Ankara Büyükşehir Belediyesi “Tarihi Kent Merkezi” projesi adı altında, Ulus’ta tarihi yeniden ortaya çıkarmayı hedefleyen bir proje hazırlığında. Proje kapsamında SGK’ya ait Ulus ve Anafartalar İş Merkezi ile Ulus Hali gibi tarihsel değeri olan mimari yapıları trampa usulü ile alıp yıkarak, yerlerine tarihi dokuya uygun olacağını iddia ettiği bir meydan planlamakta.
Özlem Mengilibörü, Tanju Gündüzalp
Toplumsal olarak birlikte yaşadığımız, paylaştığımız mekanlar hayatımızı ne kadar doldursa da üzerinde çok da fazla düşünmeyiz, gündelik hayatımızın koşturmacasında. Evden işe giderken geçiş yolumuzdur, otobüs durağımızdır, bazen biraz kuruyemiş almak için, gazetelere göz atmak için kısaca durakladığımız, sıklıkla da işimizi halledip geçip gittiğimiz. Bazen artık geçmeyiz bile yanından/içinden, hâlâ aynı şehirde bile olsak, çocukluk anılarımızda bir nefestir artık sadece, elimizi ayağımızı çekmişizdir çoktan.
“Belki de asıl istenmeyen bu insanlar, sadece anılar veya mekanlar değil. Onları istenmeyen olmaya iten, istenmeyen dünya düzeni de olabilir, kim bilir…” (Mahluk, Deniz Atlı)
Oysa bütün bu geçip gitme ve gitmemeler, bizim kendimizle, geçmişimizle, birbirimizle kurduğumuz bağdır, hissetmesek de. Yaşamı deneyimlediğimiz gerçek anlar, toplumsal olmaya dair adımlarımızdır. Mekan, bizi topluma bağlayan ve burada bizi üretendir. “Geçmişin masalını, geleceğin hayalini” buradan yazarız. Çocukluğumuzun mutluluğunu hep sokakta ararız, tıpkı önümüzdeki baharın ilk ışıklarını da sokakta arayacağımız gibi.
“İnsanın insana ve inkar ettiği kendi yitik doğasına karşı sürdürdüğü kıyım, ötekinin bastırılmasının inceltilmiş bir acı çektirme ayinine dönüştüğü gündelik hayatın sıradan kıyımı…” (Çölde Vals, Besen İdil Börtücene)
Ulus Meydanı da, tüm kocaman binaları ve kalabalığıyla, hepimizin çocukluk sevgisi ve ilk gençlik isyanıdır aslında. Eskinin havalısı, şimdinin demodesidir. Rengarenk akide şekeri için yalvarışımızdır. Çeyiz dükkanından çekirdek aileye isyan edip kaçışımızdır. Hiç oturtmayan, hep hazırolda tutan kamusallığımızdır, ama gitmesek de görmesek de bizim köyümüzdür. (Ayşe Gülkızı)
Yer: Ankara, Bölge: Ulus, Cadde: Hisarönü, Yapı: Anafartalar Çarşısı, 1967’de açılan bir yarışma üzerine, Ferzan Baydar, Affan Kırımlı, Tayfur Şahbaz’ın kazandığı proje ile elde edilen yapı bütünü, Ankara’nın ilk gelişim bölgesinde ve ilk alışveriş yapısı. Kurulan yeni yönetim biçiminin, yeni yapı elde edişlerinde, yeni bir aşama; Kübik tarzı, cephe niteliği, ilk yürüyen merdiveni, içinde alışveriş yapılan koridorlar ve o koridorlarda sanat eserleri barındıran bir tasarım olması itibariyle, birçok ilke sahip, bir modernizm denemesi. Ama ne zaman, 1970’lerde…
“Topluma, devlete, ideolojilere, sisteme hatta bize göre kimdir makbûl şahıs?” (Makbûl müsün?, Fahri Aksırt)
Ve o günden bu güne, eve gidiş geliş ve yaşama merkezi Ulus olanların birçok ihtiyacını karşılamış, birçok yaşanmışlığını duvarlarına işlemiş yapısı: Anafartalar Çarşısı. Tam 50 yıllık bir bellek, yaşanmışlık, kültür, anlam.
Kent deyince; işte bu 50 yılın biriktirmelerinin ve görmelerinin toplamının bizim aklımızla etkileşimi değil midir; olan, yaşanan, öğrenme/kültürel bellek yolculuğumuzun köşe taşı? Fakat; büyüme, mutenalaşma ve ‘yenicilik’teki doz aşımı hastalığımız, neo-liberal diye adlandırılan günümüz birey/sermaye politik aklı, işte 2018’de, bize ‘yık-yenile-dönüştür-unut ve hiç biriktirme’yi getiriyor. Nüfus ve göç artınca, şehir de büyüyor, karmaşıklaşıyor ve çirkinleşiyor, yaşadığımız yer(ler)in tüm bellek olanakları da sisteme kurban ediliyor. Bu değişimde nefes alabildiğimiz alanlar da; kendi tarihimizde yaşadığımız yerler, içinden geçtiğimiz alanlar, kentin tarihi, belleği, o sokaklar, o yapılar, o parklar oluyor. Ve bu bizimle birlikte, kentin büyümesi ve yaş almasının tüm belleği oluyor. Kitaplara, filmlere, geleceğe değen hikayeleri üretiyor. (Tanju Gündüzalp)
Alıntı: Duvar