Zaman denildiğinde hepimiz bir durup düşünürüz. Gerçekliğini kavramakta zorlandığımız konulardan biri olan zaman kavramı; içerisindeyken durumsal, fiziksel, konumsal, psikolojik durumlardan; beyinsel aktivitasyonlardan, varlık süreçlerinden etkilenen ve aslında varlıklara anlam kazandıran bir boyuttur. Bu bizim bilinç zamanımız (öznel zaman) olup bir de fiziksel zaman (saatlerin zamanı) vardır. Zamanın ölçülebilen temel fiziksel bir büyüklük olarak görülmesi ilk defa Galileo Galilei ile başladı.
Planck zamanı denilen saniyenin 10/43’te birinden daha kısa olan süre, fizikçilerce içinde bulunduğumuz 3+1 boyutlu uzayın sınırı ve kara delik ortamının başlangıcı olarak kabul edilir. Tıpkı ışık gibi bükülebileceği varsayılır.
Zamanı ölçebiliyor ancak gözlemleyemiyoruz; çünkü zamanın etkisindeyizdir. Çaresiz bir şekilde zamanın içindeyiz ve zaman aslında doğrusal değil. Zaman, uzay gibi eğrilebilir-katlanabilir-genişleyebilir, daraltılabilir. Çok esnek ve çok boyutlu bir akımdır, üst üste bindirilip katlanabilir.
Bir zaman noktası, bir frekans yapısındadır ve başka zaman frekanslarıyla senkronize biçimde örtüştürülüp çakıştırılabilir. Çekim alanının gücü arttıkça uzay-zaman eğriliği de artış gösterir. Madde uzay-zamanın nasıl eğileceğini, uzay-zaman da maddenin nasıl davranacağını belirler. Yani uzay ve zamanı birbirinden ayrı düşünemeyiz. (Peki, bundan çıkılabilir mi? Ya da bulunduğumuz zaman içinden başka bir zaman boyutuna nasıl geçebiliriz? Ve diğer bir zaman boyutuna geçebildiğimizde bunu bilinçli hale getirip aynı anda iki ya da daha fazla zaman boyutu içerisinde bulunup süreçleri etkileyebilir miyiz? Ve geçtiğimiz bu yeni zaman boyutu kimin ya da neyin boyutu olacaktır? …)
Zaman, 5 duyumuzla algılanabilecek bir “madde” değildir. Brüt hâliyle algılanması imkânsızdır. (Aylarca mağaralarda veya askerî sığınaklarda kalan insanlar dış kaynaklı mihenk taşlarından uzakta olunca zaman algısını kaybettiler. Biyolojik saatleri onlara yetmedi.)
Bir başka konu da geçmişin artık olmaması, geleceğin henüz gelmemesi ve şimdinin her an geçmiş olması. O zaman, yokluğa bu kadar yakın olan zamanı nasıl tanımlayabiliriz? Wittgenstein’ın dediği gibi: “Şimdi, geçmiş olduğunda nereye gidiyor? Nerede geçmiş? İşte felsefenin en büyük zafiyeti!” Marcel Conche, Zaman ve Kader adlı eserinde şöyle diyordu: ”Zaman sadece yalanlanmış olarak gösteriyor kendini.”
Zaman, ışık hızı ile de dolaysız ilişki içinde olup maddenin ışık hızına yaklaşması durumunda zamanının yavaş akması, ışık hızında durması ve ışık hızı ötesinde de tersine akması gerçekleştiği varsayılmaktadır. Takyon denilen atom altı parçacıkların ışıktan hızlı hareket ettiği ve zamanlarının gelecekten geçmişe doğru aktığı veya içinde bulunduğumuz uzay-zamandan başka sonsuz sayıda da ihtimalin olabileceği hipotezleri de modern fiziğin ve rölativite teorisinin temelini oluşturan konulardandır.
Rölativite teorisi zaman hakkında daha birçok kavramın değiştirilmesine mecbur eder bizi. Özellikle aynı anda meydana gelme, eşzamanlılık (fr. simultanéité) mutlak olmaktan çıkar. Bir gözlemci için gelecekte olan olaylar bir diğeri için geçmişte ve hatta bir üçüncü için şu an olmakta olabilir.
Bir başka deyişle bana göre olmakta olan olaylar hareket halinde bir gözlemci için henüz olmamış veya geçmişte kalmış olabilir. Artık kelimeler birden fazla anlam ile yükleniyor zira hareket hâlinde ne kadar gözlemci varsa o kadar temel saat vardır. Bütün saatlerin aynı saati göstermesini sağlayamayız. Bunu yapsak bile birkaç saniye sonra farklı zamanları göstermeye başlayacaklardır. Her bir gözlemci kendi saati dışındakilerin yavaşladığını düşünecektir. Zamanın ortak bir referansının olmadığı bir nokta burası. Ama sebep-sonuç ilkesi muhafaza ediliyor. Eğer bir gözlemci için A olayı B olayından evvel olduysa (meselâ A’dan B’ye ışıklı bir işaret yollandı ise) bütün gözlemciler için bu böyledir. Geçmiş ve gelecek belli bir mutlakiyeti muhafaza ediyor yine de.
Pekâlâ kuantik fizik açısından zaman kavramına nasıl bakabiliriz? Basitleştirecek olursak;
Schrödinger’in formülüne odaklanabiliriz. Zira ışık hızına kıyasla “düşük” hızlarda kalındığı müddetçe geçerliliğini muhafaza eder. Bu formül dalga fonksiyonunun zaman içindeki evrilişini hesaplamaya yarar. Ters çevrilebilir ve determinist bir formüldür bu. Yani ilk bakışta bu formüldeki zamanın Newtoncu zaman olduğu söylenebilir.
Ama sistem üzerinde bir ölçme operasyonu gerçekleştirilirse teorik olarak hesaplanan ölçümlerden sadece bir tanesi gerçekleşir. Sanki ölçme işlemi geri çevrilemez biçimde sistemin üzerinde bir iz bırakmış gibi sistemin matematiksel tarifi değişir. Ama Schrödinger’in formülü bu değişikliği vermez. Bu saptama kapsamında zamanın akışı oldukça tuhaf zira geri çevrilemezliğin oluşumuna ölçme eylemi dahil olmuştur.
Görelilik kuramında ise kütle (M) önemli ve önceliklidir. Genel görelilik ile Einstein şunları ortaya çıkartmıştır:
- Yerçekimi (kütle çekimi) ve ivmeli devinim birbirinden ayırt edilemez ()
- Kütle, içinde bulunduğumuz uzay-zaman’ı eğip bükmektedir.
- Yerçekimi bir kuvvet değildir, uzay-zaman’ın geometrik eğriliğinden ortaya çıkar.
- Genel görelilik, kendi zamanı için inanılması güç pek çok öngörülerde bulunmuştur; bunlardan en önemlileri:
- Eğer kütle uzay-zamanı geometrik olarak eğiyorsa Güneş’in çok yakınından geçip gelen uzak yıldızların ışıkları eğrilmiş olmalıdır. Bu eğrilik Güneş çektiği için dışbükey değil de uzay-zamanın eğriliğine uygun içbükey şekilde olmalıdır.
- Çok çok yoğun kütleler uzay-zamanı öylesine bükebilir ki uzay-zaman kendi üstüne katlanır ve içine çöker. Böylesine yoğun bir kütle görülemez çünkü ışık dahi bu uzay-zaman eğriliğinden, çökmesinden kurtulamaz.
- Kütle uzay-zamanı eğiyorsa bu eğilmeden zaman da (göreceli olarak) etkileniyor olmalıdır. Eğilmiş zaman yavaş akmalıdır.
- Hareketli büyük kütleler etraflarındaki bir kısım uzay-zamanı da sürükleyebiliyor olmalıdır.
- Kütle uzay-zamanı eğiyorsa, kütle yakınındaki eğrilikten ilerleyen ışık, uzağındaki düzgün uzay-zamanda ilerleyen daha uzun yol almalıdır.
- Yüksek kütleli oluşumların ani hareketleri uzay-zamanda ani değişimlere, eğrilik dalgaları oluşmasına neden olabilir.
Bu öngörülerin hemen hepsi 1916’dan günümüze dek gözlenebilmiş, defalarca kez denenmiş ve doğru çıkmıştır:
- 1919′da ilk kez İngiliz bilimciler güneş yakınından gelen ışığın eğri çizdiğini gözlemlediler.
- Daha sonraları yapılan bütün gözlemler eğriliğin GG (genel görelilik)’nin hesapladığı ile oldukça yakın olduğunu gösterdi. Evrende hiç ışık vermeyen ve etrafındaki her şeyi içine çekecek kadar yoğun kütle gösteren oluşumların varlığı tespit edildi. Kara delik adı verildi.
- Kütle yakınında ve uzağında çok hassas atom saatleri ile yapılan deneylerin hepsi kütle yakınında zamanın GG’nin hesaplarına uygun olarak yavaşladığını gösterdi.
- Çok hassas jiroskoplarla donatılmış LEGOS1 ve LEGOS2 uydularının 11 yıl süren ölçümleri dünyanın etrafındaki uzay-zamanı sürüklediğini ortaya koydu.
- Güneşin ardına geçen Viking uzay araçlarından dünyaya gönderilen sinyallerin, olması gerekenden daha uzun sürede dünyaya ulaştığı, yani uzay-zamanın güneş tarafından eğilmesinden etkilendikleri ortaya çıktı.
- 1993′te Hulse ve Taylor, ikiz yıldızların spiral hareketinden uzay-zaman eğrilik dalgalarının oluşumunu gözleyerek nobel kazandılar.
- Kütle, uzayı olduğu kadar zamanı da bükmektedir. Zamanın bükülmesi kütlenin merkezinde geleceği işaret eder şekildedir. Eğer cisme etkiyen bir kuvvet yoksa cisim kendi geleceğine doğru ilerlemektedir (düşmektedir).
Büyükbaba paradoksu
Genç bir adam zaman makinesi ile henüz kendisinin doğmadığı bir yıla gidiyor ve orada büyükbabasını öldürüyor. Peki, doğamayacak olan bu çocuk nasıl zaman makinesi yapıp da geçmişe gidebiliyor?!
Büyükbaba paradoksu, zamanda yolculuk ile ilgili süreçte ve zamanı anlamada ortaya atılmış olan bir paradokstur. Eğer zamanda yolculuk yapmak mümkünse bu iki farklı zamanı zorunlu kılar: Birincisi üzerinde seyahat edilen dış zaman, diğeri yolcunun zamanı yani iç zaman. Bu durumda tekrar zamanın doğrusal olmadığı durumuyla karşılaşırız. Bunu gözümüzün önünde canlandırdığımızda iç içe geçmiş zamanlardan bahsederiz.
Bu tıpkı bedenimizin içinde hücreler, hücrelerimizin içinde yaşayan bakteriler, bakterilerin içindeki DNA, onun içindeki daha küçük protein yapılar, onların içindeki atomlar, atom altı parçacıkları diye sürer gider, ki bu durumda dahi tek hücreden bahsederken bile o hücrenin içerisinde bulunan organeller, sitoplazmadaki maddeler ve bunun gibi daha birçok parçacığın bu şekilde içeriye doğru uzanan boyutsal durumları vardır. Bunları göz önünde bulundurduğumuzda, zaman içinde var olduklarının farkına vararak, onların da uzay-zaman durumlarını düşünürsek nasıl da muhteşem ve karmaşık bir sistem oluştuğunu fark ederiz.
İç içe geçmiş farklı zamanlar bir bütün hâlinde en küçük parçacıklar da dahi bulunmaktadır. Yani aslında atomlar gibi zamanı da belki daha küçük birimlere bölebiliriz?!
Batı dillerinin çoğunda zaman ile ilgili kelimeler bir Hint-Avrupa kökü olan tem-‘den türemiş: time (ing.), temps (fr.), tempo (it.), tiempo (isp.) … Anlamı: Kesmek! Yunanca temno kelimesi de aynı anlama geliyor. Atom (=bölünemez) bu Yunanca kökten gelen ve yine kesme/bölünme içeren bir kelime. Bu kesme meselesinin yabana atmamak gerek.
Zamanı anlamlandırma şeklimize baktığımızda. Onu yaşam süremizle yani doğum ve ölümle ilişkilendiririz. Ölüm gerçekleştiğinde artık bu zamanda olmayız. Yani zaman, varlığı bu noktada ayırmış olur. Var olanlar ile mutlak var olan varlıkları (öldü dediklerimiz) birbirinden ayırmış olur. Doğumla dünyaya geldiğimizde ise zamanın birleştirici özelliği başlar. Ard arda yaşadığımız olayları birbirine bağlar ve bunları birleştiririz. “Şu üniversiteden, şu okuldan mezun oldum, sonra şu işe girdim, şimdi bu şehirde yaşıyorum, şu kadar zaman sonra şurada olacağım.” Bu örneğe baktığımız zaman geçmiş, şimdi ve gelecek arasında “birleştirme” işi yapmış olur.
Belki de geçmişimizi değiştirebiliriz o zaman! Nasıl mı? Eğer şu an geçmiş olacaksa ve şu an gelmeden önce gelecekse her an geçmiş, gelecek ve şimdi bütünüdür. Eğer şu an yaptığımız bir eylemde, daha önceden edindiğimiz deneyimler ve kalıplarımızın dışına çıkarak sonsuz olasılıklar içerisinden, alışkanlıklarımızdan farklı bir seçimde bulunursak bu otomatik sebep sonuç zincirinde olayların seyrini değiştirecek ve daha önceden oluşturmuş olduğumuz geçmiş kalıbı değişecektir. Şu an geçmiş olduğunda geçmiş, şimdi ve gelecek değişmiş olacaktır. Bu sayede de aslında kendi bilinç zaman düzeyimizde farklı bir duruma sıçrama yapmış olacağızdır.
Sıfır noktası ve Schumann Rezonansı
Jeofiziksel durum 1: Dünya’nın yükselen temel frekansı
Dünya’nın zemin temel frekansı, ya da “kalp atışı” (Schumann Rezonansı “SR” olarak adlandırılır) hızla artmaktadır. Coğrafi bölgelere göre değişkenlik göstermesine rağmen, onlarca yıldır toplam ölçüm 7,8 devir/saniyeyi göstermekteydi. Bu değerin sabit olduğu düşünülüyordu ve global askeri haberleşme sistemi bu frekans üzerine geliştirilmişti. Son raporlar oranın 11 devire ulaştığını ve yükselmeye devam ettiğini söylüyor. Bilim bu oranın neden yükseldiğini ya da yükselişin nedenini bilemiyor.
Gregg Braden verileri bu konu üzerinde çalışan Norveçli ve Rus araştırmacılardan aldı; Amerika’da çok geniş çapta raporlama yapılmıyor. (SR üzerine tek referans hava ile ilgili ve sadece Seattle Kütüphanesinde referans bölümünde bulunmaktadır. Bilim SR’yi sıcaklık değişkenlerinin ve dünya çapında hava durumlarının hassas göstergesi olarak kabul etmektedir. Braden değişen SR’nin son zamanlardaki şiddetli fırtınaların, sellerin ve havanın bir faktörü olduğuna inanıyor.)
Jeofiziksel Durum 2: Dünya’nın azalan manyetik alanı
Bir yandan dünyanın “puls” oranı yükselirken diğer yandan manyetik alan kuvveti azalmaktadır. New Mexico Üniversitesi Profesörü Bannerjee’ ye göre, son 4000 yıl içinde manyetik alan yoğunluğunun yarısı kaybetti. Manyetik alan kuvveti, manyetik kutupların tersine dönmesinin bir habercisi olduğu için Prof. Bannerjee, başka bir değişimin gelmekte olduğuna inanıyor. Braden, devirsel “yer değiştirmeler” ters dönmeyle birleşik olduğu için manyetik dönüşümün belirtisi olan dünyanın jeolojik kayıtları ayrıca tarihte daha önceki yer değiştirmeleri de işaret etmektedir. Zaman ölçüsünün büyüklüğü düşünüldüğünde, bunlardan sadece birkaç tane mevcuttur.
Schumann Rezonansı Nedir?
Aslında atmosfer zayıf bir iletkendir ve eğer hiçbir şarj kaynağı olmasaydı var olan elektrik yükü yaklaşık 10 dakika içinde dağılırdı. Dünya’nın yüzeyi ve iyonosferin iç kısmı arasında 55 km’lik bir boşluk bulunmaktadır. Herhangi bir anda bu boşluk içindeki toplam yük 500 bin Cloumbtur. Yeryüzü ile iyonosfer arasında 1-3×10-12 Amper/m²’lik bir dikey akım akışı vardır. Atmosferin rezistansı (direnci) 200 Ohm’dur. Potansiyel voltaj 200 bin volt’ tur. Dünya çapında herhangi bir anda yaklaşık 1000 şimşek çakmaktadır. Bunların her biri 0,5 ila 1 amper üretmektedir ve Dünya’nın elektromanyetik boşluğundaki akım akışının ölçümü için hesaplanmaktadır.
Schumann Rezonansları bu boşlukta var olan ve aralarında az da olsa benzerlik gösteren elektromanyetik dalgalardır. Yaydaki dalgaların da olduğu gibi, her zaman mevcut değildirler, fakat incelenebilirliğin olması için reaktif olmak zorundadırlar. Dünyanın içsel faktörleri, kabuk ya da çekirdek tarafından oluşturulmamaktadır. Atmosferdeki elektriksel faaliyetlere ait gibi görünmekteler, özellikle şiddetli şimşek faaliyetlerinin oluştuğu zamanlarda. 6 ila 50 devir/saniye arasındaki frekans değerlerinde meydana gelmektedir; özellikle 7.8, 14, 20, 26, 33, 39 ve 45 Hertz’de, +/-0,5 Hertz’lik varyasyon ile.
Sonuç olarak Dünya’nın elektromanyetik alan özellikleri aynı kalırsa bu frekanslarda aynı kalır. Tahminen Dünya’nın iyonosferi, Güneşin 11 yıllık macula devrinin sonucunda bu duruma cevaben değişime uğramaktadır. Çoğunlukla SR 2000 ile 2200 birim zaman aralığında daha kolay görülebilmektedir.
Muhtemel sonuçlardan biri olarak; sıfır noktasına yaklaştığımızda zaman hızlanmış olarak tezahür edecek. Buna göre 24 saatlik zaman dilimi, 16 ya da daha az saatte yaşanmış olacak. Binlerce yıldır SR’nın 7.8 devirde olduğunu, fakat 1980 yılından beri artmakta olduğunu hatırlayın. Bugün bu değer yaklaşık 12 devirdir ve 13 devire ulaştığında duracak.
Bu sonuçla ilgili olarak 24 ve 16 sayılarının doğruluğundan dahi emin değiliz. Yani 24 neye göre 24 ve 16 neye göre 16?! (Bu noktada zamana sayısal değer veren insan oldu ve biliyoruz ki aslında sayılar sınırsız düşünme kapasitemizi sınırlandırmak için ortaya atıldı! ) Hadi, tamam 24’ ü kabul ettik, ve 16 sayısının da 24 sayısı baz alınarak ortaya atıldığını kabul ettik. Peki, 24 referansına göre 16 olacağı nasıl belirlendi?! Hem de biz zamanın birçok durumdan etkilenip göreceli olduğunun bu kadar farkındayken…
Zamanda sıfır noktası ile ilgili birçoğumuzun yaşadığı bir durum olduğunu düşünüyorum bunun. Günlerce sanki aynı günün içerisindeymişsiniz gibi yaşamak. Uyuyup uyansanız da tek günmüş gibi yaşamak onca günü. Yani zamanı bir bütün olarak algılamak, sizinle bir bütünmüş gibi. Bir günün normal algı süresinden daha kısa yaşanması hatta onun da ötesi hani film gibi, hep aynı gün farklı olasılıklarla yaşanmak için tekrar tekrar gözünüzün önüne koyulur gibi.
Uyanıyorsunuz ve sanki bir önceki güne tekrar uyanıyorsunuz ve bu sefer farklı bir şey yapmanız gerekiyormuş gibi. İlk başlarda bunun farkına varmıyorsunuz. Aynı temponuzda zaman içerisinde var olmaya devam ediyorsunuz. Aradan birkaç gün geçtikten sonra zamandaki farklılaşmanın farkına varmaya başlıyorsunuz. Ve sonra durup bunun ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyor, durumu kendi lehinize çevirmek için uğraşıyorsunuz.
Zamanda sıfır noktasını yaşıyorsunuz yani. Her seferinde, size sanki zamanınız eksilmeden yeni bir şans veriliyor gibi. Yaşlanmıyor, kilonuz değişmiyor, enerjiniz her gün aynı kalıyor ve siz durumu kavrayana kadar zaman sizi sanki bekliyor. Ve ne zaman o süreçte fark etmeniz gerekenleri yapıp farklı bir algı durumuna geçerseniz yeni bir zamanda sıfır noktası oluşuyor sizin için tekrar. Zamanın bilinci size yansıyor.
Muhtemel sonuçlardan bir diğeri: Sıfır Noktası değişimi muhtemelen bizi 4’üncü boyuta sokacak. Yukarıdaki örnekte yaşadığımız durum dördüncü boyut olan zamanla birlikte olmaya başladığımızı gösteriyor.
Bu kadar muhteşem, algılarımızı zorlayan, içine girdikçe aslında hem içinde hem içimizde olduğunu anladığımız, üzerinde düşündüğümüz her durumda bize farklı şeyleri anlatan zaman, bizi sanki jelatin esnekliği ve kıvraklığında bir sarışla bambaşka durumlara büründürüyor. Belki de zamanın bize nasıl da şekil almayı öğretmeye çalıştığını daha farklı deneyimlerle anladıkça, onun gizemleri daha fazla içimize ve içimizden de ona akmaya daha farklı şekillerde devam edecek…
Çevrim içi kaynak: Nedir, Wikipedia, Academi, Fizik Portalı
Kaynak Kitap: Handbook of Atmospheric Electrodynamics, vol. 1, Hans Volland, 1995; Fizikçilerin Zamanı, Etienne Klein