Yeşil devrim ya da diğer adıyla gıda devrimi, özellikle 1960’lardan bu yana dünya tarımında tane veriminin artırılmasını sağlayan, genetiği değiştirilmiş tohumların ekilmesi sonucu oluşan melez bitkiler ile üretimin sağlanmasını hedefleyen/dayatan tarımsal üretim sürecinin dönüşümünü ifade etmektedir.
Bu dönüşüm süreci, küresel gıda şirketlerince desteklenen basın ve medya kuruluşlarınca genel olarak şu şekilde ele alınmaktadır: Yeşil devrim, 1940’lar ile 70’ler arasında dünya genelinde gözlenen tarımsal üretim artışını ifade eden bir terimdir. Gelişmekte olan ülkelerde daha yoğun biçimde gözlenen bu değişim 1960’ların sonlarında hızlanmıştır.
Yeşil devrim hareketi bir milyonun üzerinde insanı açlıktan kurtarmış, verimli tahıl türlerinin geliştirilmesine yardımcı olmuş, sulama olanaklarının iyileştirilmesini sağlamış, koruma tekniklerini çağdaşlaştırmış, çiftçilere melez tohum, yapay gübre ve pestisit gibi girdilerin sağlanmasını kolaylaştırmıştır.
Yeşil devrim sürecinin tarımda sulama, herbisit ve pestisit kullanımının artmasını simgelemekle birlikte tarımsal üretimi artırması söyleminde ciddi tartışmalara sebep olmuştur.
Nitekim Vandana Shiva, geleneksel polikültürler ile endüstriyel monokültürlerin karşılaştırıldığı bir çalışmayı işaret ederek, bir polikültürün 5 birim girdi kullanarak 100 birim gıda ürettiğini buna karşılık bir monokültürün 100 birim gıda üretimi için 300 birim girdiye ihtiyaç duyduğunu söylemektedir. Bu monokültürün israfının ne ölçüde olduğunu göstermektedir. (1) Bunun yanı sıra herbisit ve pestisit kullanımı, GDO’lu tohum kullanımı ve yapay gübre gibi yapay girdiler başlı başına ekolojik sorunlara yol açmakta, hem üretici hem de doğa için ciddi maliyetleri doğurmaktadır.
Yeşil devrim kimi besliyor?
Dünyayı beslemenin (dünyayı beslemekten kasıt, dünyadaki tüm insanların beslenmesidir) mümkünlüğü bugün en ciddi tartışma konularından biridir. Dünyayı besleme vaadiyle yola çıkan küresel gıda şirketleri, gıdanın metaya çevrilmesinin en büyük eşiğidir. Gıdanın metaya çevrilmesi, daha çok açlığa ve beslenme kaynaklı birçok sağlık probleminin de ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Gıda metalaşması süreci aynı zamanda gıdanın biyoyakıt başta olmak üzere beslenme dışı kullanım alanını da açmıştır. Bu kullanım alanında üretilen gıda insanları değil arabaları beslemektedir.
Gıdadaki bu dönüşüm, ekolojik açıdan ciddi maliyetler içermektedir. Biyoçeşitliliğin hiçe sayılarak taneli tahıl (soya, mısır ve buğday başta olmak üzere) üretiminin yaygınlaştırılması, GDO’lu tohumlar ile yerel/geleneksel tohumların yok edilmesi, yerel gıda pazarlarının yok edilerek küresel gıda pazarının genişletilmesi, küresel gıda şirketlerinin tohum tekelleri oluşturması ve yeni tarım alanları açmak için ormanların yok edilmesi yeşil devrim sürecinin sadece bazı parçalarıdır. Gıda bu süreçte var olan tüm yerel değerlerinden yoksun bir konuma yerleştirilmiştir.
Gıdanın bu garip dönüşümü dünya da bir milyarın üzerinde insanın açlıktan ölürken iki milyarın üzerinde insanın obezite ve diyabet gibi beslenmeye bağlı hastalıklarla baş başa kalması paradoksunu yaratmaktadır. Bu noktada yeşil devrimin ancak küresel gıda pazarını beslediği açıkça görülmektedir.
Yeşil devrimin şiddeti
Gıda tekellerinin, pazar için üretim anlayışının, manipülasyonların ve küresel gıda şirketlerinin temel amacı kârdır. Bu amacın çerçevesinin kârla sınırlı olması, küresel pazara hizmet etmeyen her türlü yerel üretim sürecine ve yerel kültüre karşı son derece kör ve dışlayıcı olmasının temel sebebini oluşturur (kâr için her şeyin mubah olduğu anlayışı). Bu körlük ve dışlayıcılık sebebi ile yeşil devrim fikriyle üretilen metalaştırılmış gıdaların üretim süreci şiddeti içinde barındırır. Herbisit ve pestisit kullanımlarının çok fazla olması ve bu zirai ilaçların doğaya ve canlılara verdiği zarar, biyoçeşitliliğinin yok edilmesi, orman alanlarının yok edilmesi (tarım alanı açmak maksadıyla) ve tohumların genleri ile oynanması bu sürecin temel şiddet unsurlarını oluşturmaktadır.
Yeşil devrim mantığı doğaya uygun gıda üretmekten değil, doğayı üretilecek olan gıdaya uygun hale getirmek fikrine sahiptir. Bu süreçte endüstriyel tarım yöntemlerinin en verimli yöntem olduğunu öne süren gıda şirketleri, endüstriyel tarım yöntemlerinin ekolojik maliyetlerini göz ardı etmektedir. Endüstriyel tarım yöntemleri böcekler ve solucanlar başta olmak üzere topraktaki canlı türlerine kimyasallarla saldırmaktadır. Bu kimyasallar, topraktaki biyoçeşitliliği yok ederek toprak veriminin yenilenebilir özelliğini çökeltir. Bu durum görece uzun vadede gıda üretimini imkansızlaştırmaktadır.
Yeşil devrimin dışlayıcılığı
Yeşil devrim süreci her şeyden önce biyoçeşitliliği yok ettiği için türlere karşı dışlayıcıdır. Biyoçeşitliliğinin son derece yıkıma uğratıldığı tarımsal üretim süreci küresel pazara uygun olmayanlar diğer gıda türlerinin (taneli olmayan gıda çeşitlerinin) dışlanması üzerine kurulmuştur.
Yeşil devrim süreci aynı zamanda dünyayı ilk besleyenler olan kadınları ve kadınların sahip olduğu dişil tarım bilgisini tarımsal üretim sürecinden dışlamaktadır. Bu durum Vandana Shiva tarafından şöyle ifade edilmektedir:
“Kadınlar bence, bitkileri evcilleştirip tarımı yaratanlardı. Ve tarım kadınlar tarafından kontrol edildiği sürece, gerçek yiyecekler üretildi. Tarım (kadınların öğrenilmiş ve aktarılmış( bilgisine dayanıyordu. Kadın merkezli bir tarım hiçbir zaman kıtlık yaratmadı. Yiyecek sistemini kadınlar kontrol ettiği sürece yiyeceksiz kalan bir milyar insan göremezdiniz, öte yandan 2 milyarının obez ya da diabetik olduğu bir insanlık da göremezdiniz. Yiyecek sistemini fethetmiş olan ataerkinin sihridir bu. Daha önceleri, ataerki yiyeceği kadına bırakmıştı, modern ataerki yiyeceği kontrol etmek istiyor… kadınların bilgisi tarımdan silindi… Sadece kadınlar tarıma geri döndüğü zaman güvenli bir yiyecek kültürümüz olabilir.” (2)
Bulunduğumuz çağda binlerce yıldır var olan dişil tarım bilgisi bir avuç erkek genetik bilimci tarafından dışlanmış ve sonuçta Shiva’nın da ortaya koyduğu sonuçlar ortaya çıkmıştır. Bu sebeple yeşil devrimin gıda üretim süreci birçok açıdan cinsiyetçi gıda politikalarını doğurmaktadır.
Yeşil devrim ile mücadele
Yeşil devrime karşı verilecek en etkili mücadele yerel/geleneksel tohumları desteklemek ve korumak olacaktır. Bugün yeşil devrimin şiddetine karşı Gandhi’nin devrettiği şiddetsiz ve kararlı mücadele, yerel/geleneksel tohum savunusunda rehber almalıdır.
Küresel gıda şirketlerinin tahakkümüne karşı veganlığı tercih etmeliyiz. Doğanın bir parçası olduğumuz gerçeğini unutmamalı, diğer türlerle yakın ilişki içinde olduğumuzun farkındalığı ile insan türü dışındaki türlerin, tüketim alışkanlıklarımız ile haklarını gasp ettiğimizin farkında olmalıyız. Öncelikle paketli gıda tüketimini hayatımızdan çıkarmalı, tamir etmek, takas etmek gibi yöntemlerle ihtiyaçlarımızı karşılamalı kısacası az tüketmenin mutluluğuna erişmeliyiz.