Girit Adası‘nda kumtaşlarının içine oyulmuş insan yapımı mağaraları ile Yunanistan’ın ünlü bir köyü var. Bu köy Matala olarak biliniyor ve 60’lı ve 70’li yıllarda, aralarında Joni Mitchell‘in de bulunduğu hippi topluluğuna ev sahipliği yapıyordu.
Öyle ki, Joni Mitchell Matala’yı -ideal hippi sahnesini; henüz bozulmamış bir sahil, güzel bir defne ve azur mavisi sular- yani özgürlüğü, en pür formlarında 1971 yılında çıkardığı Blue albümü ile ölümsüzleştirmişti.
Bu mağaraların tam olarak kimlerin tarafından yapıldığını kimse bilmiyor ancak roman mezarları olarak kullanılmış olabilecekleri düşünülüyor. Explore Crete‘e göre bazı mağaralarda mezarların yanında, yatak yahut değişik amaçlar için kullanılmak üzere oyulmuş yerler var. Çok uzun zaman önce olduğu gibi 60’lı yıllarda çiçek çocukların gelişi ile yeniden kullanıldığını açığa vuran bu yapılar, şimdilerde pek de tercih edilir bir yer değil.
Explore Crete’de “Matala’da kendilerini ifade edebilecekleri ve özgürce severek yaratabilecekleri bir yer buldular” diyor.
The Wall Street Journal‘deki bir Joni Mitchell röportajına göre; Matala’da iki bakkal, ekmeği olan bir fırın, iki kafe, birçok kiralık kulübe ve köydeki tek telefonun bulunduğu bir süpermarket dışında hiç ev yoktu.
Mitchell, söz yazarı sevgilisi Graham Nash‘ten yıkıcı bir etkiyle ayrıldıktan sonra mağaralarda uzun sene yaşam sürdü. Ayrılıktan sonra Mitchell, arkadaşı Penelope ile Yunanistan’a doğru yola çıktı. Daha sonra insanlar ona “Hippi, Hippi, Matala’ya kendi varlığının olduğu yere git” anlamına gelen “Sheepy, Sheepy, Matala, Matala” sözüyle sesleneceklerdi.
Matala aynı zamanda Mitchell’in Carey şarkısına ilham kaynağı olan Cary Raditz’i tanıdığı yer. Wall Street Journal röportajında ilişkileri ile ilgili Cary’nin arkadaşlığını ve cüretkârlığını sevdiğinden bahsediyor: “Çelik gibi mavi gözleri ve tehditkar bir sırıtışı vardı ve birazcık haindi. Sıklıkla diğer insanlarla beraberdik ve günlerimizi konuşarak, uzun yürüyüşlere çıkarak, yüzerek, yemek pişirerek ve çamaşır yıkayarak geçiriyorduk. Sadece yaşıyorduk.”
Maalesef ki adanın uzak bir köşesinde yaşayan Giritliler -daha önce turist gördükleri yoktu- ve hippilerin ilerici yaşam tarzlarını umursamadılar. Zaman içinde gelişen, kilise uzantısı olan ve yine kilise tarafından organize edilen bir yerel hareketle birçokları Matala’dan sürüldüler. 80’lere gelindiğinde devlet Vai ve Preveli ormanlarının ekosistemlerini koruma altına almaya karar verdi ve burayı “koruma altına alınmış bölge” ilan ederek hippileri buradan dışarı çıkmaya zorluyorlardı.
Günümüzde mağaralar ziyaret edilebiliyor lakin kimse bir gecesini burada geçirebilecek güce sahip değil. Matala’da, göçebe hippi kültürü neredeyse gitmiş durumda olmasına rağmen hâlâ geçmişinden ipuçları varlığını koruyor. Bölgedeki birçok insan bu özgürleştirici yaşam tarzını sürdürmeyi denemeye devam etti.
Hippiler, yüce umutlarıyla ve sonsuz sevgi ve özgürlük anlayışlarıyla tüm dünyada her adımlarında ayak izlerini bırakıp kök salmaya devam ediyorlar. Giderek artan sayıları ve yarattıkları bu ilham verici ve cesretlendirici vorteks ile narin bir karadelik gibi insanları bu “birlik” çemberine çekmeye devam ediyor. Dünyaya kök salmaya devam eden bu “aşk ve sevgi” hareketinin her bir bireyi bu çiçek bahçesini süslemeye devam ediyor. Sevgiyle, müzikle ve aşkla yaratımın kök hücreleri, Mitchell’in Carey şarkısı ile daima özgürlüğün bu periyotunun hatırlatıcısı olarak bilinecek. Şarkıda söylediği gibi “Gece parlak bir kubbe. Ve onlar cızırtılı bir rock’n roll çalıyolar, Matala Ayının altında.”
Kaynak: The Plaid Zebra