19’uncu yüzyıl birçok bakımından dünyada değişim rüzgârlarının estiği bir yüzyıldır. Bu değişimlerin en çarpıcı örneklerinden birisi, edebiyat alanında, edebiyatın neliği ile ilgili yapılan sorgulamanın ardından, birçok farklı edebiyat türünün ve edebiyat yapış tarzının ortaya çıkmasıyla deneyimlediğimiz değişimdir. 19’uncu yüzyılda yaşanan bu radikal değişimin, hiç şüphesiz baş kahramanlarından ve sembollerinden birisi, karanlık edebiyatla bizi tanıştıran isim Edgar Allan Poe’dur.
18 Ocak 1809 tarihinde, Boston doğumlu olan Edgar Allan Poe’nun hayatı, her edebiyatçıda olduğundan biraz daha sıradışı izler barındırıyor. Henüz küçük yaşlarda babasının evi terk etmesi ve annesinin ölümü üzerine Poe, zorlu bir yaşama başlamış oldu. Virginia’da bir ailenin onu yanına almasıyla eğitimini sürdürebildi. Beş senelik bir İngiltere yolculuğunun ardından Virginia’ya yeniden döndü ve burada kısa süreli olarak Virginia Üniversitesi’nde eğitim gördü. Bu arada kumar borcu yüzünden bakımını üstlenen aileden aldığı destek kesilen Poe, kendisini hayatta kalma uğraşıyla baş başa buldu. Bu sıralarda kendisini güvence altına almak istercesine orduya katıldı ve bir süre burada yaşamını sürdürdü.
Yaşamın onu karamsarlığa itmesiyle Poe, bu karamsarlığı yansıtabileceği bir alan olan edebiyata iyiden iyiye yöneldi. Başarılı öykü ve şiir örnekleri ile Poe, gelecek yüzyıl edebiyatına derin izler bırakacağının sinyallerini verir gibiydi. Ama tabii bu sırada yaşamındaki olumsuzluklar artarak devam etmekteydi. Edebiyat eleştirmenliği ile hayatını kazanan Poe, 1936’da evlendiği eşini 1947’de kaybetti. Bu günden sonra onun için kendini kaybetmiş, yönsüz bir yaşam kaçınılmaz oldu. Kendisini iyiden iyiye içkiye veren Poe, içtiği bir meyhanede fenâlaştıktan sonra hastanede yaşamını yitirdi. Tarih 7 Ekim 1849’du ve Edgar Allan Poe henüz 40 yaşındaydı.
Poe’nun bu erken ölümü büyük bir üzüntüyle karşılanmadı. Çünkü henüz Poe’nun dünya edebiyatına etkilerinin farkında değildi kimse. Cenaze törenine yalnızca birkaç kişi katıldı. Yalnız, köhne ve sefil bir hayatın ardından, vedası da bu yaşama paralel olmuştu Poe’nun. Ama arkasında bıraktığı eserler ölümsüzdü. Özellikle “Kuzgun” isimli şiirinin başarısı yadsınamayacak derecedeydi.
Kalkıp haykırdım: “Getirsin ayrılışı bu sözlerin!
Rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan!
Hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın!
Dağıtma yalnızlığımı! Bırak beni, git kapımdan!
Yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan!”
Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
Oda kapımın üstünde, Pallas’ın solgun büstünde
Oturmakta, oturmakta Kuzgun hiç kıpırdamadan;
Hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin
Bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan,
O gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan
Kalkmayacak – hiçbir zaman!
(Kuzgun şiiri, çev. Ülkü Tamer)
Edgar Allan Poe’nun korku, gerilim, polisiye gibi edebi türlerin sembol isimlerinden birisi olduğu çok açıktır. Ve onu bekleyen kötü sonun, eserleri ile uyum göstermiş olması da, yazarın yaşamı ve edebi tutumu konusunda bize içtenlik gösterdiğini de söylemek oldukça mümkündür. Poe’nun yaşam öyküsü ve edebiyata kattıkları hafızamızda yer etmeye her zaman devam edecektir ki Edgar Allan Poe, yaşamında görmediği saygı ve ihtimamı, günümüzde fazlasıyla görmektedir.
Yersiz bir derinlik düşünceyi karıştırır, zayıflatır; bir noktaya toplanmış, devamlı, dümdüz bir dikkatle bakarsanız, Çoban Yıldızı bile gökyüzünden silinip yok olabilir. (Morgue Sokağı Cinayeti)
Bazı eserleri:
– Annabel Lee
– Morgue Sokağı Cinayeti
– Kuyu ve Sarkaç
– Kızıl Ölümün Maskesi
– Kara Kedi