in yabancıları esir alması ve kafa kesme operasyonları gibi makul gerekçelerle orada bulunmayı tercih etmemektedirler. Yakın zamana kadar El-Kaide’nin Suriye operasyonuna dahil olması ile birlikte Jabhat el Nusra, yabancıları daha çok fidye amaçlı esir alarak kana susamışlığı sadece bir nebze perdeleyebilmiştir.
En az 45 mülteci kaçmaya çalışırken mevcut rejim tarafından öldürülmüştür.
Suriye’deki topyekün silahlı direnişi idare altına alan iki grup bulunmaktadır; Halep’te savaşan 10 bin savaşçının sadece yüzde 20’sini oluşturan Nusra; Ahrar el- Sham güçlerinin de desteği ile yerel halka önderlik etmektedir.
Beklendiği üzere yabancı gazeteciler Doğu Halep ve isyancılara ait bölgelerle ilgili gelişmeleri Lübnan ve Türkiye üzerinden bildirmektedirler. Bizzat kendi gözlemleri ile haber yapmayı deneyen korkusuz muhabirlerden kimileri kendilerini ya esir alınmış ya da alelacele bir araba bagajına tıkılmış bir biçimde bulmuşlardır.
Tecrübeler, yabancı muhabirlerin hayatlarını Suriye’deki en ılımlı muhalif güçlere bile emanet etmemekte çok haklı olduklarını göstermektedirler. Ancak işin garip yanı; aynı medya kuruluşlarının çocuk kaçırma ve insanları rehin alma konusunda potansiyeli yüksek kesimlerden topladıkları haberlerin gerçekliğine güvenmeye devam etmelerindedir. Her ne kadar tarafsız eylemcilere güvendiklerini söyleyerek kendilerini savunsalar da tüm kanıtlar, Doğu Halep’teki bu tip grupların faaliyetlerini sadece El-Kaide örgütünden alınacak izinler çerçevesinde yürütülebildiklerini göstermektedir.
Savaş esnasında aktarılan haberlerin hayat mücadelesi veren direniş hareketince propagandaya dönüştürülmesi veya dönüştürülmesine müsaade edilmesi kaçınılmaz bir durumdur. Kusur buna sebep olandan ziyade; şüphe uyandıran tek taraflı hikâyelerle beslenen medyanın buna razı gelmesindedir.
Örneğin; son haftalarda Doğu Halep’te çevrilen bir filmde, sivil ölüm ve yaralanmalardan oluşan insani trajedinin yürek burkan görüntüleri yer almaktadır. Filmde yaralı ya da ölü 10 bin askerin vuruluşuna yer verilmiştir.
Elbette bunlardan hiçbiri yeni değildir. Orta Asya’daki mevcut savaş; Saddam Hüseyin’in sahip olduğu kitle imha silahlarının tehdit unsuru yarattığı gerekçesiyle Amerika tarafından 2003 yılında Irak’a müdahale edilmesi ile başlamıştır. Batılı gazetecilerin üzerinde durmakta oldukları gibi, kitle imha silahlarının varolduğunu öne süren Iraklı muhaliflerin kanıtların peşine düşmüş olması, oldukça memnun edici bir gelişmedir.
Benzer hikâyeleri üreten; hayatlarını tamamen Saddam’ı devirmek ya da Amerika’ya devirtmek üzerine kurmuş olan bazı kesimler; kendilerini yanlış bilgilendirildiklerini öne sürerek Irak muhaliflerini eleştirme küstahlığını da göstermişlerdir.
Çok benzer bir şekilde 2011 yılında Libya’da Nato desteği ile ortaya çıkan Kaddafi karşıtlığı da sadece kendi çıkarları için çalışan medyanın saflığının (!) bir göstergedir.
Libyalı muhalifler tarafından yayılan ve çoğunlukla insan hakları organizasyonu tarafından asılsız olduğu kanıtlanan vahşet hikayeleri kısmen kaynak olarak gösterilse de, hızlı bir şekilde düzenlenerek haberlere konu edilmişlerdir.
Suriye Savaşı’nı yayınlamak oldukça güç bir iştir; özellikle muhaliflerin kontrolü altında olan bölgelerde haber yapmak İşid ve El-Kaide’nin çeşitli türevlerinden dolayı oldukça tehlikeli hale gelmiştir. Kamuoyunda bu bölgelerden gelecek haberlere yönelik ciddi bir duyarlılık oluştuğundan ötürü söz konusu medya şirketleri; savaşın bizzat içinde yaşamakta olan özellikle cihad karşıtı gruplara üye ya da sempatizan olma ihtimalleri yüksek kesimlerden dolaylı yoldan gelen bu haberlere itibar etmek durumunda kalmışlardır.
Habercilerin genel bir zaafı; başkaları tarafından hazırlanan haberleri aktarırken gerçekleri derinlemesine irdeliyormuş gibi davranmalarıdır. Aslında insanların çoğunlukla kendi mesleki yaşamlarını, bürokratik çatışmalarını ve hatta kini, yalanı ve uğradıkları haksızlıkları dile getirmelerinin amacının bu konuları ön plana çıkarmak istedikleri olduğunu, eskiden beri çok iyi bilirler.
Burada mütevazi/iyi niyetli habercileri ayırmak/korumak adına belirtmek gerekir ki; gündemi kişilerden ziyade evde, işte ve medyada oluşan sürü pisikolojisi belirler. Olayı yakından takip edenler baş haber yapılmaya çalışılan, iştah kabartan bu masallara her ne kadar şüpheyle yaklaşsalar da, yapabilecekleri pek de birşey olmadığını hissederler.
2002-2003 yıllarında birçok New York Times gazetecisi, WMD (Kitle İmha Silahları) hakkında şüphe uyandıran hikayeler yazmıştı. Amaç; ileride yazılacak yeni makalelerle gazetelerin içine gömülü bu hikayeleri ortaya çıkarmak, Saddam’ın bu silahlara sahip olduğunun ve dünyayı tehdit ettiğinin kanıtlanmasını kolaylaştırmaktı.
Gazeteciler ve benzer şekilde halk; Suriye ve Irak ile ilgili haberleri makul bir şüphe eşliğinde değerlendirmelidir. Eski BM ve Arap Cemiyeti Özel Temsilcisi Lakahr Brahmin’in 2014 yılında görevinden ayrılırken yaptığı açıklamada söylemiş olduğu sözler, her zaman akıllarda tutulmalıdırlar: “Herkesin kendi gündemi vardır; Suriye halkının çıkarları ondan sonra gelir, belki daha sonra, belki de hiç…”
İfade; Suriye trajedisini bu zamana kadar yayınlanmış kitaplar arasında en doğru ve tarafsız şekilde anlatan Christopher Phillips tarafından yazılmış “Suriye Savaşı: Ortadoğu’da Uluslararası Çekişme” isimli kitaptan alınmıştır. C.Phillips hangi olayın neden meydana geldiğini açıklayabilmek için kanıtları sağduyulu bir şekilde değerlendirmiştir. Yabancı güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda Suriye’nin gündeminde ve yaşanılması gereken olaylarda karar kıldığını ve dışardan gerçekleştirilmekte olan müdahalelerin hangileri olduğunu gayet iyi anlamış ve bunları kitaba aktarmıştır.
Sonuçta; hükümet yetkililerinin gelişmelerle ilgili en yalın açıklamalarına itibar edip; Esad’ın her zaman devrilme eşiğinde olduğunu kabul ederek aslında gazeticilerden çok daha iyi bir iş çıkarmıştır.
Phillips kitabında; 2011 yılında Suriye’de halk ayaklanması tepe noktasındayken ve medya Esad’ın bitirildiğine ikna olmuşken, Damascus’da uzun yıllar hizmet veren İngiliz büyükelçi Simon Collis’in, Esad’ın hala nufusun 30-40% ‘ın oluşturan destekçisine güvendiği ifadesine yer vermiştir.
Fransız Büyükelçi de yine aynı şekilde ihtiyatlı yaklaşım gösterdiğinden dolayı Paris’teki üstleri tarafından; “Verdiğin bilgiler doğru olmamakla birlikte Esad rejimi yıkılmalıdır ve er ya da geç yıkılacaktır” cevabı ile terslenmiştir.
Bu yazı Independent‘ta yayımlanan yazıdan Türkçeye Gaia Dergi için çevrilmiştir.