Birleşmiş Milletler’e göre pandeminin negatif etkileri – sağlıktan, ekonomiye, güvenlikten sivil savunmaya – özellikle kadınlar üzerinde fazlasıyla hissedilmektedir. Kadınlar, bu durumu tersine çevirecekleri yollar aramaktadırlar.
“Elde edilen ilk verilere göre COVID 19 virüsünün ölüm oranı erkeklerde daha yüksek seyretmektedir. Ama sosyal ve ekonomik sonuçları ise kadınlar için fazlasıyla çetin bir süreç yaratmıştır” Nisan ayında yapılan “COVID-19’un Kadınlar Üzerindeki Etkisi” röportajında bu ifadeleri Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, António Guterres kullanmıştır. BM’nin 2020 planlarındaki toplumsal cinsiyet eşitliği uygulamaları ve yaptırımlarından da anladığımız üzere, özellikle “eşitlik” konusunda çok istikrarlı bir duruş sergilediğini/sergilemeye çalıştığını hepimiz biliyoruz. Bu planlarına göre 2020’nin cinsiyet eşitliğine yaptırımlar hususunda, büyük bir güç ve ivme kazandırması beklendiğinden, BM’nin ısrarı oldukça yerindedir. Birleşmiş Milletler Dördüncü Dünya Kadın Konferansı’nın 25. Yıldönümü programında, Uluslararası Pekin Beyannamesi ve Eylem Platformu paylaşılmıştır. Yaptırımların yaygınlaştırılması bir yana, COVID-19 salgınının yayılmasıyla, son yıllarda elde edilen sınırlı kazançlarda bile büyük bir gerileme beklenmektedir.
Uzun zamandır görülmekte olan bir duruma işaret eden verilere bakmak esasında mevcut durumu kavramak için yeterli olacaktır: Cinsiyetler arasındaki ücret farkı hala %16’dır ve kadınlara bazı ülkelerde erkeklerden %35 daha az ödeme yapılmaktadır; cam tavan sendromunun yaygınlaştığı ve “eşit işe eşit ücret” politikasından uzaklaşıldığı görülmektedir; 740 milyon kadın (küresel olarak) kayıt dışı olarak çalış(tırıl)maktadır. 2017 yılında kadınların %65’inin bir finansal kurumda, erkeklerin %72’sine kıyasla bir hesabı bulunduğu ve 25 ile 34 yaş arası kadınların aşırı yoksulluk içinde yaşama oranı %25 daha fazla olduğu kayıtlara geçmiştir. Kadın istihdamının büyük çoğunluğunun -%70’inin – işten çıkarılmaya karşı çok az koruyucu hakkının olması, ücretli hastalık izni ve sosyal güvenlik haklarına ya sınırlı olarak erişmesi ya da erişememesi, kayıt dışı istihdamın gelişmekte olan ülkelerdeki artışı, genel tabloyu daha da kötüleştirmektedir. Ebola virüsü, karantinaların kadınların ekonomik ve geçim aktivitelerini nasıl önemli ölçüde azaltabileceğini, yoksulluk oranlarını artırdığını ve gıda sıkıntısını olumsuz yönde etkilediğini zaten göstermişti. Örneğin, BM, Liberya’da, perakende pazarlarındaki işgücünün %85’inin kadın olduğunu ve tedbir amaçlı alınan karantina ve kısıtlayıcı diğer önlemlerin, ekonomik özgürlükler ve psikolojik boyutlarda da yıkıcı etkilere sahip olduğunun altını çizmişti.
Covid-19 da başka bir pencereden bakmamız gerekliliğini de hatırlatmıştır: Pandemi ile mücadelenin ön saflarında yer alanların çoğu kadınlardır; çünkü kadınlar küresel olarak tüm sağlık ve sosyal hizmet çalışanlarının %70’ini temsil etmektedir. Ayrıca hasta bakımı, çamaşırhane, catering gibi sağlık tesislerinin servis personelinin çoğunluğunu oluşturmaları sebebiyle, virüslere maruz kalma olasılıkları da paralel olarak daha yüksektir. Yine de, bazı bölgelerde kadınların kişisel koruyucu ekipmanlara veya yeterli büyüklükteki ekipmanlara daha az erişiminin olduğu söylenmektedir(!). Ayrıca, uzaktan çalışma durumunda bile, iş kabiliyetlerini/yeterliliklerini olumsuz yönde etkileyebilecek olan çok fazla dış unsur bulunmaktadır; maalesef okula gidemeyen çocuklardan başlayarak evde bakım hizmetlerinin çoğu ile kadınlar ilgilenmektedirler.
Elbette, virüsün ekonomik etkileri herkesi sarsacak. Karantina sırasında piyasalar ve tedarik zincirleri kesintiye uğradığı, birçok işletme faaliyetlerini kapatmak veya küçültmek zorunda kaldığı için milyonlarca insan işlerini ve geçim kaynaklarını ya kaybetti veya kaybedecekler: Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) toplam veya kısmi karantina önlemlerinin dünya işgücünün yaklaşık %81’ini ve yaklaşık 2,7 milyar işçiyi etkilediğini tahmin ederken, 2020 yılı küresel üretim için ise, Uluslararası Para Fonu önemli bir daralma bekliyor. BM, COVID-19 salgınının, dünya ekonomisini geçmiş ekonomik krizlerden şaşırtıcı bir şekilde farklı olacak küresel bir resesyona sürüklediğinin uyarısını yaptığını biliyoruz. Ancak zaten ilk geçici veriler, kadınlar için etkilerin olumsuz yönde güçlendi(rildi)ğini göstermektedir. Devlet politikaları, ataerkil yapının benimsendiği ülkelerdeki farklı türlerden (ekonomik, psikolojik, fiziksel) baskının artması/sıklaşması, medyanın sansürlenmesi ve düşünce özgürlüğünün tam olarak sağlan(a)madığı yapılarda, kadınlar dezavantajlı grubun başını çekmektedir.
Birçok ülkede, işten çıkarmanın ilk etkileri, kadınların yüksek temsilinin olduğu özellikle perakende ve turizm de dahil olmak üzere, hizmet sektöründe şiddetli olmuştur. (küresel olarak yüzde 55,8’dir). Dünya Bankası blogunda yayınlanan bir makalede, ekonomist Caroline Freund ve kıdemli özel sektör uzmanı Iva Ilieva Hamel, pandeminin ilk aşamasıyla ilgili bazı ön veriler paylaşmıştır. “Mart ortasına kadar Amerika Birleşik Devletleri’nde kaybedilen işlerin neredeyse %60’ında kadın istihdamı, Birleşik Krallık’ta sosyal mesafe önlemleri nedeniyle kapatılan sektörlerde ise %17’sini kadınlar, %13’ünü erkekler oluşturmaktaydı. İspanya’da, kadınların %90’ı ve erkeklerin %64’ü, ulusal karantina nedeniyle işten çıkarılmanın daha hızlı arttığı hizmet sektöründe çalışmaktaydılar. Yakın tarihli Birleşmiş Milletler araştırmasına göre, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki kadınların bölgedeki toplam işlerin üçte birini kaybedeceği ve işgücünün yalnızca beşte birini temsil edeceği öngörülüyor”.
Bu nedenle BM, krizin kadınlar üzerindeki etkisini azaltmak, ekonomik fırsatlara erişimini ve daha sonraki esnekliklerini arttırmak için siyasi önlemlerin alınmasından başlayarak hükümetlere bazı tavsiyelerde bulunuyor; eşit haklara erişimi, istihdamda ve emeklilikte eşitliği ve kadınlar için güvenli ve elverişli bir çalışma ortamı, tacizden korunma, çocuk bakımına erişim ve izinden yararlanma politikalarını teşvik etmek gibi bir dizi uygulama yapılmasını gündemine taşıyor. Temelde “kadınları COVID-19’dan kurtulma çabalarının merkezine koymayı” hedefliyorlar, ancak yolun uzun ve meşakkatli olduğunu biliyorlar. Son olarak sizlere şöyle bir tablodan bahsederek konuyu noktalayacağım; 75 ülke, ILO tarafından ücretli doğum izni için belirlenen 14 haftalık izni karşılayamıyor ve 85 ülkede babalar için ücretli izni yok, 38 ülkede hamile çalışanların işten çıkarılmasını yasaklayan yasalar yok, 50 ülke ise kadınlarını işyerinde cinsel tacizden korumuyor.