Kentler aslında problemlerin toplu bir şekilde bulunduğu birimler değil, bu problemlere çözüm bulan topluluk birimleridir. Fakat günümüzde kentler için (özellikle de ülkemizde) oldukça kötümser bir yaklaşımımız var.
3 yıldan kısa sürede bir şehrin sorunları minimum düzeye indirilebilir aslında. Her büyüklükteki şehir için bu geçerli, kasaba boyutundaki bir kent için de bu geçerli, koca bir metropol için de. Bu bir ölçek meselesi değil.
Öncelikli olarak kentte yaşamını sürdüren toplumun katılımını sağlıklı bir şekilde sağlayacak stratejinin belirlenmesi gerek. Bununla birlikte ilk aşama olan sorun tespitinin niteliği daha güvenilir hale gelecektir. Bir şehirdeki her soruna, kendine uyacak bir çözüm pay edilmelidir. Bu ön açıklamayla birlikte artık sorunlara değinebiliriz.
Ulaşım neredeyse tüm Dünya metropollerinin sorunlarının başında gelmekte. Öncelikle arabaların özgürlük aracı olduğundan ziyade, protez bir alet olduğunun toplumun tümü tarafından fark edilmesi sağlanmalı. Farkındalık projeleriyle birlikte toplumu bilinçlendirme çalışmaları bireysel taşıt kullanımının önüne geçecek en önemli çözüm yolu olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Toplu taşıma teşvik edilmeli, bununla birlikte bekleme duraklarını insan dokunuşları ile birlikte sıkıcı halden kurtarmak insanları çekmek için önemli katkı sağlayacaktır.
Yaya hareketlerinin arttırmak istiyorsak araba sürmekten daha iyi bir yürüyüş yolu sunmak zorundayız. Kentlerin arabalar için değil bireyler için var olduğunu topluma inandırmak gerekmektedir. İnsanları yürütmek için ;
b-Tüm sosyal donatı hizmetlerinin erişilebilir mesafede olması gerekmekte. Diğer bir deyişle; yaşanabilir mekânların oluşturulmasında farklı fonksiyonları bir araya getirerek, günlük yaşamsal ihtiyaçların yürüme mesafesine indirilmesine olanak sağlanmalıdır. Böylelikle kamusal mekânların canlanmasına, toplumun birbiri ile etkilesim yerleri olan bu alanlarda insanların karşılaşmasına ve toplumsal yaşamın desteklenmesine yardımcı olacaktır.
-Kompakt tasarımlar ise toplulukların daha genis arazilere sahip olmasını sağlayan avantajlı bir araçtır. Bu şekilde artan açık alan kullanımı kentlinin ihtiyacı olan ve kent yasamını biraz daha yavaslatan ortak kamusal mekânların oluşmasını sağlayacaktır.
– Sokaklar oldukça dar olmalı. Yapılan araştırmalar insanların geniş otoyol kaldırımlarında çok hızlı yürüdüğünü ortaya çıkardı. ABD ve Avrupa’nın birçok eyaletinde dar sokakları korumak için STK’lar bile mevcut.(Birmingham, Michigon’daki dar sokaklar için mücadele ediliyor. Portland, Oregon yerleşim alanlarında dar sokaklar programı geliştirildi. Vince Graham South Carolinada yürüttüğü I’On projesinde konferans veriyor ve 7 metrelik yollarını sunuyor.)
– Kaldırımların yüksekliği minimum düzeyde olmalı ve dönüş açıları çok dar olmalı. Ayrıca kaldırımı takip eden yeşil bir aksın olması yaya yolunun çekim gücünü ciddi oranda arttıracaktır.
– Yol boyunca insan dokunuşu olması sokakları daha çekici kılacaktır. İnsanlar grinin hakim olduğu boş bir sokakta yürümek istemeyeceği bir gerçektir.
Sokaklar şehrin en değerli kaynakları olmasına ve göz önünde bulunmalarına rağmen onlara yeterince değer verilmiyor. Sokaklar çabuk ve hesaplı bir şekilde yenilenebilir mekanlardır. Sadece farklı açıdan bakmak, hedef belirlemek lazım. Boya ve peyzaj kullanımı ile eğlenceli ve ferah olabilir. Renkler hayata, yaşama ve topluma neşe getirir. Aslında arada sanatçılığı politikacılığa taşımak gerekmekte. Geniş bir bina yüzeyini sıkıcı ve kasvetli griden parlak turuncuya boyadığımızda beklenmedik şeyler olabilir.
EPA’ya (Çevre Koruma Kurumu) göre büyükşehirlerde insanlar zamanının %90’ınını kapalı alanlarda geçirmektedir. Yani bir diğer deyişle yaşamımızın yüzde %90’ını çevremizi saran betonlarla geçirmekteyiz. Böyle bir koşulda bireyin ne denli özgür olduğu oldukça tartışma konusu olacaktır?
Betonla kaplı ve trafiğin sorun olduğu yerlerde kente karşı aideyet duygusunun gelişmesi mümkün değildir. Yabancısı olduğumuz yerdeyiz, hiçbir şeyin kontrolü bizde değil, konforumuz oldukça önemsiz. Bu kentte yaşamanı sürdüren herbir bireye büyük bir saygısızlık.
İnsanların yaşamını sürdürdükleri yerlerdeki tasarımları deneyimlemelerini gözlemlemek bir şehirci için en önemli detaylardan biridir. Sokak dokuları ve tasarım fonksiyonları, dikkatlice irdeleyip dinlemediğimiz film müziklerine benzetebiliriz.
Kamu alanlarının rehabilitasyonu insanların kaybettikleri bir şehre ait olma hissini tekrar yaratır. Kamu alanlarından fışkıran yasadışı ilkel binalara olan öfkenin altında saklı olan duygular gün ışığına çıkar. Her yerde renkler belirdiğinde insanların duygularında değişiklik meydana gelmeye başlar. İnsanlar sokağa çöp atmaktan vazgeçebilirler mesela. Unuttukları bir şeyi hissetmeye başlarlar. Ve güzellik bir muhafız gibi işlemeye başlar, devletin olmadığı yerlerde de. Güzellik insanlara korundukları hissini veriyor hipotezi de yersiz sayılmaz.
Şehirciliğin insanlara hayatlarını en iyi şekilde yaşamaları için alanlar yaratmakla ilgili olduğunu düşünürüm. Şehirciliğin ve şehircilik eğitiminin ülkemizde ve gelişmekte olan ülkelerde elitist yaklaşımla sürdüğünü toplumun en büyük ihtiyaçlarına kayıtsız kaldığını düşünmekteyim. Şehircilik, şehirde yaşayan herbir bireye kendisine değer verildiğini, saygı duyulduğunu, onurlu olduğunu ve görüldüğünü hissettirmesi en temel ilke olmalıdır.
Yaşamımızı bilişim çağında sürdürmemize rağmen hala en derin ilişkilerimizi fiziksel mekanlarda paylaşıyoruz. Mesajlaşılan, twit atılan ve fotoğraflar paylaşılan bu çılgın dönemde bile hikayelerimiz kentlerde yaşanıyor. Yaşamımızı sürdürdüğümüz mahalleleri sokakların düşünüp, bu yerlerin nasıl daha iyi yerler haline dönüşmesi gerektiğine cevap vermek gerekmektedir. Cevabı zor olabilir ama verilmesi gerek. Gerekirse deneme yanılma yoluyla.
Başarılı, anlamlı, eğlenceli açık alanların tasarımını yaratmak hiç de kolay değil. Tasarım sadece bir şeyin nasıl göründüğü değil, bedenimizin o mekanı nasıl hissettiğidir aslında. Başarılı tasarımın bu kişisel tecrübeye bağlı olduğu unutulmamalıdır.