Gündem şu an bu iki kavramdan çok da bağımsız bir noktada değil. Size şimdi ufak bir düşünce egzersizi yaptırmak istiyorum. Bana katılabilirsiniz veya eleştirmek istediğiniz çok nokta olabilir; ama kendinize bu yazıyı okurken itibar mı özgüven mi sorarak düşüncelerinizi tekrar gözden geçirin.
Yüzyıllardır aynı kavgayı veren ve muhalefet olan bir taraf vardı zaten; coğrafyası, ırkı, kökeni, rengi, dili, toplumdaki statüsü (!) ne olursa olsun aynıydık hep. Kimi zaman pasif agresif bir muhalefet yaptık, kimi zaman en önde, en aktif olanlar olduk kavgalarımızda. Kimse öyle ya da böyle, bir şekilde susturamadı. Dedim artık ben de susmayacağım! Kadınlardan anlattım, onların mücadelelerini paylaştım, okudum, öğrendim, öğrettim, tartıştım, etiketlendim, konuştum, konuşuldum, ama susturul(a)madım. Bilgi güçtür sandım, daha da okumak ve öğrenmek için can attım, bana da şans verirler mi dedim!? Yanlış bu! Kimse şans vermez, ikna etmeye çalışırsınız ama zaten onların akıllarında belli bir karar vardır, onlar aksine sizi ikna etmeye çalışırlar. Görülmez, görünmez olursunuz! Rosa Parks beni duyuyor musun? Seni çok iyi anlıyorum yaşadıklarından yıllar sonra, çok değil 18 yıldır bu dünyada değilsin ve çok bir şey değişmedi ne yazık ki! Nasıl umut kırıcı bir tablo var inanamazsın.
Okursun, kendini donanımlı hale getirirsin, görünür olmak ve “ben” demek istersin. Sen artık ülken, ailen ve en önemlisi kendin için bir şeyler yapmak istersin. Sonuç düşüncelerin, duyguların, algıların katledilir. Sen sanki hiçbir şey bilmeyen, hiçbir işe yaramayan, “ederin bu kadar, giderin şu kadar” olursun. Duyuyor musun beni Rosa Luxemburg! Bolşevikler yok ama başkaları var! O seçilmişler (!) emeğine değer biçmeye devam ediyorlar. Ya sen Clara! Clara Zetkin sen olanları görüyor musun? “Hayatın olduğu her yerde savaşmak istiyorum” demiştin. Gel de burada savaş, o katılaşmış ruhlarla, yozlaşmış fikirlerle savaş! “O kitaplardan, daha çocukken, insanın inancı uğruna ölmeye hazır olması gerektiğini öğrendim.” Ben o inanç uğruna, yaşarken ölüyorum itibarımın, özgüvenimin delik deşik edildiği, kimin benim sahibim miymiş neymiş konuşulduğu, haklarımın ve ideallerimin bana sorulmadan tartışılıp karara bağlandığı şu güzel (!) dünyada. Neredeyse bir asır geçti ölümünün üzerinden, bak nerede dünya? Okuyorsun, hayat için savaşıyorsun ve bir bakıyorsun sen bir hiçsin, hiç. Sana bir şans dahil çok görülüp, yoktan sebeplerine inandırılmayı kendine hazmedemiyorsun.
Okullar okursun, diller öğrenirsin, bilginin peşinde koşarsın, yeteneklerinle her şeyi başarırım sanarsın. Dur bakalım! Öyle kolay değil. Sen ne sandın kendini I. Elisabeth falan mı? Onun hakkında bile araştır bak, önce bakire miymiş neymiş yok kutsal mıymış o yazıyor! Niye niye? O mu görülüyor bir tek sahi? Ben tutmuş ne diyorum, okudum ettim falan. Benim mi yeteneklerim görülecek de, ederim belirlenecek de, ben de toplumda saygın bir statüde olacağım! Peh! Gör bak gör! Hiçbir şey değişmedi, asırlar geçti, şu dünyada kemiklerin bile kalmadı hala benim ne olduğum, nasıl bir kadın olduğum konuşuluyor!
Hayaller kuruyorsun, hedefler koyuyorsun, o hedeflere yürümüyorsun engelli koşu yapıyorsun! Niye mi? Çünkü sen eş de olmak istiyorsun, anne de olmak istiyorsun, başarılı bir kadın da! Hepsini yapabilirsin esasında. Ama sana soruyorlar işte neyi ne kadar ‘yapabilirsin ki’? Hakkında karar veriyorlar, çocukla bu tempo olur mu? Aynı pozisyondaki iş kadına olur mu? Ama kadın o kadar yol gider mi? Böyle uzar bu sorular. Hiç soruldu mu bir erkeğe? Beyefendi çocuğunuzla ilgilenebilecek misiniz bu tempoyla? Ailenizin size ihtiyacı olur mu bu çalışma saatleriyle? Seyahat engeliniz var, aile ile zor falan? Alnınızı karışlamak istiyorum ben! Görün Manchesterli işçi kadınlar! Çocuklarınıza afyon verip uyuttunuz, evlerde 21 saat çalıştınız! Ne değişti? Kırdık mı önyargıları? Aksine hem cinslerimiz bile yöneltti bu soruları bize! İnandırılmaya çalışılıyoruz, inandırılmaya. Akıllarındaki kalıplara sokulmaya çalışılıyoruz!
Hadi diyelim girdin bir işe, ulaştın hayallerine. Peki ne kadar alabiliyorsun hak ettiğini? İstediğin pozisyon seni altın tepside bekliyor mu? Bekleyen var, o ayrı! Tanıyorsan birilerini bekler o seni, hiç tasalanma! Ama tırnaklarınla kazıdın, hem okudun hem çalıştın, haksızlıklara susmadın, konuştun anlattın. Ulaştın mı bari aynı haklara, hak ettiğin konuma, hayallerine? İnsan gibi yaşayabildin mi hem zamanını hem paranı yatırdığın aklınla, fikrinle? Yoksa inandırılmaya çalışıldın yine o bahanelere, altı boş nedenlerle “üzgünüz, sizinle devam edemeyeceğiz” cümlelerini işitmeye? Soruyorum ya soruyorum. Bak, Nezihe Muhiddin! Kadını topluma yaklaştırayım, pardon toplumu kadına yaklaştırayım diye uğraştın da, oldu mu bak, oldu mu? Bir arpa boyu yol alabildik mi? Halen bu söylediklerimi yaşamadınız mı? Hayalleriniz yıkılmadı mı? Sustunuz mu, susmadınız mı?
Birileri sorar şimdi, evet beni gündem yakından ilgilendiriyor, ama bunlar daha çok ilgilendiriyor. Farklı yerlerden, isimlerden, olaylardan, örneklerden kısaca anlattım işte. Daha da veririm isterseniz yüzlerce örnek, yüzlerce sebep. Ne değişti? Söyleyin! Aştık mı engelleri, düğümlendi mi boğazımızda yine cümlelerimiz, akıttık mı yine gözyaşlarımızı? Kimin umrunda? Benim umrumda! Tek bir insanım ama, benim umrunda! Umursadığım bir bu kaldı zaten, tek bile kalsam beni inandıramayacaklar! Peki ya sen? Ya siz inanacak mısınız?