1969 yılına kadar biyologlar, şapkalı mantarların ve funguslara (mantar ailesi) ait diğer üyelerin bitki olduklarını düşünmüşlerdi. Aslında funguslar, bitkilerden ziyade, hayvanlarla daha yakından akrabadırlar; ancak kendilerine has farklılıkları bulunduğundan hepsinden ayrı bir şekilde sınıflandırılmışlardır.
Bu gizemli organizmalarla ilgili yapılan son çalışmaların sonuçları, doğal yaşamın karışıklıkları ile ilgili daha öğrenecek çok şeyimiz olduğunu göstermiştir. Yapılan yeni bir çalışmayla mantarların; bitkilerin birbiriyle olan ilişkilerine yardım ettikleri, besin maddelerini paylaştıkları, hastalıklara ve zararlı organizmalara karşı kendilerini savundukları ortaya çıkarılmıştır.
Şapkalı mantarların sap ve şapkalarından çok daha fazlası toprak zeminde uzanmaktadır. Bu organizmaların birçoğu yeraltında ince, ipliksi bir kitle halinde bulunmaktadır ve buna miselyum tabakası denmektedir. Birbiriyle ilişki halinde olan mantar filamentleri (ipliksi yapılar); mikoriza adlı mantar kökleri aracılığıyla ağaçlar da dahil tüm bitkilere yardım etmekte, bitkilerin birbirlerine bağlanmalarını sağlamaktadır.
Bilim insanları, toprak üstü bitki örtüsünün yaklaşık yüzde 90’ının fungusarla karşılıklı yarar ilişkisi (mutualist ilişki) içinde olduklarına inanmaktadır. Bitkiler, fotosentez yaparak mantarlara besin sağlamakta, bunun karşılığında mantarlar da filamentleri aracalığıyla bitkilerin suyu ve mineralleri absorbe etmelerini sağlamaktadır. Bitkiler bu sayede kendilerini hastalıklardan ya da diğer tehditlerden koruyacak kimyasalları üretmektedir.
Mikolojist Paul Stamets’in misel tabakasına (miselyum) “Dünya’nın doğal internet ağı” ismini yakıştırmasının nedeni, misel tabakasının yapısı ve fonksiyonları itibarıyla birbirlerine fiziksel anlamda uzak bulunan bitkiler arasındaki ilişkileri sağlamasıdır. Kendisi ayrıca bu ilişki ağının beyin hücrelerine çok benzediğini de belirtmiştir. Discover’ın bir makalesine göre; “Beyin hücreleri ve miselyum, çevresel uyarılar doğrultusunda yeni bağlantılar geliştirir ya da mevcut olanları yok eder. Her ikisi de sinyallerini hücresel ağa iletmek amacıyla, kimyasal habercileri kullanırlar.”
British Columbia Üniversitesi’nde Suzanne Simard tarafından yapılan bir çalışmada; douglas göknarı ve kağıt huş ağacının miselyum tabakası ile karbon alışverişi yaptıkları, başka çalışmalarda da buna ek olarak nitrojen ve fosfor alışverişi yaptıkları gösterilmiştir. Simard daha yaşlı ve büyük ağaçların, daha genç olanlara bu süreç esnasında yardımcı olduğuna inandığını belirtmiştir. Küçük ağaçların yaşamlarının daha büyük “ana ağaçlar”a bağlı olduğunu ve bu yaşlı ağaçların kesilmesinin, küçük ağaçları ve fideleri daha korunmasız bıraktığını bulmuştur.
Eylemlerimiz ekosistemi etkiliyor
Çin’de yapılan araştırmalarda zararlı fungus saldırısına uğrayan ağaçların miselyum tabakası aracılığıyla diğer ağaçları uyardıkları saptanmıştır. Aberdeen Üniversitesi’ndeki biyologlar tarafından aynı zamanda yaprak biti saldırısına uğrayan ağaçların da diğer ağaçları uyarabildikleri saptanmıştır.
Dünya üzerindeki her şeyin birbiriyle ilişkili olduğunu görmek bu konudaki farkındalığımızı arttırmaktadır. “Ana ağaçlar”ı kesmenin küçük ağaçları etkilediğini öğrenmek gibi, aslında bütün eylemlerimizin ekosistemde nasıl da istenmeyen sonuçlar doğurabileceğini anlamamızı sağlamaktadır.
Bilim insanları aynı zamanda fungusların; ekmek, bira ve şarap yapımında insanlara da yardımcı olduğunu bulmuşlardır. Paul Stamets mantarların petrol sızıntılarını temizlemede, çiçek hastalığına karşı savunmada, PCB (Bifenil poliklorinat) gibi toksik kimyasalları arıtmada ve radyasyona maruz kamış alanların radyasyondan arındırılmasında da kullanılabileceğine inanmaktadır.
Kekemeliğini yenmeyi başarıyor
Stamets’in mantarlara olan ilgisinin en önemli nedenlerinden biri de, birçok mantarın dünya yüzünde tanınmasını sağlayan büyüleyici özelliklerinden biri olan halüsinojen etkileridir. Stamets üniversite yıllarındaki zamanının çoğunu Ohio ormanlarında geçirmiş ve ilk “sihirli mantar”ını (psilobisin içeren mantar) burada denemiştir. Mantarın onun üzerinde derin bir etkisi olmuş ve ilk deneyiminden sonra, ısrarla devam eden kekemeliği son bulmuştur. Sonrasında, mantarların yaşam alanını yok eden ağaç kesimi işini bırakmış ve Olympia-Washington’daki Evergreen State Koleji’nde funguslar üzerindeki araştırmalarına başlamıştır.
O günden beri Stamets’in araştırmaları fungusların; nükleer arıtma, su filtrasyonu, biyoyakıt sağlama, tarımsal verimi arttırma gibi birçok işte kullanılabileceği gibi büyüleyici sonuçlara ulaşmıştır.
Araştırmalar aynı zamanda şapkalı mantarların psikotropik özelliklerinin yararlarına da dikkat çekmektedir. 144 Şapkalı mantar türünün psilosibin içerdiği tespit edilmiştir. Yerliler uzun seneler boyunca, halüsinojenik mantarları törensel, ruhsal ve psikolojik amaçlarla kullanmışlardır ve bunun güzel sonuçlar doğurabileceği anlaşılmıştır. Psilosibinin beyin aktivitelerini arttırdığı gösterilmiştir. Araştırmacılar aynı zamanda depresyon, anksiyete, korku vebenzeri bozuklukları yenmede kullanılacak kimyasallar bulmuş, bu kimyasalların yaratıcılığı arttırdığı, kişileri yeni deneyimlere açık hale getirdiği bulunmuştur. Bu sayede bu kimyasallar postravmatik stres bozukluğu tedavisi, bağımlılık tedavisi ve palyatif bakımda da kullanılabilecek potansiyeli taşımaktadır.
Biz insanlar, o kadar çok teknolojik ve bilimsel buluşa imza atıyoruz ki, bu durum bizde bazen doğanın çok üstünde ya da dışında bir yerlerde olduğumuz ve her şeyi ondan daha iyi başarabileceğimiz hissiyatını yaratıyor. Bazense sıradan bir şapkalı mantar gibi büyüleyici bir yaşam biçimi, bizim kendini beğenmişlik hissimizi sarsıyor ve bize daha henüz üstünde yaşadığımız dünya ile ilgili öğrenecek çok şeyimiz olduğunu hatırlatıyor.
Kaynak: Eco Watch