Ütopya düşmanlığı temelini “ütopya yaşasın diye dünyanın bir kısmı distopya yaşamak zorunda kalır,” söyleminden alır. Edgar Allan Poe, Kızıl Ölüm Maskesi’nde Prens ve maiyeti kendilerini yüksek duvarlarla çevrili, kale tipinde inşa edilmiş manastırlarına kilitler. Dışarıdaki insanların bu salgından helak olmasını umursamazlar.
“Kızıl Ölüm” çoktandır ülkeyi kırıp geçiriyordu. Hiçbir salgın bu kadar ölümcül, bu kadar korkunç olmamıştı. Avatarı ve mührü kandı; kanın kızıllığı ve dehşetiydi.”*
“Hastalığa yakalanma, hastalığın ilerlemesi ve sonun gelmesi topu topu yarım saatlik bir işti.”*
Kaçış fantezisi
Ütopyanın bir kaçış fantezisi olabileceği de düşünüldüğünde kızıl ölüm salgınından kaçmak için yüksek duvarlarla örülü, kapısı kilitli bir kale/manastır tam da biçilmiş kaftandır. Aynı zamanda bu duvarlar yalıtma işlevini gerçekleştirerek Prens Prospero’nun kalesinde dış dünyadan ayrılmış yeni bir dünya kurmasına olanak tanır.
“Bu şato Prens’in tuhaf ama ince zevkine göre inşa edilmiş çok büyük ve görkemli bir yapıydı. Kalın ve yüksek duvarlarla çevriliydi. Duvarda demir kapılar vardı. Prens ve maiyeti içeri girdikten sonra, ocaklar ve balyozlar getirilerek sürgüleri kaynatıldı.”*
Ütopyaların dış dünyadan yalıtılmış ada imgesi öyküde surlarla çevrili bir yaşam alanıdır. Burası Prens Prospero’nun düşüncesinin ve kararının sonucu meydana gelmiştir. Şatoda nasıl yaşanacağı, neler yapılacağı Prens’in kararlarının sonucudur. Bütün öykünün merkezinde duran bir karakter olarak Prens Prospero, Kızıl Ölümün Maskesi’nin, ikircikli ütopyaya göz kırpmasını sağlar.
“Manastırda erzak boldu. Bu önlemler sayesinde saraylılar salgına meydan okuyabilirdi. Dışarıda kalanlarsa başlarının çaresine baksındı. Bu arada dertlenmek ve düşünmek saçmalık olurdu. Prens, her türlü eğlenceyi düşünmüştü. Soytarılar vardı, tuluatçılar vardı, balerinler vardı, çalgıcılar vardı, her türden güzellik vardı, şarap vardı. İçeride tüm bunlar ve güvenlik vardı. Dışarıda ise “Kızıl Ölüm”.*
Bir ütopyaya akar gibi Amerika kıtasına göç eden kitleler, orada sonsuz bereketi bulmayı ummaktadır. Neredeyse talan ettikleri bu yeni/kıta adada, nice katliamlar olacaktır. İnsan hırsının perçinlenmiş sömürüsünden nasibini almayan hemen hiçbir şey kalmaz. Kıtanın bereketinin herkesi kapsamadığı da çok kısa bir zamanda anlaşılır. Ütopya hayalleriyle ayak basılan bu topraklar kısa bir süre sonra bazılarının distopyası olacaktır.
Mekan
Edgar Allan Poe, distopik tarafta kalan bir edebiyatçı olarak tutkuyla yazdığı eserlerinde insanın karanlık yanına ışık tutar. Kızıl Ölümün Maskesi’nde de şatonun dışında kalanlar için salgın “tüm azgınlığıyla kol gezerken,” içeridekiler yani Prens ve maiyeti eğlenmeye devam etmelidir.
“Görülmedik ölçüde görkemli bir balo düzenledi.
Maskeli balo tam bir cümbüştü.”*
Balonun verileceği salonlar ayrıntılarıyla sunulur. Ütopyaların ortak özelliği olan mekân anlatımı burada kendini gösterir.
“Her yirmi otuz metrede bir keskin bir dönemeç vardı ve her dönemeçte insan bambaşka bir görüntüyle karşılaşıyordu. Sağda ve solda, her duvarın ortasında bulunan uzun ve dar bir Gotik pencere dairenin dolambaçlarını izleyen kapalı bir koridora bakıyordu. Pencerelerde renkli camlar vardı ve camların rengi, açıldıkları salonun dekorasyonuyla hâkim rengiyle uyum içindeydi. Sözgelimi en doğudaki salonun duvar halıları mavi, pencere camları da parlak maviydi.”*
Edgar Allan Poe: “Böylece ortaya renk ve imge bakımından çok zengin ve fantastik görüntüler çıkıyordu.” diye bu salonları anlattıktan sonra sonda yer alan kara odaya geçer.
Kara oda
“Gel gelelim, batıdaki kara salonda kan rengi camlardan kapkara halı ve döşemeler üzerine vuran yalazların etkisi öylesine korkunçtu ve içeri girenlerin çehresine öyle yabanıl bir ifade veriyordu ki birkaç kişi dışında kimse bu salona adım atma cesaretini gösteremiyordu.”*
Ütopyanın yüzünün distopyaya döndüğü yer tam da bu salondur. Bu salon, ölümü ve hatta cehennem tasvirlerini hatırlatır bir döşemeye sahiptir. Bununla da kalmaz, kara salona her saat başı çalan büyük abanoz saati yerleştirir. Bu saatin gonklarının öykü kişilerinde yarattığı tüyler ürpertici etkide okura sunulur.
Prens ve maiyeti kendilerini salgından kaçtıkları bir şatoya kitleseller de insan hayatın geçiciliğinden kaçmaları mümkün değildir. Abanoz saat, bunu yüzlerine vurdukça, şatodakiler huzursuzluğa sürüklenmekte ve saatin çalması bitince hemen eski neşeli hallerine geri dönmektedir.
Lüksün, şatafatın, dansın ve müziğin esrimesindeki maskeli baloda, abanoz saat on iki kez çaldıktan ve ona yakın olan salonları daha fazla etkileyerek tüm balodakileri diğerlerinden daha uzun süre düşüncelerin içine çektikten sonra herkesi şaşkınlığa ve hoşnutsuzluğa düşüren birisi peyda olur.
Esrarengiz konuk
“Maskeli balodaki herkes yabancının kostüm ve davranışlarındaki zevksizliği ve münasebetsizliği derinden hissetti. Yabancı, bir deri bir kemikti ve uzun boyluydu, tepeden tırnağa kefene bürünmüştü.”
Tebaasının dehşetine katılsa da tüm eğlencelerini kaçıran bu densize haddini bildirmek için Prens Prospero, elinde hançeriyle, “Kızıl Ölüm”ü, maskeli bu konuğu kara salona kadar takip eder.
Yalnızca soylular, kendi arzularını ölümlerine kadar takip ederler, diye söylene gelen aristokrat tavrı sergileyen Prens, orada, kara odada, öldüğünde tüm konuklar;
“Kızıl Ölümün aralarında olduğunu o zaman anladılar.”
Ütopyanın sonu
“Ve sonuncu konuğun ölümüyle abanoz saatin yaşamı da son buldu. Sehpalarda yanan ateşler söndü. Ve karanlık ve çürüme ve Kızıl Ölüm her şeye, her yere egemen oldu.”
Böylece Edgar Allan Poe, Kızıl Ölümün Maskesi’nde başkahramanın ölümüyle birlikte karanlığa gömülen mekân evrenini sunar. Bu öykü, ütopya mı distopya mı olduğu anlaşılmaz haliyle, içinde iletişim merkezli bir anlatım olmasa da ikircikli ütopyanın nüvelerini barındırır. Hatta Amerikan rüyasının, kabusa dönüşen yüzünün sembolik ifadesidir. Ölümün olduğu bir dünyada karakter merkezli bir ütopya ne kadar mümkündür, sorusuyla okuru baş başa bırakır. Öyküyü bir de bu şekilde okumak, bir kısa öykü içinde bulunabilecek gizemli bir define gibidir.
* Bu yazıdaki alıntılar, Edgar Allan Poe, Bütün Öyküleri Cilt I, Çeviren: Hasan Fehmi Nemli, İletişim Yayınları kitabı 215-222’deki Kızıl Ölümün Maskesi öyküsünden yapılmıştır.