Bir savaş yüzyılı olarak 20’nci yüzyıl, bir edebiyat yüzyılı olarak 20’nci yüzyıl, bir bilim yüzyılı olarak 20’nci yüzyıl, bir kaos yüzyılı olarak 20’nci yüzyıl ve elbette bir intihar yüzyılı olarak 20’nci yüzyıl.
Sergey Yesenin’den Stefan Zweig’a, Virginia Woolf’ten Sylvia Plath’e, Paul Celan’dan Otto Weininger’ya birçok şair-yazar, birçok filozof, düşünce insanı, sanatçı ve entelektüelin intiharına tanık olan tuhaf yüzyıl.
Varoluş sancısıyla, endişeyle ya da entelektüel kaygıyla dolup taşan absürt yüzyıl. Pratik felsefenin, absürt edebiyatın, Tanrı’ya başkaldırışın ve daha bir yığın dinamiğin bir yüzyıla sığmasının yanında, bu peş peşe intiharları nasıl kaldırdı 20’nci yüzyıl?
Ona biraz daha yakından bakacak olursak:
Yüzyılın henüz başları. Tarih 4 Ekim 1903. 1880 doğumlu filozof Viyana’da intihar etmişti. Kendisi, felsefe tarihinde pek de bilinir bir simâ değildir aslında. En azından Türkiye için bu böyle. Ama belirtmekte yarar vardır ki, onun felsefi dehâsı 20’nci yüzyıl felsefesine oldukça derin bir etki yapmıştı. Tek eseri olan Cinsiyet ve Karakter, aslında ağır bir kadınlık ve Yahudilik eleştirisi içeriyordu ama elbette kitap buna indirgenemeyecek kadar ağırdı.
Geniş bir perspektifle bakıldığında, felsefenin her alanına dokunacak bir düşünce sistemi olduğu vurgulanabilir. Her ne kadar, kendisi asistem bir filozof olsa da. Bu önemli eseri verdikten sonra Otto Weininger, Viyana’da, Beethoven’ın öldüğü odada hayatına istemli olarak vedâ etti. Weininger’nın intiharında, kendisinde Yahudilik ve kadınlık gibi iki şeytani yönün de mevcut olduğuna dair inancının etkisi olduğu görüşü yaygın bir görüştür.
Bu intiharın üzerinden çok geçmemişti ki, 28 Kasım 1925 tarihinde, Rus şair Sergey Yesenin‘in intiharı, bir başka genç dehâyı bizden ayırmıştı. 1895 doğumlu şairin Rus edebiyatının en önemli şairlerinden birisi olduğu yönündeki ortak kanıya katılmamak mümkün değildir. Henüz 30 yaşındayken hayata istemli olarak vedâ eden Yesenin’in intiharına dair belki de en önemli ayrıntı, kendisi gibi önemli bir şair olan, dostu Mayakovski’ye bıraktığı vedâ şiiridir. Yesenin bu şiiri bileklerinden akan kanla yazmıştır:
Hoşçakal, dostum benim, hoşçakal artık,
Can dostum, seninle dolu göğsüm –
Çok önceden belirlenen bu ayrılık
Buluşmayı vaadediyor ilerde bir gün
Hoşçakal, dostum, el sıkışmadan, konuşmadan,
Hüzünlenme ve eğme kaşlarını, mutsuz;
Yeni bir şey değil ölüp gitmek bu yaşamdan,
Ama yaşamak da daha yeni değil kuşkusuz.
(Çeviren: Azer Yaran)
20’nci yüzyılın ortalarına gelindiğinde, varoluşsal sancı ve 20’nci yüzyılın derin buhranı kendisini iyiden iyiye hissettirmeye başlamıştı. 28 Mart 1941 tarihinde Virginia Woolf, içinde bulunduğu depresyona bir son vererek intihar yolunu seçen bir başka yazar oldu. 1882 senesinde doğan ve edebiyat tarihinin en önemli kadın yazarlarından birisi sayılan Woolf, ceplerine taşlar doldurarak kendisini Ouse nehrine bıraktı. Geride bıraktığı eserlerden Kendine Ait Bir Oda, feminist hareketin simgelerinden birisi oldu. Çok sevdiği eşi Leonard Woolf’e bıraktığı son mektup ise, oldukça vurucuydu:
“Sevgilim,
Yeniden delirmekte olduğumdan şüphem yok: Böyle korkunç bir dönemi bir kez daha kaldıramayacağımızı hissediyorum. Aynı zamanda, bu kez toparlanmayı başaramayacağımı da seziyorum. Yeniden sesler işitmeye başladım ve dikkatimi toplayamıyorum.
Bu durumda bana en doğru görünen şeyi yapıyorum. Bana olabilecek en büyük mutluluğu yaşattın. Benim için başka kimsenin olamayacağı insan oldun. İki varlığın bu korkunç hastalık gelene kadar olduğumuzdan daha mutlu olabileceğini sanmıyorum. Daha fazla mücadele edemeyeceğim. Senin hayatını da ziyan ettiğimi biliyorum. Ben olmasam çalışabilirdin. Çalışacaksın da, biliyorum.
Görüyorsun, doğru dürüst yazmayı bile başaramıyorum. Okuyamıyorum. Söylemek istediğim, hayattaki tüm mutluluğumu sana borçlu olduğum. Bana karşı her zaman tam bir sabır timsali oldun ve inanılmaz iyiydin. Sana bunları söylememe gerek yok — herkes biliyor zaten.
Beni kurtarabilecek biri olsaydı, o sen olurdun. Hiçbir şeyden senin iyiliğinden olduğu kadar emin olmadım. Hayatını ziyan etmeye daha fazla devam edemem. Kimselerin bizden daha mutlu olabileceğini sanmıyorum.
V.”
Virginia Woolf’ün intiharının üzerinden bir yıl geçmişti ki, dünyayı kaplayan umutsuzluk ve kaygı, yazar vicdanının ve hassasiyetinin sembolü hâline gelen Stefan Zweig‘ı intihara sürekledi. Tarih 22 Şubat 1942 idi. Stefan Zweig ve eşi Lotte, Hitler’in kurduğu dünya düzeninin kalıcı olacağı düşüncesine inanarak, bu endişe ile hayatlarına yan yana son vermişlerdi. Satranç, Tehlikeli Merhamet, Acımak gibi birçok güzel eseri gerisinde bırakan Zweig ve can yoldaşı Lotte, son fotoğraflarında bize tuhaf bir huzur vermişlerdi.
Ve elbette Sylvia Plath. 11 Şubat 1963, Londra. 20’nci yüzyılın ve hatta dünya tarihinin en iyi kadın şairlerinden birisi hayata istemli vedâ etti. 30 yaşındaydı ve iki çocuğu vardı. Çocuklarının odasına, sabah içmeleri ve yemeleri için süt ve kurabiye bıraktı. Odalarının kapısını ise içeri gaz girmeyecek şekilde kapattı. Ve kafasını fırının içine sokarak intihar etti. Güzelliği, gizemi, şiirleri ve anneliği ile Sylvia Plath hâfızamızda öyle bir yer edindi ki, onu unutmak artık insanlık için pek de mümkün değildi.
Bak, gene yaptım işte.
Her on yılda bir
Nasılsa buluyorum bir yolunu
Bir çeşit yürüyen mucize, derim
Bir Nazi abajuru kadar parlak,
Sağ ayağım
Bir kağıt baskısı,
Yüzüm, şekilsiz, ince
Yahudiden bir çarşaf.
Sıyır örtüyü
Ey benim düşmanım.
Nasıl, ürkütüyor muyum?
(Çeviren: Cevap Çapan)
Son olarak ise Paul Celan. 20 Nisan 1970 tarihinde kendisini Seine nehrine bırakarak yaşama istemli vedâ etti. 20’nci yüzyılın en önemli şairlerinden birisi olan Rumen şair, 50 yaşındaydı. İkinci Dünya Savaşı’nı deneyimleyen, 18 ay toplama kampında tutulan şair, bu bunalımı üzerinden atamamıştı ve savaştan çok sonra bile olsa o derin kaygıyla yaşamı arasında bir bağ kuramadı ve Celan, ardında ne güzel şiirler bırakmıştı:
Gözünü arardım hep, gözünü açtığında,
sana kimselerin bakmadığı bir anda,
örerdim ya o saklı, o gizli ipliği ben,
ki onun üzerinde tasarladığın çiy’in
testilere doğru kaydığı bir zamanda,
yüreğe varamamış öz bir sözle korunan.
(Çevirenler: Ahmet Necdet-Gertrude Durusoy)
Sonuç söylemi mi? Ne diyorsunuz, insan hüzünleniyor.