Çoğu erkek cinsiyet eşitliğini desteklemekle birlikte, (yine bu erkeklerin) çoğu da “feminizm” kelimesini itici ve negatif bulmaktadır. The Guardian gazetecisi Martin Daubney, hareketin yeniden markalandırılma zamanının geldiğini söylüyor.
Açık konuşalım. Feministlerden nefret etmiyorum ve feminizmin savunduğunu düşündüğüm şeylere –cinsiyet, cinsellik veya ırka bağlı olmaksızın eşitlik ve seçim özgürlüğü– aktif bir şekilde tapıyorum. Ben bir mizojinist (kadın düşmanı), seksist (cinsiyetçi) ya da faşist (radikal milliyetçi) gibi diğer korkunç “istler”den değilim.
Hayır, feminizme karşı çıkmam tam da (hareketin) feminizm diye adlandırılması yüzünden.
21. yüzyılın cinsel politikasının anında etkileşimli, giderek düşmanca olan sözcüğü, bana göre kocaman bir olumsuzluklar anıtı: kadın ve erkeğin etkileşimiyle alakalı kötü olan her şeyi tanımlayan bir paratoner.
Çoğu modern toplum dilleri içerisinde (ki buna Türkçe de dahil) F-kelimesi gibi pek az kelime, erkeklerde (ve ilginç bir şekilde çok sayıda kadında) ani, güçlü ve genellikle olumsuz tepkiler aşılamaktadır.
Ama neden? “Irkçılık” otomatik olarak tüm beyazları rencide etmez. “Ateizm”, tüm Hıristiyanlar, Yahudiler, Müslümanlar, Hindular veya Budistleri kızdırmaz.
Kimisi radikal feministlerin -feminazi olarak da etiketlenen- feminizmi saptırdığını söyler.
“Bütün erkekler tecavüzcüdür” sadece bir kez söylenmiş olsa da söz ağızdan çıkmıştır artık bir kere ve ne yazık ki, çoğu insanın da hatırladığı tek feminist “ses” oldu.
Feminizm, olumlu bir hareket olmaktan yoksun ve dahası kötü bir tutum haline mi geldi?
Bunu düzgün bir görsel metafor haline getirmek zorunda kalırsam, “feminizm” kelimesini duyduğumda, gürültülü bir şekilde devrilen bir kale kapısı görüyorum. Psikolojik olarak, miğfere uzanıyorum.
Feminizmim seksi olması amaçlanmadı elbette fakat kelime olarak şu sıralar bir ereksiyon sorunu yaşıyor.
Gerçekten, gerçekten böyle hissetmemeyi isterdim. Ancak feminizm, feminizm olarak adlandırıldığı sürece, ruhumdaki küçük, karanlık bir parça onun mesajına sonsuza kadar direnecektir.
İşte bu yüzden feminizmin yeni bir adı olması gerektiğini düşünüyorum.
Neden negatif çağrışımları olan diğer yorgun markalar gibi yeniden markalaştırmıyor, yeniden kurmuyor, yeniden yüklemiyoruz?
Günahlarımın kefareti olarak, zehirli markalar hakkında her şeyi biliyorum. Yedi buçuk yıl boyunca, birinin sözde başkanıydım.
2003-2010 yılları arasında, kuşkusuz İngiliz feminizminin ezeli düşmanı “Dolu Delikanlı Dergisi (Lad’s Mag Loaded)”ni yayına hazırladım ve satışlar bozulduğunda dergiyi üç kez yeniden başlatmak benim görevimdi.
Bunun üzerine çok fazla zaman, para ve çaba harcadık ve binlerce erkekle konuştuk. Ve hiçbiri işe yaramadı.
Gece saat 4 anların ardışıklığında nihayet bana ışık geldi: sorun, “dolu” olarak adlandırıldığımız şeydi. Çok bagajlı bir markaydık, sarsılmaları imkânsızdı. Hayranlar bizi severdi, bizim (çoğunlukla feministler) eleştirmenler nefret ve acımasızca bize (ve çoğunlukla şahsen bana) saldırdı – ve bu ikili asla ortak bir nokta bulamayacaktı.
Bu nedenle, çekirdek taraftarlarımıza seslenmek ve feministleri rahatsız etmek için, “daha dolu” hale geldik – bu, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanetti. Bundan daha büyük olmalıydık.
Garip bir şekilde feminizm aynı kavşaktaydı. Feminizm ötekilere adapte olup onları kucaklıyor mu? Yoksa buna karşı direniyor mu ve halkın katılımının azaldığını görüyor mu?
Yoksa çok cüretkâr seçeneği mi kullanıyor – ve yırtıp atıp tekrar mı başlıyor?
İkincisi söz konusu olduğunda, bu yeni kelime ne olmalı?
Alternatifler daha önce tartışıldı. Cinsçilik? Çok yavan. Kadıncılık? Çok kadınlaştırıcı. Hanımcılık? Kesişimsellik? Eşitlikçilik? Uyumadın mı hâlâ?
Umutsuzluk içinde, İngiltere’nin önde gelen feministlerinden biri olan Southbank Merkezi Sanat Yönetmeni olan bir arkadaşıma, Jude Kelly, telefon etmeye karar verdim.
Baba olmam ve Jude’un “Erkek Olma Festival”inde (Being A Man Festival) bir komite üyesi olarak çalışmam ve “Dünya Kadınları Festival”ine (Women of the World Festival) sıradan katılımcı olarak katılmam sağolsun, “dolu” günlerimden beri feminizme yönelik – hâlâ işlek olan- inatçılığımı yumuşattı.
Ama yine de yeni bir adı gerektiğini düşünüyorum. Belki de şaşırtıcı olmayan bir şekilde Jude kabul etmiyor.
“Feminizm, Süfrajet gibi, mücadeleyle ilişkili bir kelimedir ve bu nedenle çatışma ile bağlantılıdır” diyor.
“Ve Süfrajet gibi, kelime(nin anlamı) kutuya koyulup kaçırılıyor. Ancak eğer sevinçle kadınlar için eşitliğin 21. yüzyılın işi olduğuna inanmak istiyorsak, tüm erkekler feminist olmalı.”
“Öyleyse, kesinlikle lehimize dönebilecek bir sözcük olduğunu düşünüyorum.”
“Başka hangi kelime var? Onları denedik. Ancak, bu konu özellikle kadınlarla ilgili olduğunda eşitlik konusunda genel bir yorum yapamazsınız.”
“O zaman bence de kelimeye sadık kalmalıyız ama erkekleri de adapte etmeliyiz.”
Bu “eğer erkekler feminizmi kucaklarlarsa, feminizm sorun olmaktan çıkar” açısı tipik bir “feminist” yanıtı olarak tipik vuruşunu yapıyor.
Ve “Süfrajet” – Latince “oy vermek” anlamına gelen suffragium kelimesinden türemiş ve zaten kadınlara özel bir kelimeye ihtiyacımız olmadığını kanıtlamıştır.
Hayır, kendi görüşümde duruyorum: Bence, vaaz edilmiş/dönüştürülmüş iç tapınağının dışındaki bir pazara başvurmak için feminizmin yeniden adlandırılması, yeniden markalanması, yeniden paketlenmesi –artık ne derseniz deyin– gerekiyor.
O zaman dünyanın en iyi reklamcılarına ve yaratıcılarına meydan okuyorum. Göreviniz feminizmin yeniden konumlandırılması ve hedef kitleniz erkektir; asla Twitter kullanmayan veya Gaia’yı okumayan (küçük bir çevirmen eklemesi, orijinali ‘the Guardian okumayan’dır :)) erkek işçi sınıfı dâhil.
Feminizm için bizi bir iPhone’u veya yeni Jag’ı arzuladığımız gibi ağlatın. Çoğu erkek hayatlarında buna ne kadar ihtiyaç duyduklarını bilmiyor ancak insan ırkının uyumlu geleceği ona bağlı.
Bu arada “dolu” kelimesini yeniden isimlendirmedik. Dergi serüvenimizin de ilgisizlikten yavaşça bitmesine rağmen hala dingin günlerimiz kimileri tarafından sevgiyle hatırlanıyor.
On yıllar içinde feminizm konusunda aynı şey söylenecek mi?
Kaynak: The Guardian