Didem Madak, 1970 ve 2011 yılları arasında yaşamış ve 41 yıllık yaşamında şiir yazarken kibritle oynayan bir çocuğun muzipliğini hissetmiş şair. Şair bir röportajında bu uğraşı sonucunda genelde bir yangının çıktığını lakin birilerinin kendisine hep kaçmasını söylerken onun yanan yeri bırakıp kaçmak yerine orayı krepon kâğıtları ile süslemeyi tercih ettiğini söylüyor. Şiire tehlikeyi güzelleştirme sanatı olarak bakan ve şiirlerini ilkokuldaki bir arkadaşından özür dileme biçimi olarak değerlendiren şaire ait son dönemde çekilmiş olan bir belgesel bulunmakta.
Belgeselin künyesi de şu şekilde: Hikmet Kerem Özcan -Yönetmen. Fatih Zenginoğlu -Yapımcı. Ömer Miraç Tunç -Görüntü Yönetmeni. Cenap Oğuz -Müzik. Sezen Aray -Genel Koordinatör. Yavuz Pullukçu -İzmir Çekimleri. Emre Kaan Özen, Çağatay Hunca -Ses. Özlem Karataş -Reji. Cem Çatık -Ses Miksaj.
Bugün şairin ölüm yıl dönümü olduğu için ve bir şiirinde “Bazen ölmek istiyorum. Beni yeniden doğurman için, İri, ekşi bir vişne tanesi gibi” sözlerini bir kez daha hatırlatıp her şiirinin okunuşunda yeniden doğduğunu göstermek adına belgeselin yönetmenliğini gerçekleştiren Hikmet Kerem Özcan ile şaire, şiire ve belgesele dair konuştuk.
Hikmet Kerem Özcan kimdir?
1991 yılında İzmir’de doğdum. İlkokul ve lise eğitimini İzmir’de tamamladıktan sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema ve Televizyon bölümüne girdim. Bu süreçte birçok kısa film çektim. Bu filmlerle çeşitli ödüller kazandım. Ayrıca profesyonel klip, reklam ve belgesel filmlerde yönetmenlik yaptım.
Projeyi bana yapımcımız aynı zamanda arkadaşım Fatih Zenginoğlu getirdi. Fatih daha önce Frankfurt Film festivalinde ödül kazanan “Hêlak” isimli kısa metraj filmimde oynamıştı. Kendisi çok uzun bir zamandır Didem Madak hakkında araştırma yapmış ve projeyi hazırlamıştı. Böyle bir belgesel fikri beni çok heyecanlandırdı ve proje için çalışmaya başladık.
Bağımsız bir proje olduğu ve projeyi gerçekleştirmek için birçok şey yoğun fedakârlık gerektirdiği için hem maddi hem manevi olarak bir takım sıkıntılar elbette ki yaşadık. Lakin bu fikri gerçekleştirme arzusu hepsine baskın geldi diyebilirim.
“Derin bir yolculuğa çıkmış gibi hissettim”
Madak’a dair çalışırken en çok zorlandıkları şeyleri sorduğumuzda belgeselin yönetmeni şu sözleriyle dikkat çekti:
Aslında şaire dair en çok zorlandığım şeyin teknik değil psikolojik olduğunu çok sonra fark ettim. Teknik olarak tabii ki şiirlerini seçmek, seçilen şiirlerin uygun bir dramatik yapı içerisinde görsel aktarımı, şiirleri sinematografiyle buluşturmak emek ve zaman isteyen şeylerdi. Ancak beni asıl zorlayan, aynı zamanda keyif de veren şey şairin şiirleriyle kurduğum bağ ve bütünleşme duygusuydu. Şiirleri çok fazla düşünmekten ve içselleştirmekten şairin içsel dünyasında oldukça derin bir yolculuğa çıkmış gibi hissettim. Şiirlerini yazarken ki ruh hallerini kavradım. Rüyalarımı bile kapladı o süreçte şiirler.
“İnsanlara kadın şiirini erkekler üzerinden anlatmak istedik”
Oyuncuların hepsi ustalığını kanıtlamış profesyonel isimler. Hangi oyuncunun hangi şiiri yorumlayacağı konusunda şiirin, oyuncunun karakteristik yapısıyla ne kadar uyduğu, sinematografik olarak hangi şiirlerin yansıtılmasının belgeselin temasına daha elverişli olacağı gibi sorulara belgesel ekibi olarak kolektif bir yanıt aradık. Daha sonra oynayacak kişileri okuyacağı şiirle birlikte hayal edip, zihnen onların entegrasyonunu gerçekleştirdim. Oyuncular projede yer almaya çok istekliydiler.
Didem Madak’ın şiirleri bir hayli kadınsı ve belki de biz erkeklerin hiç bir zaman kadınlar kadar iyi anlayamayacağı şiirler. Bu şiirleri erkeklere, hatta daha önce erkeksi, maskülen rollerde oynamış erkeklere okutma fikri farklı bir bakış açısından, insanlara kadın şiirlerini erkekler üzerinden anlatmayı barındırıyor. Fatih, yaşıyor olsaydı belki Didem Madak’ın da çok seveceği muziplikte bir fikir olduğunu düşündü ve bu fikir üzerinden ilerledik. Didem Madak’ın eşiyle de konuşuldu bu fikir üzerine. Timur beyinde çok hoşuna gitti.
Defne Yalnız bir istisnaydı. Defne Yalnız bizim belgesel içindeki Didem Madak kişileştirmemizdi, onu sembolize ediyordu. Hem de onun okuduğu şiir yalnızca bir kadının okuyabileceği bir şiirdi.
Herkes çıkarsın kalbini
Belgesel adını Madak’ın Pulbiber Mahallesi adlı şiirinin son dizesinden alıyor. Bu ismi seçmede yönetmen ve ekibi ismin belirlenmesinde şairin ölümüne de gönderme yapan bir dize olduğu için belgeselin ismini “Son Dizesiz Şiirler” koyduk, diyor. Bu ismin öncesinde “Herkes Çıkarsın Kalbini” isminin gündemde olmasına rağmen ekipçe aldıkları karar ile bu belgeselin adını belirlemişler.
Onu tanımak güzeldi
Hikmet Kerem Özcan’a yönelttiğimiz son iki soru ise yönetmenin en çok etkilendiği şiirin hangisi olduğu ve Didem Madak’a dair söylemek istediklerinin neler olduğuydu. Yönetmenden Madak’ı şair yanıyla, kadın yanıyla ve anne yanıyla ele almasını istedik. Özcan sorularımızı şöyle yanıtladı:
Bıktığım Şeyler ve Yeşil Fanila şiiri beni en çok etkileyen şiiriydi. Musa Uzunlar’ın etkileyici performansı da üzerine eklenince etkileyiciliği daha çok arttı. Bana göre Didem Madak’ın en çok kendi ruhunu anlattığı şiiri o olabilir. Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım diyor.
Ali Lidar’ın yazdığı gibi Didem Madak’ın anne şairi olduğunu, turşu kurar yemek yapar gibi şiir yazdığı düşüncelerime fazlasıyla uyuyor.
Bazen birbirine çok yakın iki insan bile yıllarca birbirini tanıyamayabilir, derinlerde yatan duygularını bilemeyebilir. Ben Didem Madak’ın sadece şiirlerini okuyan -hatta bütünleşen de diyebiliriz- biri olarak onu bir hayli tanıdığımı düşünüyorum. Ve onu tanımak güzeldi.