Ege’nin incisi… O güzel deniziyle içinize selam verip içimizi huzurla kaplayan güzel İzmir… Yeniden buluşmanın büyük zevki… Okuyucularımız hatırlayacaktır, ilk kez geçen sene gitmiştim İzmir Kısa Film Festivali’ne… Geçtiğimiz yıl büyük bir keyifle, ilk kez bir kısa film festivali takip etmiştim. Her şey, bir büyük festivalde olması gerektiğinden çok daha sıcak ve hareketliydi. O yüzden bu sene de İzmir’e yeniden gitmeyi çok istedim. Her bir festivale giderken, içimde hep bir umutla gidiyorum. Güzel insanlarla tanışmak, kaliteli sohbetler edebilmek, sinemaya dair gelişmeleri olay yerinde takip edebilmek ve en önemlisi filmden filme koşturmak! Bu yıl festivallerin tarihleri hep art arda, ya da aynı tarihlerde çakışarak gerçekleştiği için her birini takip edebilmek zorlaştı. Bundan dolayı seçim yapma durumu ile karşı karşıya kalınca, seçimi İzmir’den yana kullandım.
Festivali yaşatmak ve var etmek için ellerinden geleni yapan Yusuf ve Gülen Saygı çiftini tekrardan tebrik etmek gerek… İkiz bebekleri Aren ve Cem’le birlikte bu yıl festivale daha da sarılmışlar ve imkânsızlıkları ortadan kaldırmışlardı. Hem yeni fikirler, hem de nostaljiyi unutmamak çok güzel bir şey… Usta sanatçı Selda Alkor’la festivalde buluşmak büyük bir keyifti. Rol aldığı “İki Yaka Yarım Aşk” adlı kısa filmi izledik, kendisiyle keyifli röportaj yaptık ve karşılaştıkça bol bol Yeşilçam sohbeti yaptık. Festivallerde denk geldikçe, özel isimlerle ahbap olabiliyorsunuz ve bu çok kıymetli. Değerli abim Cezmi Baskın ile de festivalde buluşmak ve sektöre dair sohbetler etmek büyük bir keyif. Uzun süredir eşiyle İzmir’de yaşayan Cezmi Baskın, festivalin destekçisi. Festivalin tatlı dilli jüri üyelerinden Emin Alper, Meryem Yavuz, Emel Çölgeçen ve Funda Eryiğit ile de keyifli sinema sohbetleri yaptık kısa vakitlerde ve ayrıca festival özel konuklarından Tümay Özokur ile Hakan Bilgin gibi şahane isimlerle bir arada olmak da mutluluk vericiydi.
Gelelim bu yıl 19. İzmir Kısa Film Festivali’nde neler gözlemlediğime… Bu sene özellikle dikkatimi çeken şey, geçen yıla oranla ‘özellikle Fransız Kültür Merkezi gösterimlerinde’ izleyici sayısının iki katına çıktığı oldu. Geçen yıl da festivali iyi bir izleyicisi olduğunu gözlemlemiştim, fakat bu yıl bu sayının daha da arttığını görmek oldukça sevindirici. Özellikle kısa filmci genç arkadaşlarım için dolu dolu salonlarda, tertemiz bir perdede filmlerinin gösterimini yapmak, mutlu edici olsa gerek. Ayrıca kısa filmlerin bir arada olduğu bir seans bittikten sonra, alkış yağmuruna tutuldu ve izleyicinden kısa film ve belgesellere güzel sorular geldi. İzmir Sanat’ta düzenlenen gösterimlerin daha az izleyiciyle geçtiğini duymuş olsam da, oraya da eminim izleyici çekimi sağlanabilir. Açılış töreni yine nostaljik dokularla bir araya gelmiş bir şekildeydi ve mükemmeldi. Kapanış ve ödül töreni de aynı mükemmellikte ilerledi. Ödül alan kısa filmleri tek tek tebrik etmek gerek. Alamayan filmler için de gelecek festivallerde başarı sağlayacaklarını temenni ediyorum.
Hangi kısa filmleri izledim?
Daha önce Kızkalesi Film Festivali’nde izlediğim İki Elin Arasında, Ah Bir Ataş Ver, Fabrika, Kurbağa Avcıları, Saksak: Bir Tütün Belgeseli gibi filmler burada da yer alıyordu. Bu kez daha önce adını duyduğum, fakat daha önce izleme şansı bulamadığım kısa film ve belgeselleri izlemeye koyuldum. Çok nitelikli, kimsenin aklına gelmez fikirler denilebilir ve güzel izleti sunan kırsa filmler ve belgeseller izledik.
Ulusal kurmaca filmlerinden başlayacak olursak; En İyi Kurmaca Film ödülünü alan “Her Şey Yolunda” seçkinin dikkat çeken filmlerindendi. Genç oyuncu Arda Yeşillikçi’nin göz dolduran performansı performansı dikkat çekerken, filmin senaryosu da enteresan ve bir o kadar merak ettirici donelerle dolu. Senaryo tam da kısa film metodunda ve genç yönetmen Metehan Şereflioğlu gerçek bir kısa film yönetmeni olduğunu kanıtlıyor. Gerçekçi mekanlarda, yaşayan karakterlerle tamamen bağımsız ve bir o kadar yüz gülümseten bir film Her Şey Yolunda. Sezen Kayhan’ın yönettiği “İmparatorlukta Zor Bir Gün” ise festivallerde gördüğüm fakat izleyemediğim filmlerdendi. İzmir’de karışma çıkan film, absürt halleri ve film setlerinde asistanların başına gerçekten de gelen gerçek hikayelerle dolu senaryosuyla tam not aldı benden. Ayrıca Ayris Alptekin, Murat Kılıç ve Sezgi Mengi’nin performanslarına bayıldığımı söyleyebilirim. Bir kısa filme göre oldukça yıldız bir kadroya sahip olan “Kimse Elimi Tutmasın” ise izleyiciyi sarmal hikayelerle dolu olan ve doğru işlenmiş bir film izletisi sunuyor. Sermet Yeşil’in canlandırdığı gıcık rol izleyende sinir bozan bir hal bıraktırsa da Şebnem Bozoklu’nun canlandırdığı rolle acıma ve hüzünlenme hislerinden geçmeye başlıyoruz. Duygu değişimini iyi kullanan filmi ve yönetmeni Cenk Ertürk’ü kutlamak gerek.
Baba yadigarı köpeği Gümüş’e yer bulma hikayesini konu alan “Gümüş” filmi, gerçek hislerle yazılmış hikayesiyle başarılı bir senaryoya imza atıyor. Filmin tek sıkıntısı ise görüntü yönetiminde. Filmin oldukça açık bir beyaz kullanılmış ve gözleri rahatsız edici bir hale sokmuş. Işık biraz daha sıkılsa da, senaryo başarısının önü açılabilirmiş. Geçtiğimiz aylarda Başka Sinema’da Radiogram filminin önüne konulan kısa film “Kaset” ise küçük çocuk Kenan’ın gözünden bir hikaye anlatıyor. Umutlu bir radyo hikayesi izleten film, görüntü yönetimindeki başarısıyla öne çıksa da; tek sıkıntısı bir kısa filme göre fazla sessiz olması. Herhalde uzun isminden dolayı aklımda kalan birçok festivalde duyduğum “Sana İnanmıyorum Ama Yerçekimi Var” yönetmen Umut Subaşı ve ekibinin kıvrak zekasıyla hazırlanmış bir kısa film. Birçok sahnesiyle oldukça fazla kahkaha attıran filmin dahi senaryosu beni benden aldı. Beklenmedik olayın gelişmesi de tam da olması gerektiği yerde oldu ama kahkahalarımı susturamamak oldukça hoşuma gitti.
İzmir’li genç yönetmen Berkay Hasbay’in yeni kısası “Kiracı” da dikkat çeken filmlerden. Deniz Çakır’ın başarılı bir performansla başrolünde yer aldığı filmde Erol Aksoy, Suna Selen gibi efsane isimler yer alırken kısa filmlerin aranan oyuncusu Ulvi Kahyaoğlu da oldukça hareketli ve renkli bir rolle iştirak ediyor. Anlaşılması zor bir senaryo döngüsü bulunan filmin görüntüleri de dikkat çekici. Deneysel bir havası da olan filmin biraz anlaşılabilirliğinin zor olması ve daha yüksek bir tempo beklenirken biraz düşük temposunun olması geriye düşürse de oyuncu yönetimi konusunda oldukça güzel. Veysel Çelik’in yönettiği “Kefaret Yağmuru” mekân seçimleriyle mest etti. Başarılı bir görüntü yönetimine sahip olan filmin hikayesi de dikkat çekici yazılmış. Bir kısa filme göre oldukça fazla metaforu içinde barındıran film, bu anlamda biraz boğulma hissi veriyor. Ama bazı metaforların bağlanış şekli oldukça iyi işaretlenmiş.
Belgesel kategorisinde ise dikkat çene yapımlar yer alıyor. Volkan Güney Eker’in “Bıraktığın Yerden” belgeseli, 12 yaşından bu yana kaçırılan babasını arayan genç bir kadının gözünden Cumartesi Annelerine dokunuyor. Gerçekçi hikayesiyle gözlerimden yaşlar akıtan belgesel, titizlikle oluşturulmuş ve hüznü hissettiren bir yapıda hazırlanmış. Emeği geçen herkesi tebrik etmek gerekli ve bu tarz işlerin çoğalarak devam etmesini dilemeli… ‘Kardeşlik’ olgusunun önemini merkezine alan Kenar Mahalle Manifesto, izleyene anı yaşatıyor ve yanımızdan geçip giden ve kimi zaman selam vermeye çekinebileceğimiz ağır abilere selam çakıyor. Fakat belgesel siyah beyaz rengi biraz abartılı kullanıyor ve fazlaca boşluklar bırakıyor. Bir konu bitmeden öbür konu açılıyor ve boşlukların doldurulması gerekli diye düşünüyor insan… Grafiti dünyasını anlattığı “Ta’riz; Gri Şehrin Renkli Çocukları” belgeseliyle ilk olarak yola çıkan yönetmen Sezer Ağgez, bu kez ‘rap’ çilerin dünyasına iniyor. “Ta’riz: Dişe Diş, Söze Söz”, İstanbul’u arka fonuna alarak şehrin üzerinden hip-hop ve rap kültürünün bilinmeyen yönlerini anlatıyor. Rap şarkılarının konu belirlenirken nelere bakıldığı ve nasıl yer alınacağının anlatımı, rap hakkında merak edilen konuları tamamiyle anlatan bir paket olarak sunuluyor belgesel izleyenlere. Alaturka Mavzer, Kabus Kerim, Ayaz, Gazapizm gibi bilinen ama bir yanda bu kültürün bilinmeyen isimleri buluşturmak da oldukça güzel bir fikir. Sezer Ağgez ve ekibini bu kadar kapsamlı bir rap belgeseli yaptığı için kutlamak gerek.
İzmir’de Uluslararası kısa film yarışması ve seçkii olmasına bayılıyorum. Bu yıl da enteresan yabancı filmlerle karşılaştım. İzlemekten büyük bir keyif aldığım kurmacalardan en iyisi, Venezuella yapımı Lucy oldu. Ödül de alan filmin fikri o kadar muhteşem bir zeka ki… Karşı komşusuna saplantılı bir aşk yaşayan, onu uzaktan kayda alan ve o kayıtların üstüne bir de foley artistliği yapan bir adam fikine oldukça bayıldım. Yönetim de oldukça hoşuma gitti. Macaristan yapımı Cubeman ise emekliliği kabul etmeyen bir adamın hikayesini değişik ama hoşuma giden bir kafayla kurmacalamış. Barol oyuncusunun performansına hayran kaldım ve filmin “dan” dedirten final sahneleri oldukça his yarattı. Seçki filmi olarak yer alan Bulgaristan yapımı “Red Light” ise durum komedisini ayakları yere sağlam basan bir senaryo ve yönetimle izleyenlere sundu. Bir halk otobüsü, kırmızı ışıkta takılı kalmış bozuk bir trafik lambası ve kırmızı ışıkta geçmeyi kendine yediremeyen takıntılı bir şoför… Otobüs yolcularının o bekleme anında yaşadıkları ve ruh değişimleri, şoförün polisle muhabbeti, şoförün yolcularla kavgası gibi sahnelere oldukça bayıldım. Finali gülümseten bir şekilde yapsa da film, ben daha şok edici bir son beklerdim…
20. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali’ni iple çekerken, yeni festivallerde buluşmak dileğinde bulunuyorum. Ayrıca festivalde bazı kısa filmci kardeşlerimle, 6. Seans’ta filmlerini konuştuk. YouTube kanalımdan takip ediniz mutlaka…