Ergenliğimden itibaren hayatımın büyük bir kısmında “depresif” müzikler dinledim. En eğlenceli diye bilinen grupların yaptıkları müziklerden bile hüzün çıkarmayı başarabilen biri olarak herkesin sürekli mutlu olması gerekmediğini de düşünüyorum. Sanırım, o yüzden de böyle göreceli bir konuda söz sahibi olabileceğimi düşünerek aşağıdaki 10 şarkı ile bu listeyi oluşturdum. Bazı şarkı kimilerine göre hiçbir şey ifade etmeyebilir kimilerine göre klişe gelebilir kimilerine göre de sıkıcı olabilir, bilemem.
Böyle zengin bir yelpaze varken, 10 şarkı diye işe başlamak işi oldukça zorlaştırıyor; binlerce şarkı bir diğerinin yerine çok rahat geçebilirdi. Fakat bu listeyi 17-18’li yaşlarımla beraber tanımaya başladığım sanatçıların sözlü şarkılarıyla oluşturmak istedim. Buyurabilirsiniz:
Radiohead – Exit Music (Ok Computer, 1997):
Radiohead… Ne desem bilemedim. 2+2=5 şarkılarını ilk defa dinlediğimde çok küçüktüm, pek anlamlandıramamıştım. Creep’i Radiohead’i bilmeden sevmiştim. Sonrasında tanıdıkça, dinledikçe Thom Yorke’u kendime rol model alarak bir dönemimi geçirdim diyebilirim. Türkiye’ye gelecekler de konserlerini en ön sıralarda izleyip bağıra bağıra şarkılarını söyleyecektim güya. Bu hayalin pek fazla heyecanı kalmadı sanırım, her şey çok değişti. Neyse, uzatmadan, Radiohead’in milyon tane şarkısı bu listeye girebilir ama şu an bile bunları yazarken ağlamak ile ağlamamak arasındaki o iç titreten süreci yaşattığı için, Exit Music. “We hope that you choke.”
Alice In Chains – Nutshell (Unplugged, 1996):
Eski sevgilisinin ölümü üzerine pembeye boyattığı saçlarıyla ve güneş gözlüğünü çıkardığı an gün yüzüne çıkan yoğun uyuşturucu kullanımının mirası olarak morarmış göz altlarıyla arz-ı endam eden “sonsuz” Layne Staley. Belki de, “dünyanın en ‘acı’ şarkısı nedir?” sorusuna cevap olacak, özellikle de Unplugged versiyonuyla, bir Alice in Chains şarkısı. “We chase misprinted lies, we face the path of time”
Tim Buckley – Phantasmagoria In Two (Goodbye And Hello, 1967):
Evet, “Buckley” bir yerlerden tanıdık geliyor bazılarımız için. Pek bilmeyip de tahmin yürütenler; doğru bildiniz. Jeff Buckley’in babası olur Tim Buckley; oğluyla aynı kaderi paylaşarak genç yaşta buraları terk etmiş bir misafirdir. Ne misafir ama sesi tüyleri diken diken eden… Ki ben hep Tim Buckley’in, oğlu Jeff Buckley’den daha depresif şarkılar yarattığını düşünmüşümdür. Ölümcül ve tanrısal bir şarkı olan, Phantasmagoria in Two tabii ki böyle bir listede olacaktı. “Everywhere there is fear.”
Joy Division – New Dawn Fades (Unknown Pleasures, 1979):
Ian Curtis belki de birazdan olacakları düşünmeden; Iggy Pop dinlemişti, sonrasında da Werner Herzog’un Stroszek’ini izlemişti. Stroszek’i izlemek intihara sebebiyet verir miydi acaba? İntihar nasıl bir şeydi ki? 23-24’lü yaşlara geldiğimde, Ian Curtis gibi intihar ederim herhalde diyordum ama öyle bir şey olmadı. Bu şarkı binlerce kez öldürüp diriltti ve hâlâ, her defasında… “It was me, waiting for me, hoping for something more, me, seeing me this time, hoping for something else”
Gravenhurst – The Diver (Flashlight Seasons, 2004):
Geçen sene aralık ayında bu dünyayı terk eden Nick Talbot, miras olarak bir sürü “acı şarkı” bıraktı. 2007-2008 yıllarında tanıştığım Gravenhurst; o zaman da pek bilinmiyordu, hala da pek bilinmiyor ve bu ölüm üzerine hiçbir zaman pek bilinmeyecek sanırım. Bu acıyı çekme şerefine nail olabilenlere ne mutlu. “It’s getting darker and i’m still swim, it hits me again. I’m getting deeper and i’m still swimming, it hits me again.”
Nick Drake – Day Is Done (Five Leaves Left, 1969):
Şarkılarını söylerken bu dünyanın yükünü taşıyamadığını hissettirir, sanki, Nick Drake. Dönemin ağır antidepresan ilaçlarını belki ölmek için, belki de sadece “uyumak” için yüksek doz alırken; başucunda Albert Camus’ün “Sisifos Söyleni” adlı saçmalığın öğretisi olduğu söylenir. Camus, bazen farkında olmadan söylenen bir kelimenin bile bir insanı öldürebileceğini söyler ve intiharı olumlamasa da, belki de farkında olmadan yazdığı bir cümlenin Nick Drake tarafından okunması sonucu “katil” olmuştur. “When the game’s been fought. You speed the ball across the court. Lost much sooner than you would have thought. Now the game’s been fought.”
The Smiths – Last Night I Dreamt That Somebody Loved Me (Strangeways, Here We Come; 1987):
Günümüz indie gruplarına geçişin en önemli basamaklarından birisi olan The Smiths; Morrissey’in eşsiz sesi ile beraber iç burkan bir sürü şarkıya imza attı. Morrissey solo çalışmalarıyla kariyerine hâlâ devam ediyor. Kadıköy’ün melankolik geceleri bana hep The Smiths’i hatırlatıyor nedense. “Last night i dreamt that somebody loved me. No hope, no harm. Just another false alarm.”
Michael Jackson – Little Susie (HIStory: Past, Present and Future, Book I; 1995):
Hakkında yapılacak bir tanımlama kalmayan Michael Jackson’ın; Susie adlı küçük bir kız çocuğuna tecavüz ediLmesini ve daha sonrasında da çocuğun feci şekilde öldürülmesini anlatan duygu dolu şarkısı. “Everyone came to see. The girl that now is dead. So blind stare the eyes in her head…”
Placebo – Without You I’m Nothing (Without You I’m Nothing, 1998):
Bundan bilmem kaç sene öncesinde “aşk acısı” yaşarken, veya öyle bir duygu olduğunu düşünürken, bu şarkıyı binlerce kez dinlemişimdir. Bazen şarkıyı tekrara alıp tekrar tekrar… 80’lerin sonu 90’ların başı gibi doğanların şüphesiz ki ergenlik şarkılarından bir tanesi Without You I’m Nothing. Artık, Brian Molko’nun sesini unutmuş olabilir o nesil. “Tik, tak, tik, tak, tik, tak….”
Coldplay – Such A Rush (Safety EP, 1998)
Genel olarak sakin ve huzurlu, yer yer hüzünlü şarkılara imza atmış olan Coldplay; insanın suratına bu derecede sert bir şekilde çarpacak derecede “acı” başka bir şarkı da yapmamıştır sanırım. Grubun genel havasından farklı bir şarkı olduğundandır ki, bu şarkı albüm dışı olarak kalmıştır ve pek kimseler tarafından bilinmez. “Such a rush to do nothing at all. Such a fuss to do nothing at all. Such a rush to do nothing at all.”
Ve bonuslar:
Bu listede sözsüz şarkı olmamasını istedim garip bir şekilde. O yüzden, The Doors’un vokalisti Jim Morrison’ı da anarak, liste dışı kalan bu Mogwai şaheserine kulak kesilelim:
Mogwai – I’m Jim Morrison I’m Dead (The Hawk Is Howling, 2008)
Aynı sebep yüzünden bonuslara bıraktığım bir şarkı. Trentemøller’in bu şarkısı için kimileri “huzur” tanımlaması yaparken; ben, tam tersi olarak, bu şarkıyı elektronik müziğin en “acı” eserlerinden birisi olarak görüyorum:
Trentemøller – Miss You (The Last Resort, 2006)
Belki de şok etkisi yaratacak bir kapanış olduğunu biliyorum:
Neşet Ertaş – Ahirim Sensin