Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta hayallerimizi kışkırtıcak bir ütopya hüküm sürüyor: Uzupis Cumhuriyeti. Burası bağımsızlığını 1 Nisan 1997 yılında ilan etmiş bir mahalle. Mahalle deyip geçmeyin; bayrağı, kendi para birimi, cumhurbaşkanı, bakanlar kurulu hatta 11 kişiden oluşan bir ordusu bile var.
Bağımsızlık tarihleri olan benim epeyce manidar bulduğum 1 nisanı her yıl “Uzupis Günü” olarak kutluyorlar; hatta o gün isteyenlerin pasaportuna bir damga bile basıyorlar. Tüm bunlar çok güzel olsa da resmiyete dökülmüş pek bir şey yok aslında. Yani ne Litvanya hükümeti tanıyor özerkliklerini ne de diğer resmi kurumlar. Yine de bu onları kendi anayasalarını oluşturmalarına engel olmamış gibi gözüküyor.
41 maddelik doğa dostu, insan özgürlüğü kadar hayvan özgürlüğü ve bireyselliğini savunan kendi içinde tutarlı anayasa ondan farklı dilde mahallenin bir duvarında asılı duruyor. Son üç maddeyse mahallenin mottosunu oluşturuyor: “Yenilme, karşılık verme, teslim olma!”
İşte bu anayasa:
1. Herkesin Vilnele nehri’nin yanında yaşamaya hakkı olduğu gibi Vilnele nehri’nin de herkesin yanından akmaya hakkı vardır.
2. Herkesin sıcak suya, kışın ısınmaya ve başını sokacak bir yere sahip olmaya hakkı vardır.
3. Herkesin ölmeye hakkı vardır; fakat bu bir zorunluluk değildir.
4. Herkesin hata yapma hakkı vardır.
5. Herkesin bireysellik hakkı vardır.
6. Herkesin sevmeye hakkı vardır.
7. Herkesin sevilmemeye hakkı vardır; fakat bu zorunlu değildir.
8. Herkesin bilinen veya ünlü biri olmama hakkı vardır.
9. Herkes aylaklık yapma hakkına sahiptir.
10. Herkes bir kediyi sevme ve ona bakma hakkına sahiptir.
11. Herkesin bir diğerinin ölümüne kadar bir köpeğe bakma hakkı vardır.
12. Bir köpeğin köpek olmaya hakkı vardır.
13. Kedi sahibini sevmek zorunda değildir, ancak zor zamanlarda sahibine yardım etmelidir.
14. İnsan bazen görevlerinin farkında olmama hakkına sahiptir.
15. Herkesin tereddütte olma hakkı vardır; fakat bu o kişinin görevi değildir.
16. Herkesin mutlu olmaya hakkı vardır.
17. Herkesin mutsuz olmaya hakkı vardır.
18. Herkes sessiz kalma hakkına sahiptir.
19. Herkes bir şeye inanma hakkına sahiptir.
20. kKmsenin şiddete başvurma hakkı yoktur.
21. Herkesin kendi acizliğinin ve muhteşemliğinin farkına varma hakkı vardır.
22. Herkes sonsuzluğa karşı gelme hakkı vardır.
23. Herkes anlama hakkına sahiptir.
24. Herkes hiçbir şey anlamama hakkına sahiptir.
25. Herkesin birden fazla milliyete tabi olma hakkı vardır.
26. Herkesin kendi doğum gününü kutlama ya da kutlamama hakkı vardır.
27. Herkes kendi adını hatırlamalıdır.
28. Herkes sahip olduklarını paylaşabilir.
29. Kimse sahip olmadığını paylaşamaz.
30. Herkesin erkek-kadın kardeşi ve anne-babası olmasına hakkı vardır.
31. Herkes bağımsız olma yetisine sahiptir.
32. Herkes kendi özgürlüğünden sorumludur.
33. Herkesin ağlamaya hakkı vardır.
34. Herkesin yanlış anlaşılmaya hakkı vardır.
35. Kimsenin başka birisini suçlu göstermeye hakkı yoktur.
36. Herkesin kendine özel olma hakkı vardır.
37. Herkes hiçbir hakka sahip olmama hakkına sahiptir.
38. Herkesin korkusuz olmaya hakkı vardır.
39. Yenilme.
40. Kavgaya karşılık verme.
41. Teslim olma.
Peki, buraya kadar her şey çok ilham verici hatta şairane gözükürken hayaller gerçeklere teslim oluyor mu gelin bakalım.
Bölge, geçen en eski kayıtlara göre 15. yüzyıldan beri banliyö niteliği taşıyor. Düşük kiralar ve güvencesiz koşullar nedeniyle o zamanlardan itibaren bölgenin sakinleri alkolikler ve sanatçılardan oluşuyor.
Bugünkü gibi bir turizm merkezine dönüşmesinin tek aktörüyse sadece bu ütopik sanat projesinin yaratıcıları değil aynı zamanda yerel ve ulusal politikacılar. Bu dönüşümün nedenini birkaç tarihsel kırılma noktasına bağlayabiliriz bu yüzden. Bunlardan birincisi ekonomik ve politik bir neden olarak sayılabilecek olan Vilnius’un genelindeki yeniden canlandırma projesi.
Vilnius 1994 yılında UNESCO tarihi miras listesine girmesiyle bölgesel ve uluslararası politik faktörler lokal otoritelere bölgeyi korumaları ve yenilemeleri konusunda baskı yapmaya başlıyor. 1995 yılında Dünya Bankası’nın yardımıyla pek çok farklı ülkeden toplanmış uzmanla birlikte yenileme projesi başlatılıyor. Daha çok turistik rotalar ön planda tutularak hazırlanan projenin 2000 yılındaki ayağınıysa Uzupis oluşturuyor.
İkinci nedense Holokost ve Sovyet’lerin etkisinde yaşananların bölgeye ve insanların günlük yaşamına, politik duruşuna etkisinden kaynaklanıyor. Zaten belli bir tasavvur gücüne sahip sanatçıların zihninde yaşananlardan uzaklaşmak ancak gerçeği bükmek ve yenisini üretmeye çalışmakla mümkün oluyor. Bu düşüncelerle 90’larda Uzupis’in sanatçı sakinleri bölgeyi yeniden keşfetmeye başlıyor. Bunlardan biri olan şu an bölgenin cumhurbaşkanı Romas Lileikis öncülüğünde otantiklik, barış ve doğa anahtar sözcükleriyle bölgenin yeni imajı için çalışmalara başlanıyor.
Evler ucuz olmasına rağmen bu sanatsal proje için dışardan gelen insanların kiraları karşılayamaması üzerine pek çok ev nehrin kenarındakilerden başlayarak 1997-1998 yılları arasında işgal ediliyor. Bu hızlı değişimden korkan bölge halkı en iyi haliyle çekingen en kötü haliyle saldırgan bir tavır sergiliyor. Hatta birkaç defa Romas’ın arabası parçalansa da bölgedeki kültürel değişimin etkileri ekonomik olarak görülmeye başlayınca tepkiler hafifliyor. Tabii o zamana kadar pek çok alkolik değersiz gördükleri evlerini birkaç şişe vodkaya değiş tokuş etmiş olsa da iş işten geçmiş oluyor onlar için. Giderek bölge punklar gibi yeni alt kültürler için bir meskene dönüşürken, ülkenin yeni festival merkezi oluyor aynı zamanda. Barış adası olduğu iddasıyla herkes için özgürlük vaadi veren cumhuriyet, çok kısa sürede popülerleşerek yeni kiracılarını buluyor.
Özel ruhu, yaşam kalitesi ve benzersiz atmosferi için taşınan bir grup olsa da 2003 yılında Vilnius Üniversitesi’ne bağlı olarak yapılan bir araştırmaya göre yeni gelenlerin aslında yüzde 50’si merkezi olması nedeniyle geliyor. Bölgenin yeni sakinlerinin sosyo ekonomik durumları ve eğitim seviyeleri önceki sahipleriyle karşılaştırıldığındaysa bölgede soylulaştırma olduğunu söylemek hiç de yanlış bir tanı olmayacaktır. Son yapılan yapılardaki karakteristik değişiklikler, sürekli süren inşaatlar, her gün bir yenisi açılan üçüncü nesil kahveciler bu hastalığın semptomları olarak ele alınabilir.
Şüphesiz ki şu anda yeryüzünde gerçekleşmiş bir ütopya olabileceği düşüncesine her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Ama üzülerek kendi gözlemlerime dayanarak da söylüyorum ki bu ütopya Uzupis değil. Uzupis iyi niyetle başlatılmış, pek çok insanı heyecanlandıran bir fikir olsa da ne yazık ki cin fikirli sistem insanlarının elinde markette pazarlanabilecek bir ürüne dönüşmüş durumda.
Esnek kapitalizmde artık sert uçlar yok; engellemek yerine kendinden olana dönüştürüyor. Liberalizm bir elini turizme bir elini inşaat ve emlak sektörüne bağlayarak aslında bölgenin ruhunu çürütmüş durumda. Ama ne olursa olsun olabileceklerin sınırı hayallerimizde ve Uzupis Cumhuriyeti turistik bir gezide görülen bir gündüz düşü gibi hayalperestler için.