Öncelikle çok hakim olmayanlar için Milgram’ın İtaat Deneyi’ni ve Zimbardo’nun Stanford Hapishane Deneyi’ni kısaca anlatmakta fayda var. Bildiklerini düşünenler bu kısmı atlayarak doğrudan birinci maddeden başlayabilirler.
Stanford Hapishane Deneyi
Stanford Hapishane Deneyi, sosyal psikolog Philip Zimbardo’nun 1971 yılında Stanford Üniversitesi bodrum katını bir hapishaneye çevirerek mahkûm ve gardiyan olmanın psikolojik etkilerini incelemek amacıyla 24 üniversite öğrencisiyle başlattığı ancak planlananın ötesinde bizlere roller, uyum, kötülük ve sistemler adına çok şey söyleyen klasik bir psikoloji deneyidir.
Gazete ilanlarına yapılan başvurulardan psikolojik ölçme araçları ve görüşmeler kullanılarak özellikle psikolojik anlamda sağlıklı ve güçlü olduğu düşünülen 24 kişinin seçilip tesadüfi olarak tutsak ve mahkum rollerine atanmasıyla denek grubu oluşturulmuştur. Deneklere bunun iki haftalık bir deney olacağı ve karşılığında belli bir miktar para alacağı söylenmiştir.
Deney öncesi yapılan bilgilendirmede tutsak rolündeki deneklere deney süresince gardiyanların emirlerine olabildiğince uymaları ve gardiyanlara da kesinlikle şiddet kullanmamaları ancak sözlerini geçirebilmek adına olabildiğince sert davranmaları söylendi.
Gardiyanlar, tıpkı gerçek gardiyanlar gibi giydirildi, ellerine tahta sopalar verildi ve tamamen gerçek bir hapishane ortamı yaratılmaya çalışıldı. Göz temasına engel olması amacıyla aynalı gözlükler verildi.
Mahkûmlaraysa, tıpkı gerçekte olduğu gibi, oldukça rahatsız edici bir mahkûm kıyafeti giydirildi ve bileklerine birer zincir vuruldu. Gardiyanlara, mahkûmları onlara atanmış ve mahkûm kıyafetlerine işlenmiş numaralar ile çağırmaları tembihlendi. Böylece tamamen gerçek bir hapishane ortamı yaratıldı.
Mahkûmlar ve gardiyanlar çok çabuk bir şekilde rollerine adapte oldular. Deney süresince gardiyanlar beklenenin çok ötesinde bir sertlik sergilediler ve sadistik cezalar, keyfi uygulamalar, küfürler, fiziksel müdahaleler, cinsel tacizler yaşandı.
Tutsak rolünde olanlar için ise daha ilginç bir rol adaptasyonu gerçekleşti. Öyle ki, başta imzalanan sözleşmelerde yer almasına ve tutsaklara deney başlarken hatırlatılmasına rağmen tutsaklardan hiçbiri çıkmak istediğini söylemedi. Çünkü deney başladığı andan itibaren onlar artık öğrenci denekler değil tutsak rollerindeydiler ve tutsaklar hapishaneden çıkamazdılar.
Deney öngörülen sınırların dışına çıkıp tehlikeli ve psikolojik olarak hasar veren bir duruma geldi. Birçok mahkûm duygusal olarak travma geçirirken gardiyanların üçte biri “gerçek” sadistik eğilim sergilemekle suçlandılar. Mahkûmların ikisi daha deneyin başında sinir krizi ve ruhsal çökkünlük sebebiyle çıkarılmak zorunda kalındı.
Kendisi dahil herkesin rolüne iyice kaptırdığından emin olduktan sonra Zimbardo altıncı günün sonunda deneyi bitirdi. Zimbardo, deneyden kendisinin bile etkilendiğini belirtmiştir, çünkü kendisi de deneyde “hapishane müdürü” rolüne sahipti ve tamamen rol yapması gereken gardiyanların, tamamen rol yapması gereken mahkûmlara uyguladıkları şiddeti sürdürmesine izin verecek kararlar almıştır.
Bu deney, toplumun onlara biçtikleri rolleri farkında olmadan nasıl sahiplendiğini ve o rolün etkisinden çıkamadan, kontrolsüz bir şekilde yerine getirdiğini net bir şekilde ortaya koymuştur. Deneyle ilgili birçok tartışma ve karşıt bilimsel makale yayınlanmıştır.
Ayrıntılı bilgi için:
www.prisonexp.org
www.lucifereffect.com
www.evrimagaci.org/fotograf/73/3209
Milgram’ın İtaat Deneyi
Milgram Deneyi, insanların erk sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani değerleriyle çelişmesine rağmen itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçme amacını güden bir deneyler dizisinin genel adıdır. Deneyin kilit noktası, deneklerin şahsi vicdanlarıyla çelişen unsurların varlığına karşı otoriteye nasıl boyun eğdiklerini gösterebilmektir.
Deney içerisinde üç kişi bulunmaktadır: denek, işbirlikçi ve araştırmacı. Araştırmacı, otoriteyi temsil etmektedir ve emirleri veren taraftır. Denek, öğretmeni temsil etmektedir ve otoriteden gelen emirleri uygulayan konumundadır. İşbirlikçi ise öğrenci rolündedir ve öğretmenden gelen uyarılara maruz kalan taraftır.
Burada, “işbirlikçi” denmektedir, çünkü esasında öğrenci konumunda olacak kişi, deneyi düzenleyen araştırmacı tarafından önceden bilgilendirilmiştir ve rol yapacaktır. Ancak bunu denek bilmez. Öğretmen rolündeki deneğe, deney öncesinde bir şok verilir ve kendisi, deney sırasında öğrenciye şok verdiğinde öğrencinin deneyimleyeceği acıyı deneyimlemesi sağlanır. Sonrasında, kendisine birkaç çift kelime verilir ve öğrenciye bu kelimeleri öğretmesi istenir. Öncelikle, elindeki listedeki sözcükleri işbirlikçiye, yani öğrenciye okur. Sonrasında, bir kelime ve o kelimeyle eşleşebilecek dört şık okur.
Eğer ki öğrenci, hatalı şıkkı seçerse, öğretmenin kendi eliyle elektrik şoku vermesi gerekmektedir. Her bir hatalı cevaptan sonra elektrik şokunun şiddeti 15 volttan başlayarak, her sefer 15 volt arttırılacaktır. Deneğin önündeki kontrol panelinde hem her düğmenin voltaj seviyesi hem de her seviyeye karşılık gelen şok açıklaması yer almaktadır. Örneğin, 10’uncu seviye 150 volt “Güçlü Şok”, 17’nci seviye 255 volt “Yoğun Şok”, 21’inci seviye 315 volt “Aşırı Yoğun Şok”, 25’inci seviye 375 volt “Tehlike! Ağır Şok”, 30’uncu seviye (en üst şok düzeyi) 450 volt sadece kaygı verici XXX şeklinde işaretlenmiştir.
Denek konumunda olan ve öğretmen rolündeki şahıslar, öğrenci konumundaki işbirlikçilerin gerçekten de şok aldığını sanmaktadırlar. Halbuki, herhangi bir şok uygulanmamaktadır. İşbirlikçinin bulunduğu ayrı odada bulunan bir ses kayıt cihazı sayesinde, herbir elektrik şoku seviyesi için ayrı bir ses verilir ve aktör, sanki gerçekten acı çekiyormuş gibi inler.
Deneyin can alıcı noktası burada başlar. Her yanlış cevaptan sonra verilen şoktan ötürü aktörün verdiği tepkiler (bağırma, inleme, ağlama, vesaire) artar ve bir noktadan sonra aktör, duvarlara vurarak acıyı iyice anlatmaya çalışır. Denek artık bırakmak istediğini ya da daha fazla şok vermek istemediğini söylediğinde araştırmacı devam etmesi yönünde telkinler verir.
Her ne kadar hemen hepsi bundan rahatsızlık duyduğunu belirtse de, deneklerin yüzde 65’i, yani 40 denekten 26 tanesi emirlere uyarak 450 voltluk inanılmaz yüksek şiddetteki elektriği öğrenci konumundaki işbirlikçiye uygulamıştır. Deneklerin istisnasız her biri, sonuca ulaşmadan önce herhangi bir noktada deneyi durdurup ne yapılmak istendiğini sorgulamıştır. Pek çoğu farklı korku ve stres tepkisi göstermiş olsa da bir şekilde devam etmişlerdir.
Ayrıntılı bilgi için:
www.simplypsychology.org/milgram.html
nature.berkeley.edu/ucce50/ag-labor/7article/article35.htm
tr.wikipedia.org/wiki/Milgram_deneyi
www.evrimagaci.org/fotograf/73/3222
İki deney hakkında da bir miktar fikrimiz oluştuğuna göre asıl kısma geçebiliriz. Aşağıda belirteceğim 10 kategori Philip Zimbardo’nun luccifereffect.com internet sitesi ve Şeytan Etkisi isimli kitabında Milgram Deneyi ile ilgili değerlendirmesini barındırmaktadır.
Zimbardo’ya göre kendi deneyi olan Stanford Deneyi ve Milgram’ın İtaat Deneyi sonuçları göstermektedir ki ikna profesyonelleri yani politikacılardan tutun bankacılara, tarikat misyonerlerinden tutun medya kanallarına hepsi bu 10 kategoriyi kullanmakta ve bizler bu 10 sürecin kurbanı olmaktayız. Sizden yapmanızı istediğim ise basit bir beyin egzersizi. Bu 10 strateji hakkında birkaç dakika kafa yormanızı ve mevcut otoriter sistemin sizi nasıl gardiyan, tutsak ya da denek haline getirdiğini düşünmenizi istiyorum. Ben de elimden geldiğince yorumlarım ve örneklerle yardımcı olmaya çalışacağım.
1. Kişinin davranışlarını sahte yasallıkla kontrol edebilmek için önceden kontrata dayalı, yazılı veya sözel bir zorunluluk ayarlamak. Milgram’ın deneyinde katılımcı, görevleri ve prosedürleri kamuya açık bir biçimde okuduğunda bu sağlanmış oluyordu.
Yeni Türkiye’de özellikle 2010 Referandumu sonrası yargının; yasama ve yürütmenin oyun sahası haline gelmesiyle bunu sağlamak kolay bir hale gelmiştir. Kimilerine göre oligarşik kimilerine göre monarşik bu otorite anayasal bir ilüzyon ile pek çok kesime “demokratik düzlem içerisinde muhalefet yapabilirsin” mesajı vererek hem otoriter rejimi sürdürmesi için gerekli gündelik işlerini yapacak zamanı kazanmakta hem de muhalifler arasında muhalefet yapma şekillerinden kaynaklanan bir ayrışma meydana getirmektedir.
Tekel direnişiyle başlayan ve Gezi Parkı eylemleriyle doruğa çıkan dönemsel direniş pratiğimize de yine aynı psikolojik altyapıyla “sorunlarınızı sandıkta çözün” gibi bir mesaj verilerek, sığ ve riyakar bir demokrat oynanmış ve meşru sokak hareketlerine ket vurulmuştur. Genel mesaj nettir: “Anayasal bir düzen var, bunu kabul ettiniz, sandıkta beni seçtiniz, haliyle bu oyunu kabul ettiniz, mızıkçılık yapmak yok, bu oyun bu şekilde oynanacak.” Tüm bu sistematik mesajlarla Milgram’ın deney odasına mahkûm edildik. Çıkamayız çünkü deney prosedürünü kabul ettik. Deneyin sonuna kadar burada kalacağız. Peki, elektriği vermek dışında başka bir alternatifimiz yok mu gerçekten?
“Hiç kimse bu iradeyi yok sayma, görmezden gelme hakkına sahip değildir, olamaz. Demokrasi halkın iradesini kabullenmekle, bu iradeyi yönetime her türlü farklılığı siyasal sürece katmakla anlam kazanır.“
Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2010 yılı referandumu sonrası konuşmasından:
“Şu anda bizi içeride ve dışarıda diktatörlükle suçlayanlara hodri meydan diyorum. Beş ay sonra seçimler var. Buyursunlar orada kozlarını paylaşsınlar. Şu anda vesayet kurmakla itham edenlere hodri meydan diyorum. Buyursunlar, 30 Mart’ta sandıkta kozlarını paylaşsınlar. Eğer, bu ülkede bir diktatör varsa buyursunlar bu diktatörü sandık yoluyla indirsinler.”
R. Tayyip Erdoğan 25.10.2013
2. Katılımcılara, önceden bildikleri olumlu değerler eşliğinde otomatik etkinleşen tepki şemalarıyla taşıyabilecekleri anlamlı roller vererek bu rolleri oynamalarını sağlamak.
“Esnaf ve sanatkar demek altını çizerek ifade ediyorum ticaret yapan, alan satan, sırf ekonomik faaliyette bulunan insan demek değildir. Bizim medeniyetimizde bizim millet ve medeniyet ruhumuzda esnaf sanatkar gerektiğinde askerdir, alperendir. Gerektiğinde cephede vatanını savunan şehittir, gazidir, kahramandır. Gerektiğinde asayişi tesis eden polistir. Gerektiğinde adaleti sağlayan hakimdir, hakemdir. Gerektiğinde de şefkatli bir ağabeydir, kardeştir. Taksici, şoför deyip geçemezsiniz. Mahallenin ağabeyidir, mahallenin bekçisidir. Bakkal, kasap, manav, terzi deyip geçemezsiniz. O mahallenin adeta ruhudur. Sokağımızın, semtimizin vicdanıdır.”
R.Tayyip Erdoğan 26.11. 2014
“Biz o birkaç çapulcunun yaptıklarını yapmayız. Onlar yakarlar, yıkarlar, çapulcunun tanımı budur zaten.”
R. Tayyip Erdoğan 08.06. 2013
“Benim ifademde dindarlar, dinsizler diye bir ayrım yok. Dindar bir gençlik yetiştirme var. Bunu yine söylüyorum, bunun arkasındayım. Sayın Kılıçdaroğlu sen bizden, muhafazakâr demokrat parti kimliği sahibi Ak partiden ateist bir nesil yetiştirmemizi mi bekliyorsun? O belki senin işin olabilir. Ama bizim böyle bir amacımız yok. Biz muhafazakâr ve demokrat, milletinin, vatanının değerlerine, tarihten gelen ilkelerine sahip çıkan bir nesil yetiştireceğiz.”
R.Tayyip Erdoğan 01.02.2012
“Biz ekonomisi ile büyük bir devletiz. Hiç kimse bize mahalle baskısı yapamaz. Artık hiç kimse hiçbir odak bu ülkeye istikâmet çizemez. Allah’ın izniyle Gazze’yi de biz savunacağız, Suriyeli kardeşlerimize kardeş olmaya devam edeceğiz. Irak’ta kardeş kavgası var onların yanında olmaya da devam edeceğiz. Biz Osmanlıların torunlarıyız”
R. Tayyip Erdoğan 07.08.2014
3. İşin içine girmeden gayet anlamlı gözüken fakat körü körüne kabulü gerekçelendirme adına keyfi ve kimliksizce kullanılabilecek, uyulması gerekli temel kurallar sunmak.
Ek olarak sistemler kurallarını gereksiz şekilde koyup gerektiği gibi değiştirirken öte yandan da kural kuraldır zihniyetini diretirler. Tıpkı Milgram’ın deneyinde beyaz önlüklü araştırma sorumlusunun deneği şok vermeye zorladığı veya Stanford Hapishane Deneyi’nde gardiyanların Clay-416 isimli tutukluyu sosis yemeye zorladıkları gibi…
Bu kategoride hangi gündem maddesini hatırlatsam inanın seçemedim. Gündem diye günlerce tartıştığımız ama bizi büyük resimden uzaklaştıran her türlü tartışma ve keyfi yasak bu kategoriye dahil edilebilir. İç güvenlik paketiyle hayatlarımıza giren yüz kapatma cezası örneğin… Haftalarca tartışıldı, hiç bir mantıklı sebep sunulmadı, yalnızca “kural kuraldı”. Alkol yasakları yine aynı şekilde.
Protesto hakkı elimizden alınırken biz nedensiz “yüz kapatma” yasağını tartışıyorduk, yaşam biçimlerimize müdahale eden “alkol yasağını” yine sığ seküler bir anlayıştan “laiklik elden gidiyor” gibi sloganlarla düşünen zihniyetlerle tartıştık. Artık alıştığımız sıklıkla hayatımıza giren ama hiç bir rasyonel altyapıya dayanmayan internet yasaklarını yine bu kategoride değerlendirmek mümkün. Ama bunun en çarpıcı ve sonuçları açısından en önemli örneği Gezi Parkı olaylarını başlatan “Taksim yayalaştırma projesi”olabilir. Neden yayalaştırıyorlardı? Halkın böyle bir talebi var mıydı? Gerek var mıydı? Bu konuda uzman görüşleri var mıydı? Bu yayalaştırmanın eksileri ve artıları neydi? Bunların hepsi cevapsız sorular çünkü hiç konuşulmadı. Yalnızca “Kural kuraldır, yayalaştıracağız” dendi.
4. Davranışın, davranışı gerçekleştiren kişinin ve hareketin anlambilimsel içeriğini değiştirmek (örneğin, “kurbanların canını yakmak” değil de, “araştırmacıya yardım etmek” söylemi üzerinden kurbanı bilimsel buluş adına cezalandırmayı meşrulaştırmak), yani çirkin gerçekliği istenir safsatayla değiştirerek gerçek görüntünün farklı görüneceği şekilde çerçeveyi kaydırmak.
Bugünlerde en sık gördüğümüz Yeni Türkiye manzarası ve stratejisi bu sanırım. Terörle mücadele… Ne haklı bir davayı çağrıştırıyor değil mi? Bu ve benzeri stratejileri mevcut muktedirlerde defalarca gördük. Ağaçları ve ormanları mahvetmek değil, ağaçların yerlerini değiştirmek, alkol veya internet yasağı değil, alkol-internet kullanımın düzenlenmesi vesaire.
5. Sorumluluk dağılması veya olumsuz sonuçlar karşısında sorumluluk feragati için imkân yaratmak; böylece başkaları sorumlu olacak, davranışı gerçekleştiren kişi sorumlu tutulmayacaktır algısı oluşur.
Milgram’ın deneyinde yetke figürünün “öğrenen”in başına gelebilecek her şeyden kendisinin sorumlu olduğunu söylemesi bunun iyi bir örneği.
“İçişleri Bakanıma 24 saat içinde AKM’yi ve Cumhuriyet Alanı’nı temizleyin dedik. Şimdi soruyorlar ‘Polise talimatı kim verdi?’ diye. Polise talimatı ben verdim.”
R. Tayyip Erdoğan 22.06.2013
Ayrıca buraya tek tek koymayı midemin kaldırmadığı müktedirlerin “kadın” ile ilgili olarak söylediği ve pek çoklarınızca bilinen “kadın-erkek eşitliği fıtrata ters, kadın mıdır kız mıdır bilemem, kendi başına bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya (Münevver Karabulut cinayeti ile ilgili), örtüsüz kadın perdesiz eve benzer, perdesiz ev ya satılıktır ya da kiralıktır, anne tecavüze uğradıysa bebeğin suçu ne, devlet bakar, kadına şiddet algıda seçicilik” gibi pek çok söylem ve cezasız kalan ya da keyfi indirimler alan sayısız taciz, tecavüz ve kadına yönelik şiddet suçu alt metniyle giderek artan kadına yönelik şiddet ve cinayetlere sorumluluk feragati vadetmektedir.
6. Bütünü kötülükten oluşan bir kötülüğe, en başta pek de belirgin olmayan küçük bir hareketle başlangıcı sağlamak. Milgram’ın deneyinde 15 voltluk bir elektrik şokuyla deneye başlanılması bunun bir örneğidir.
Devlet dersinde öldürülen çocuklarımız…
2013 1 çocuk
2014 4 çocuk
2015’in ilk 6 ayı 8 çocuk
2015 ikinci yarısından bugüne 40’dan fazla çocuk
Katliamlar…
5 haziran 2015 diyarbakır 5 kişi öldü….
10 ekim 2015 ankara 100 kişi öldü…
Arada onlarca ölüm ve patlama…
Sonuç: Patlama ve ölüm normalleşti. Zaman zaman bir patlama haberi ya da bir ölüm haberi bizim için bir sosyal medya iletisi ne kadar yer ediyorsa hayatımızda o kadar yer eder oldu.
Metin Lokumcu’nun ölümünü “Seni unutmayacağız, bu son olacak”lar ile karşılayan muhalif kesim 2016 yılına gelindiğinde yılın 365 gününe sığmayacak isimsiz yoldaşlarının anılarına gülümsemelerine 30’ar saniyelik aralar veriyor.
Ve sayısız örnek… Bu kategori için örnekler çok fazla, çok aşikar ve çok can sıkıcı.
7. Kötülük yolu boyunca gitgide artan basamaklar yaratmak; böylece davranışı yapan kişi tarafından her davranış bir öncekinde pek de farklı hissedilmeyecektir, “sadece birazcık daha fazla” yapmış olacaktır.
Bknz. 6. kategori
Bknz. “Destan yazan” Türk polisi
Bknz. “Gerektiğinde asker, alperen” olan esnaf,
Bknz. Laf atmakla başlayıp “Gece 3’de ne işi varmış sokakta” güzellemesi yapma noktasına gelen toplum
Bknz. Dekana, rektöre şikayetle başlayıp, muhalif akademisyenleri açık tehdit etme noktasına gelen öğrenciler
Ve yine daha nice örnek….
8. Yetke figürünün doğasını en başta “doğru” ve mantıklıdan sona doğru “hatalı” ve talepkâr (ve hatta mantık dışı) bir hale aşamalı olarak değiştirmek. Bu taktik en başta kabulü sonrasında ise kafa karışıklığını tetikler çünkü hepimiz yetkeden ve arkadaşlarımızdan tutarlılık bekleriz.
2005- “Bu ülkede Kürt sorunu vardır”
Şimdi- “Ne Kürt sorunu! Öyle bir şey yok. Kürt sorunu değil terör sorunu.”
Bu yalnızca bir örnek ancak bu kategoriyi örnekler üzerinden değil doğurduğu kesimler üzerinden irdelemek daha değerli. Zamanın “yetmez ama evetçileri”, sol liberal kesim ve bugünlerde çıkar çatışmalarından dolayı değil rasyonel değerlendirmeler ile “Bizi kandırmışlar meğer” diyen her kesim bu kategorinin bir kanıtıdır. Mevcut iktidarın ilk dönemlerindeki görece makul çıkışlarıyla yanına aldığı kesimlerin çoğu yanlışı gördükleri anda geri dönememişlerdir. Çünkü ilk dönemdeki kabul yanlış görüldüğü andaki kafa karışıklığıyla birleştiğinde bu tarz pasifize olma durumları gerçekleşir.
9. “Çıkış bedellerini” yüksek tutmak ve sözel başkaldırıya izin verip (ki bu insanlara kendilerini daha iyi hissettirecektir) davranışsal kabul konusunda ısrarcı olarak vazgeçmeyi ya da terk etmeyi zorlaştırmak.
Sanırım bugünü düşündüğümüzde bu kategori mevcut iktidar için geçerliliğini korumamaktadır. Çünkü artık en ufak sözel başkaldırı daha takip edilmekte ve cezalandırılmaktadır. Ancak mevcut otoritenin bugüne nasıl geldiği düşünüldüğünde bu kategori oldukça kıymetlidir.
Özellikle Tekel ve Gezi direnişlerine kadar olan süreçte iktidarın temel tavrı bu şekildeydi. “Konuşabilirsiniz ama sokağa çıkarsanız affetmeyiz.” 6, 7 ve 8. kategorilerin dikkat çektiği kötülüğün kademeli artışı burada da kendini göstermektedir çünkü artık “konuşamazsınız “ dönemine gelmiş bulunmaktayız.
10. Görünürde istenir, asıl hedefe erişmek için her türlü yolun kullanımını meşrulaştırmak, bir ideoloji ya da koskoca bir yalan atmak.
Milgram’ın araştırmasında istenmeyen bir davranışı yapmak için kabul edilebilir bir gerekçelendirme sunulmuştu; bilimin ödül ve ceza kullanımıyla insanların hafızalarını ilerletmeye yardım etmek istendiği söylenmişti. Sosyal psikoloji deneylerinde bu taktiğe “göstermelik hikâye” denir, çünkü bu, deneylerin içeriğindeki prosedürlerin ne amaçla yapıldığının anlaşılmaması veya anlamsız gelip sorgulanmaması için kullanılan bir kılıftır. Bunun gerçek dünyadaki karşılığı ise ideolojidir.
Birçok devlet “ulusal güvenliğe tehdit, terörle mücadele” gibi ideolojilere sığınarak savaşa girer ya da muhalif görüşleri bastırır. Vatandaşlar ulusal güvenliğin tehdit altında olmasından korktuklarında güvenlikleri karşılığında temel özgürlüklerini hükûmete teslim etmeye gönüllü hale gelirler. Erich Fromm’un Özgürlükten Kaçış analizi bizim bu değiş tokuşun varmamIzı sağlamıştır. Bu stratejiyi Hitler ve pek çok diktatör güç kazanmak için ve ellerindeki gücü tutmak için kullanmıştır. Temelde söyledikleri, güvenliğin sağlanması adına vatandaşlar özgürlüklerinden feragat ederlerse işleri daha kolay kontrol edebilecekleridir.
Sanırım bize en tanıdık gelen stratejilerden birisi bu olsa gerek. Yıllardır “Terörle mücadele” masalıyla zaman zaman “2023 Büyük Türkiye” gibi masallarla temel özgürlüklerinden feragat eden insanların ülkesi burası. Çok düşünmeme rağmen hiçbir sosyolojik, sosyal psikolojik kurama ve fikre uyduramadığım 7 Haziran-1 Kasım seçimleri arasındaki farkı da korku temelli bu değiş-tokuş üzerinden değerlendirdiğimiz de bir şeyler daha mantıklı hale geliyor. Ne de olsa mevcut iktidar o süreçte temel söylemini “iktidar sürmeli, sürmezse güvenliğiniz yok” üzerine kurmuştu.