Bildiğimiz bazı sözcükler yan yana dizildiğinde, anlamını kavramakta güçlük çekebiliriz. Topluluk temelli tarım, tam da böyle bir örnek. Aslında güzel bir çiçeğin kokusu… Kendimize açtığımız bir oksijen çadırı… İpeksi bir dokunuş…Toplumsal bir yeniden anlamlandırma, harekete geçme, sahip çıkma…
Yeni yeni deneyimlerle aykırı yollarda yürüyoruz. El yordamıyla, bazen danışarak çoğu zaman paylaşarak belirsiz geleceğe, umut yüklü bir kapı aralıyoruz. Sevgili Nietzsche’nin yazdığı gibi: “Sınamalı insan kendisini, bağımsızlığa mı yazgılı, boyun eğmeye mi?”
Topluluk temelli tarım yeni öğrendiğimiz bir kavram. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki köyler ve köylüler yıllar içinde eriyip, azalıyor, yok oluyor. Köylünün, yetiştirdiği ürünlerini değerinde satması gittikçe imkânsızlaşıyor. Ürünlerin besin değerinin değil, kozmetik görüntüsünün, albenisi olmasının önemi artıyor/arttı. Büyük marketler parlak domatesleri, iri yeşil elmaları ve çekirdeksiz karpuzları raflarına dizip, talebi kozmetik yönünde oluşturuyorlar. Varsın bunları yemek isteyenler, alsın sofralarına taşısınlar. Biz, besin değeri yüksek gerçek gıdayı talep ediyoruz. Bunları küçük köylü üreticilerden doğrudan alıp, değerini tam ödeyip, aradan aracıları ve onların kȃrlarını çıkarmak istiyoruz.
Soframıza koyduğumuz domatesin, ıspanağın, portakalın özünde ne var? Bunların her biri önemli besin kaynaklarımız. Oysa yapılan pek çok araştırma, on yıllar içinde, bu besinlerin içerdikleri vitaminlerin, minerallerin değişik oranlarda düştüklerini, giderek besinden çok posa niteliği taşımaya başladıklarını gösteriyor. En yalın olarak bunun iki nedeni var; ilki geleneksel tohumlarımızı değil, hibrit tohumları ekiyoruz. İkincisi bitkiyi esas olarak besleyen toprağı iyileştirmeyi bıraktık, tam aksine onu zehirliyoruz.
Topluluk temelli tarımın en tefmel ilişkisi; köylü ile tüketicinin doğrudan iletişime geçmesi, ürünleri beraber seçmesi ve yetiştirme teknikleri üzerinde uzlaşmalarıdır. Tüketici bu hamleyle sözlüklerimize yeni giren bir sözcükle taçlanıyor: Türetici.
Türetici, topluluk temelli tarım projesine katıldığı andan itibaren, üreticisi olan köylüyle tanışmış oluyor. Bu tanışıklık, her şeyden evvel, güven temelinde bir alışveriş ilişkisinin doğmasını ve gelişmesini sağlıyor. Öyle ki, alışılmış bir alışverişte, malı alır parasını ödersiniz. Oysa biz, yeri gelir, ekim dikim zamanında köylünün ihtiyaçlarını karşılaması için ön ödeme dahi yaparız!
Demek ki daha birinci basamakta, soframıza koyduğumuz peyniri, maydanozu kim üretti, adıyla tanıyoruz. Dağıtım günlerinde kimisi gelip bize küçük sunumlar yapıyor. Dağıtım bir minik foruma dönüşüyor. Kimi zamansa bizler onu köyünde ziyaret ediyoruz. Tarlasını, bağını, bahçesini geziyor, bizim için yetişen ürünler hakkında yerinde bilgiler ediniyor, sofrasını paylaşıp aile fertleriyle tanışıyoruz.
Bu köylüler, dekarlarca tarlalarda, kocaman traktörlerle, monokültür tarım yapmıyorlar. Sütünü aldığımız teyzenin iki ineği, cevizine ortak olduğumuz amcanın beş ceviz ağacı, balını yediğimiz karı kocanın ondört kovanı var. Hasılı, kendisi için ürettiğinin fazlasını bize veriyor diyebiliriz. “Küçük güzeldir” diyor Schumacher. Topluluk temelli tarım bu küçüklüğe, doğrudan ilişkiye, üretimi birlikte planlamaya ve dönüştürmeye işaret ediyor. Köylünün bu ilişkiden doğarak ürettiği besine biz gerçek gıda diyoruz. Sevgili Defne Koryürek’in kulaklarını çınlasın.
Gerçek gıdalarımızın geldiği günler, bizim için eğlenceli bir şenlik demek. Evlerde yaptığımız şekersiz kekleri, soğuk çayları, limonataları, o gün gelen kaşar peynirlerini, sızma zeytinyağına bandığımız ev ekmeklerini afiyetle yerken, öte yandan gıda üzerine, tarım üzerine forumlar yapıp, öğrendiklerimizi paylaşıyoruz. Bu paylaşım, zihnimize dirilik getiriyor. Reklam, dezenformasyon, ana akım bombardımanına karşı savunma gücü katıyor. Birimizin göremediği bir yalanı, ötekinin anlatması imkanını doğuruyor. Çünkü ana akım sürekli atakta. Sosyal medyada, ana akım medyada, markette, sokak bilboardlarında ve siyasilerin söylemlerinde atak aralıksız sürüyor. Zihnimizi diri tutmalıyız yoksa hiç şansımız kalmayacak.
Aramıza yeni katılanlar, dağıtım günlerinde besinlerini neye koyacaklarını şaşırıyorlar çünkü alışıldık ambalajlar yok. Sepetiniz, bez torbanız, fileniz neyiniz varsa getirmelisiniz. Denizlerin, dağların, çöllerin akla hayale gelmeyecek uzaklıkların poşetlerle ağzına kadar dolduğu bir dünyaya, bir yeni poşet daha eklemek istemiyoruz.
Bu koca dünyada, koskoca dev gibi tedarikçiler olan biteni yönetirken, akılalmaz geliyorsa yazdıklarım, unutmayın; en uzun yolculuklar bile, küçük bir adımla başlar.
Hazırlayan: Aytaç Timur
Yeni İnsan Yayınevi / Yeryüzü Derneği
Başlık Fotoğrafı: Patricio Michelin