Elimizde var olan sorunlara (iklim değişikliği, savaşlar, mültecilerin dışlanması) hakkaniyetli bir şekilde çözüm sunmaksızın üstüne yenilerini ekliyoruz, üstelik tarihten hiç ders almadan.
Sivil toplumdan uzaklaşarak neoliberal dönüşümlerin pençesinde şekillenen enerji siyaseti bugüne kadar bize iki nükleer santralin yapımına ilişkin imzalı anlaşmaya mâl oldu. Akkuyu Santrali‘nin lisansına, harcanan para miktarına, altyapının kapasitesine ve elverişliliğine, teknik ekip yeterliliğine, zeminin sağlamlılığına, çevre temizliği adına güvenilirliliğine ve yasadışı nükleer atık ticaretine yönelik soru işaretleri hâlâ söz konusuyken üzerinde düşünülmesi gereken soru nükleer santrallere ihtiyacımızın olup olmadığı.
Türkiye’nin enerji ihtiyacının karşılanmasında kullanılan doğalgazın tamamı ile kömür yakıtlarının yüzde 70’ini ithal ediliyor. Bu nedenle, AKP’nin 2023 reformlarından biri bu dışa bağımlılıktan kurtulmak ve nükleer santrallerinin yapımının “zorunluluğu”nu gerekçelendirerek bunu ajandalarına koymaktadır. Her ne kadar yatırımcılar, Rusya’yla anlaşılan şirketin güvenilirliğine bel bağlasa da, yoğun güvenlik önlemlerinin (!) herhangi bir kazayı önleyip önlemeyeceği kafalarda bir soru işareti bırakmıyor değil. Yoğun bir güvenlik ise özünde ciddi teknolojik altyapıyı gerektirir.
Bizim ülkemizde sağlıklı bir şekilde “güvenlik kültürü” olmadığından bunun maliyetinin pahalı olacağını kestirmek hiç de zor olmasa gerek. Peki, neden başka bir uygulamaya gidilmiyor? Enerji verimliliği yüksek teknolojilere yönelmek, temiz ve e sürdürülebilir bir enerji politikasını benimsemek şu noktada hiç de ütopik değil. Özellikle Türkiye’nin güneş ve rüzgâr enerjisine yönelik potansiyelini göz önüne alırsak. Ama küreselleşen sermaye gücü, gelişmişliğin ve de kalkınmanın göstergesi olarak nükleer enerjiye duyulan ilgi, enerjiye adına yapılan yabancı yatırımın Türkiye ekonomisine katkısındaki göz alıcılık ne yazık ki bu konuyu bertaraf etmektedir.
İnsana ve doğaya duyarlı yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmek varken atıkları, kazaları, doğurabileceği tehlikeleri göz önüne alıp doğru hareket etmek en sağlıklısıyken karbon-sülfür ve de uranyuma yüzümüzü dönmek pek de akıl kârı değil. Şu açıktır ki nükleer lobinin ve yatırımcıların bu konudaki uzlaşılamaz tutumları, halkın sesini dinlemeksizin hükûmeti yanlış hamle yapmaya sürüklüyor. Çevre aktivistleri, Akkuyu ve Sinop’taki yerel halk, birtakım organizasyonlar, sendikalar yıllardır sesini çıkarmaya çalışsa da yıllardır süregelen Faustvari bir ilişki söz konusu. Dinlemeksizin, Çernobil ve Fukuşima’dan ders almaksızın…
Faustvari: Goethe’nin Faust ismi eseri ruhunu satma ile alakalı olarak şeytanla girişilen bir pazarlığa dayalıdır.
Başlık Fotoğrafı: Hit the Road, Pripyat‘tan bir kare…