Çernobil’in 29’uncu yılında nükleer santrallere karşı Sinop’ta biraraya gelen bütün çevre platformları, Sinop halkı ile birlikte “Biz buradayız. Bu santrali istemiyoruz” mesajı verdi. Peki iktidar mesajı almış mıdır?
Yalnızca Rusya’ya değil Karadeniz’i aşıp Türkiye kıyılarına da ölüm getiren Çernobil’in yüzüncü yılında Sinop Nükleer Platformu’nun çağrısıyla siyasiler, nükleer karşıtları, çevre platformları ve aktivisitler Sinop’ta biraraya geldi. Çevreciler ve Sinoplular Sinop Uğur Muncu Meydanı’nı doldururken, yapılan konuşmalarda bir nükleer santral kazasının olası sonuçlarının geri döndürülemez nitelikte olduğu hatırlatıldı ve nükleer santrallerin yalnızca Mersin’i ve Sinop’u değil, Çernobil örneğinde olduğu gibi Türkiye’nin dört bir ucunu etkileyebileceği belirtildi.
Olası bir kaza ve Soma örneği
Akkuyu Nükleer Santrali’nin reklamını artık her gün TV’de görebiliyoruz. Sinop, hükümetin bu yoldaki ikinci adımı olacak. Bu durumun enerji açığıyla, temiz enerji ile ilgili bir durum olduğuna inanmak için bir hayli saf olmak gerekir. Bu yalnızca, iktidarın hırsının vardığı boyutları gösterir. Kaldı ki, biz o hırsın can alırken “Emri ben verdim” diyecek kadar koltuğunda rahat ve “hesap vermez” olduğunu biliyoruz. Soma’da 301 madencinin ölümüne sebep olan kazanın ardından yaşananları izlemek bile olası kazalarda neler olacağını anlatıyor. Önce, bir yayın yasağı gelir, sonra teknik arıza denir, sonra o teknik hiyerarşiden gözden çıkarmaya uygun nitelikli sorumlular bulunur, toplumun huzuru adına günah keçileri sorgulanırken, o şirketler için rant kapıları açılmaya devam eder, aileler yeni siyaset üretme objelerine döner ama sorumlu bakanlar ve siyasiler yerlerinde kalır. Biliyoruz ki, onlar hiç istifa etmezler!
Bir proje ne kadar büyükse…
Bugün Türkiye’de Akkuyu Nükleer Santrali için yeni bir teknoloji kullanılacağı söyleniyor. Enerji açığı ve temiz enerji hikâyeleri her fırsatta karşımıza çıkıyor. Enerji politikaları ile ilgili olarak dünya genelinde geçerli bir durumdur ki, bir proje ne kadar büyükse verdiği tahribat ve yaratacağı tehlike de aynı oranda fazladır. O zaman yeni bir teknolojiyi bu büyüklükte bir projede uygulamak deney değilse nedir? Bu manzara, resmin içerisinde Hitler’e benzetilenin, Hitler’in bilimle ilişkisine ölümcül bir göndermesi gibi duruyor. Bunun önüne geçmek için her türlü mücadelenin yürütülmesi, bir insanlık görevi olarak karşımıza çıkıyor. Kaldı ki, bu nükleer enerji, ne gerçekten bir iş olanağı sağlayacak ne de gerçekten bu ülkede yaşayan sıradan vatandaş için bir refah getirecek. Enerji açığı deseniz, işin uzmanları, durumun tam tersi olduğunu, potansiyel olarak enerji fazlası olduğunu söylüyor. Temiz enerji derseniz, nükleer santralin uranyum madenciliğinden, atık depolama kısmına kadar tüm aşamalarıyla çok daha fazla ve tehlikeli kirliliğe yol açtığı bir gerçek olarak kabul ediliyor.
“Biz buradayız”
Dev projelerin alternatifinin “yerinde enerji, yerine göre enerji” üretmek olduğunu söyleyebiliriz. Bu, hem bir ihtiyaç fazlasının ranta dönüşmesini engeller hem de ana merkezlerden aktarılırken enerjinin kaybolması durumunu ortada kaldırır. Bu elbette dev bir ağ olan enerji sektörüne ve o ağın içerisinde rol kapma çabası içindeki siyasi bakışa ters bir durum. Ama savunduğumuz şey yaşamın sürekiliğiyse, gelecek nesillerle birlikte bu gezegendeki tüm canlıları düşünüyorsak, bizi bomboş birer kabuğa döndüren bu düzende, kendi varlığımıza da seslenerek, bu dev çarka bir çomak sokmak gerekir. Rize’de, Alakır’da, Akkuyu’da, Sinop’ta; her noktada “biz buradayız” demek bunun bir adımı olsa gerek. Bu anlamda, Çernobil’in yüzüncü yılında İstanbul’dan, Ankara’dan, Fatsa’dan, Bartın’dan, Arhavi’den gelen ve orada olan her platform, oluşum, bu mesajı vermiştir. Halk, mesajı verirken, iktidar mesajı almış mıdır? Yoksa onlar, yalnızca kendi hedeflerini uygulamaya koyan ve siyaseti yalnızca bu hedeflerin doğrultusunda bir manipülasyon aracı olarak kullanan bir grup iş ortağı mıdır, bunu da zamanla göreceğiz.