Paketli gıda tüketimi, seri üretim ve seri tüketim kültürünün doruk noktasına ulaştığı günümüzde neredeyse tüm rafları paketlenmiş gıda ürünleri ile doldurulmuş market zincirleri bu kültürün adeta kaleleri olarak nitelendirilebilmektedir. Paketlenmiş gıdalar ise, zenginlerin gıda kültürü olarak yansıtılmakta. Market zincirlerinin cirolarının vardığı korkunç rakamlar aynı zamanda paketli gıdanın zenginlik, geleneksel yöntemlerle üretilen gıdanın yoksulluk ile özdeşleştirilmesi sürecinin tüm küre üzerinde ne denli içselleştirildiğinin de göstergesidir.
Paketli gıdaların hijyen ve güvenilir gıdanın simgesi haline getirilmesi ile palazlanan seri tüketim kültürü de paralel olarak yaygınlaştırılmaktadır. Öyle ki paketli gıdanın zararlarının bilinir hale gelmesi, tüketilmemesi konusunda telkinlerde bulunulması ve insanların organik/işlenmemiş olana yönlendirilmesi, paketli gıdanın her gün daha fazla tüketilmesinin önüne geçememektedir. Bu durum, paketli gıdaların her birimizin hayatında vazgeçilemez bir yer edindiğinin en açık göstergesidir. Paketli gıda tüketiminin seri hale getirilmesi süreci, paketli gıdanın hijyenik ve güvenilir gıda olarak kabul ettirilmesi ile başlamıştır. Tüm kültürleri içine alacak şekilde genişleyen bir seri ve paketli tüketim kültürü yaratılmada son derece başarılı olunmuştur.
Söz konusu ürünlerin üzerinde içeriklerinin yazılması zorunluluğu insanların bu gıdalara güvenebileceği konusundaki yargıları kuvvetlendirmektedir. Fakat bu durum yoğun işlem görmüş ve çeşitli katkı maddeleri kullanılarak raf ömrü normalinin birkaç katı uzatılmış paketli gıdaların sağlığa zararını ortadan kaldırmamaktadır. Bir diğer durum ise her pakette aynı tadı alabilmenin keyfini süren paketli gıda müşterilerinin varlığıdır. Bu müşteriler içerikle ilgili herhangi bir kaygı duymadan, tükettiği gıdanın neliğiyle değil, tadıyla ilgilenen tüketicilerdir. Ve sonuç olarak gıdayı gıda olmaktan ziyade sadece açlığı önleyen bir meta olarak niteleyen tüketicilerdir.
Paketli gıda tüketiminin zenginlikle özdeşleştirilmesi, monokültürün başarıyla tersi algıyı yarattığı bir gerçekliği de çarpıtmaktadır. Bu durum, endüstrileşmiş ülkelerde zenginlerin genel olarak taze ve paketlenmemiş gıda tükettiği gerçekliğinin perdelenmesi anlamına gelmektedir. Eğer zenginler sanıldığı gibi paketli gıda tüketmeyi tercih etmiyor, taze ve paketlenmemiş gıdaları tüketiyorlarsa, işlenmiş ve paketlenmiş gıdayı asıl tüketenler yoksullardır. Bu algı aynı zamanda paketli gıdanın monokültür ürünü olduğu ve geleneksel gıdalara yoksulluk ithaf edilerek aşağılanması ile geleneksel gıda ürünlerinin yok edilmesi ve gıda pazarında tekelleşme yaratmak amacıyla paketli gıda tüketiminin sürekli olarak yüceltildiği gerçekliğini ortaya çıkmaktadır.
Amaç ihtiyaç karşılamak değil, ihtiyaç fazlasını satmak
Gıdanın sektöre manipüle edilmesinin en temel göstergesi olan paketli gıdalar, aynı zamanda depo edilebilir alışverişlerin yapılması gibi yeni oluşan bir kültürü de körüklemektedir. Raf ömrünün uzatılması, indirim broşürleri ve ilanları, teşhir sisteminin yaygınlaşması (bunda gıdanın paketlenebilir olması en büyük etkendir) ve yeni ihtiyaçlar üretme (bir ürünün kullanılabilmesi için başka bir ürünü satın alma zorunluluğu ya da bir ürünün etkisinin başka bir ürünle artırılması gibi) gibi temel faktörlerin etmen olduğu yeni bir alışveriş kültürü son derece yaygınlaşmıştır. Bu alışveriş kültüründe ihtiyacı karşılamak temel amaç değil, ihtiyaç fazlasını satabilmek temel amaç haline dönüşmektedir. Bu noktada satın alındıktan sonra depo edilen ve belki de hiçbir zaman kullanılmayan ürünler ciddi bir tüketim ağını oluşturmaktadır. Boşa satın alınan ürünler ise her şeyden önce doğa ve canlılar için ciddi birer maliyettir.
Tüm üretim ve tüketim süreçlerini ele geçirmek amacıyla hem doğaya hem de canlılara savaş açan monokültür aklın tekelleşme üzerine eğilmesi aynı zamanda açgözlülüğünü de ortaya koymaktadır. Bu açgözlülüğün yansıması ise depolama mantığı ile yapılan yeni alışveriş kültürüdür.
Değerler dünyamıza ve önceliklerimize tüm dışlayıcılığı ve körlüğü ile savaşını ilan eden monokültür, hayatı idame etmek için zorunlu olan gıdamızı ele geçirerek, gıda tekelini ilan etmek için son adımları beklemektedir. Dünyamızı dört bir yandan saran gıda tekellerine hiçbir şey borçlu değiliz. Buna karşılık geleneksel/yerel gıdamızın yok edilmesini engellemek ve sürdürülebilirliğini sağlamak için hem doğaya hem de geleceğimize büyük bir borcumuz vardır. Gıdanın metaya dönüşmesinin önüne geçmek için yerel gıdanın değerini hatırlamak ve hakkını teslim etmek, gıda üzerinde oluşturulan çarpık zenginlik ve yoksulluk algısını değiştirmek, gıda ile müşteri- meta ilişkisi kurmak yerine gıdanın üreticisi ve savunucusu olmak atılabilecek ilk ve en önemli adımlardır.