2010 yılıydı. İzmir’in Bornova ilçesinde bir büfe önünde kartondan yuvasında uykuya dalan bir kedinin gecenin bir vakti üniversite öğrencileri tarafından bir köpeğe parçalatılmaya çalışılması, ardından ayağı takılıp düşen üniversiteli genç tarafından defalarca tekmelenerek can vermesi, kaldırımda akan kanları ve kamuoyunun bu olaya geniş tepkisi… Üzerinden 7 yıl geçti, 7 yılda nice benzer katliam yaşandı; tıpkı öncesinde de yaşandığı gibi. Bu olay da zaman içinde unutuldu gitti, niceleri gibi!
Onca sorun varken evet, hayvan hakları
Ülkede onca sıkıntı yaşanırken; terör, işsizlik, kadına, çocuğa, yaşlıya şiddet gibi onlarca sorun dururken hayvan hakları! “Önce insan” diyenlerin sayıca fazla olması, dünyaya insanların egemen olmasına karşın insana dair sorunların hala çözülememiş olması çoğu insan için hayvan haklarını önemsiz kılıyor olabilir.
Korkmayın hanımlar!
Korkmayın beyler!
Hayvan haklarını savunmak, ülkedeki sorunları yok saymak demek değil. Rahatsız olduğunuz sorunların çözümü yine sizde bitiyor. Harekete geçin, evinizde oturup sıcak çayınızı yudumlarken izlediğiniz haberlere, şahit olduğunuz adaletsizliklere kahrolmanız ya da hayvan hakları için mücadele eden insanlara “Hayvanlarla uğraşacağına aç insanları doyur” gibi tepkiler vermeniz çözüm değil. Her insanın bir yaşam amacı olması, her insanın bir sorunun çözümü için aktif bir çaba içinde olmasıdır aslolan. Topyekûn bir haklar mücadelesidir dünyayı daha yaşanabilir kılacak olan.
Şimdi izninizle konumuza dönelim.
Hayvan hakları
90’lı yıllarda hayvan hakları denildiğinde akla sırtında kürkü, elinde fifisi; ağlayan, cırlayan sağa sola saldıran kırk yaş üstü kadınlar gelmekteydi; belki birçoğunuz için hâlâ öyledir. Basının da desteklediği haber programlarına, dizilere, karikatürlere konu olan bu imajdan da en büyük zararı hiç şüphesiz yine hayvanlar gördü.
Günümüze geldiğimizde ise hayvan haklarından çok kedi köpek haklarından bahsetmemiz mümkün. “Kapının önüne bir kap su bir kap yemek koy“, “Satın alma sahiplen“, “Hayvan sevmeyen insan da sevmez“, “Terk edilmek tüm canlılara aynı acıyı verir” artık sıklıkla gördüğümüz, gözümüze, kulağımıza aşina olan sloganlar. Toplumu bilinçlendirmek adına etkili oldukları da aşikâr. Fakat hayvan hakkı savunmak için yeterli denilemez.
Türkiye’de kedi-köpek popülasyonunun fazla olması, insana yakın yaşamaları sebebiyle hayvanseverlerin belki yüzde 90’ı kedi köpeklerin sorunlarından başlarını kaldırıp diğer hayvanların yaşadıkları problemlere eğilemiyor. Ve bu hayvanseverlerin genel görüşü: “Kedi köpeklerin doğal yaşam alanlarını bozduk, onlara yaşayacak yer bırakmadık; bu yüzden biz bu hayvanları beslemeli, korumalıyız.”
Besleme ve koruma kısmına katılmakla beraber son yıllarda sıklıkla dile getirdiğim bir konu var: Biz kedi köpeklerin doğal yaşam alanını bozmadık, kedi ve köpeklerin doğallığını bozduk. İnsan olarak doğaya verdiğimiz zarar malum. Bununla birlikte bu zararı sadece kendimiz vermiyoruz; doğrudan ya da dolaylı olarak mevcut ekosistemlere dâhil olmasına sebep olduğumuz canlılar da doğaya zarar veriyor.
Kedi, köpek de bunlardan biri. Hayvan haklarını savunurken kedi ve köpeğin kısırlaştırılması gerektiğini söylememizin temel sebebi de aslında bu. Yapay seleksiyonlarla yabanıl formlarından uzaklaştırılan, dünyanın birçok yerine insan eliyle taşınan ve sonrasında kontrolsüz üremeler, çeşitli bahaneler, kaçmalar, kaybolmalar ile sokaklarda yaşayıp üremeyi başaran; zehirlemeler, trafik kazaları, insan şiddeti, ormanlara, otobanlara, çöplüklere atılmalar, barınaklara tıkılmalarla yüreğimizi burkan kedi ve köpeklerin kısırlaştırılması bir hak ihlali değildir. Tam aksine ait olmadıkları bir dünyada onları korumanın tek yolu popülasyonlarını kontrol altına almaktır.
Hayvanat bahçeleri, hayvanlı sirkler, yunus gösterileri, yumurta ve et, kürk endüstrisi, hayvan deneyleri gibi birçok önemli mesele kedi köpek kadar dikkat çekmiyor. Oysa can söz konusuysa hepsi can taşıyor. Mesele bir canlıya yakın olmak ya da onu sevmek de değil. Mesele saygı duyabilmek. Acı çekebilen bir canlının hakkını savunmak için o canlının ille de insan olması ya da insanlarca sevilen bir hayvan olması gerekmiyor. En basitinden ülkemizde her yıl sırf insanlarla karşılaştı ve insanlar korktu diye binlerce yılan öldürülüyor.
Yasalara gelecek olursak, mevcut 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu belediyelere “bakımevi yapacaksın, kısırlaştırma, aşılama yapacaksın, hasta yaralı bakıma muhtaç hayvanlardan sen sorumlusun” diyor, fakat bunu yapmayan belediyelere kesilecek cezadan bahsetmiyor. Hayvan Koruma Yasasını yetersiz bulmayan hiçbir hayvan korumacı yok 4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu bile belki de birçok bakımdan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’ndan daha iyi hayvan koruyor.
Buna karşın, daha da beterinin çıkması korkusu 5199’uma dokunma eylemlerine sebep olmakta. Bakanlığın yeni bir yasa çıkarmadan, önce Hayvan Korumacıları ikna etmesi gerekiyor.