20’inci yüzyılın ikinci yarısında, Türkiye edebiyatında âdeta bir devrim yaşandı. Kendilerine “İkinci Yeni” ismini veren Cemâl Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyar, Ece Ayhan, Sezai Karakoç, Seyfettin Başçıllar gibi şairlerle roman ve öykü alanında kalıcı eserlere imza atan Oğuz Atay, Tezer Özlü, Yusuf Atılgan ve onlardan biraz daha önce Sabahattin Ali gibi yazarlar, Türkiye edebiyatının çehresini iyiden iyiye değiştirdiler. Türkiye edebiyatı milliyet ve din gibi nosyonlardan uzak, çağın felsefi ve edebi gelişmelerine ayak uydurabilen, yer yer realist, yer yer postmodernist ama bütünüyle özgürlükçü bir edebiyat ekolü oluvermişti. İşte bu edebi devrimin öncülerinden birisi olan Yusuf Atılgan, 26 sene önce bugün, 9 Ekim 1989’da aramızdan ayrıldı.
27 Haziran 1921’de Manisa’da doğan güzelimiz Yusuf Atılgan, ilk ve orta öğretimini Manisa’da, liseyi ise Balıkesir’de tamamladı. Daha sonra ise okumayı çok istediği Türk Dili ve Edebiyatı bölümü için İstanbul Üniversitesi’ne kaydoldu. Burada Türkiye edebiyatının önde gelen isimlerinden ders alan Yusuf Atılgan okuldan mezun olunca öğretmenlik mesleğini icra etmesi için bir liseye atandı. Fakat çok sevdiği bu meslek onun için uzun soluklu olmadı. Zirâ Yusuf Atılgan’a örgüt üyeliği suçlaması ile hapis cezâsı verildi. Aldığı bu cezâ, onun hayatından hem 10 ayını çaldı hem de çok sevdiği mesleğini. 1946 senesinde hapisten çıkan Atılgan, daha sonra Manisa’da bir köye yerleşti ve hayatının hatırı sayılır bir bölümünü burada çiftçilik yaparak geçirdi. Ama edebiyat sevgisi hiç azalmadı ve 1959 senesinde ilk romanı olan Aylak Adam, Varlık Yayınları tarafından yayımlandı. Bu kitap Yusuf Atılgan’ın edebi hayatında bir dönüm noktasıydı. Aynı zamanda Türkiye edebiyatı için de oldukça önemli bir mihenk taşı sayılabilirdi. Kitapta uyumsuz bir karakter yaratan Atılgan, yabancılaşma temasını da başarıyla işleyerek belki de 20’inci yüzyıl edebiyatının ensemize vuran “yabancı” nefesini daha doğrudan hissettirdi bize.
“Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kim zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine; sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutmağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi , pırıl pırıldı. Herkesin, ‘- Veli ağanın öküzleri gibi öküz, yoktur, ‘ demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!” (Aylak Adam)
Aylak Adam romanıyla Türkiye edebiyatında derin bir etki yaratan Yusuf Atılgan, 1973’te yayımlanan Anayurt Oteli ile edebi kimliğini iyiden iyiye belirginleştirdi. Roman Bilgi Yayınevi tarafından basıldı. Bu romanın kahramanı Zebercet de yine “uyumsuz” ve “yabancı” bir karakterin izlerini taşıyordu. Tıpkı Aylak Adam’da olduğu gibi içsel çatışmalar ve yoğun duygudurum bu eserde de göze çarpıyordu. Bu iki önemli eserin ardından yazın çalışmalarına devam eden Yusuf Atılgan bir yandan da hastalıklarının verdiği acıyla boğuşuyordu. Çektiği acıya ancak 1989’a kadar dayanabildi. 9 Ekim günü kalp krizi geçiren Yusuf Atılgan hayata İstanbul’da veda etti.
“Dayanılacak gibi değildi bu özgürlük. Ayaklarıyla masayı itip aşağıya yuvarladı; bir boşluğa düşerken durdu. Gözleri ağzı açık, bacakları gerilerek, çırpınarak sallanırken kollarını kaldırıp başının üstünden ipi tutmaya uğraştı. (Ne oldu? Yapmayı unuttuğu bir şeyi mi anımsadı birden? Ya da yeryüzünde tek gerçek değerin kendisine verilmiş bu olağanüstü yaşam armağanını korumak, her şeye karşın sağ kalmak,direnmek olduğunu mu anladı giderayak? Yoksa bilinçsiz canlı etin ölüme kendiliğinden bir tepkisi miydi bu?)” (Anayurt Oteli)
Yusuf Atılgan’ın Türkiye edebiyatına kattığı şey şuydu: Edebiyatın, insanların hoşuna gidecek şeyleri veren, onları mutlu ve huzurlu kılacak, yer yer coşturacak ve heyecana getirecek bir şeyden ibaret olmadığını, bazen onları rahatsız etmenin, huzursuz etmenin ve bunu olabildiğince sadeleştirerek ve yalın bir dille yapmanın edebiyat için cesur ve elzem olduğunu gösterdi bize. Huzursuzluk, yabancılık, içsel çatışma ve minvâli duygular, okuyucuyu her yönden rahatsız ediyor olsa bile, işlenmeliydi ve aktarılmalıydı. Yusuf Atılgan işte bunu yaptı. Çoğu zaman bir yazar edâsından çok bir öğretmen edâsıyla yaptı bunu Atılgan. Günümüze değin ulaşmış, geleceğe de muhtemeldir ki ulaşacak ve en az bizi etkilediği kadar geleceği de etkileyecek eserler bırakan Yusuf Atılgan’ı saygı ve sevgiyle anıyoruz.
Bazı Diğer Eserleri:
Canistan – Roman tarzında (2000)
Bodur Minareden Öte – Öykü tarzında (1960)
Çocuk Kitabı: Ekmek Elden Süt Memeden – Öykü tarzında (1981)