1949 yılında Albert Camus tarafından Sartre’ın Les Mains Sales eserine cevaben yazılan Les Justes, 1905 şubatında Moskova’da bir apartman dairesinde Dük Sergei’e suikast girişiminde bulunmak isteyen çar rejimi karşıtı bir grup terörist üzerine kurulu bir tiyatro oyunudur. Gerçek bir hikayeye dayanmakta olan sevgi-ölüm, etik-ideal ikilemleri üzerinden ilerleyen bu oyun, adaletin tanımını yapmaya çalışırken bir yandan da kendilerini sorgulayan karakterlerin yaşamını anlatır. Birini öldürmenin belli şartlarda meşrulaştırılabilir olup olmadığını sorgulatır. Ancak en önemlisi, ötekinin yüzü üzerinden önemli bir diyalogu da beraberinde getirir.
Onur ve adalet için ölmekten bahseden, hayat, devrim ve şiirin birbiri içinde eridiğine inanan Kaliayev, oyunun ana karakterlerden biridir. Devrim, onun için hayata bir şans vermek gibidir. Dük Sergei’i öldürme fikri, her ne kadar onun hapse girmesine ve ölmeye mahkum olmasına neden olacak da olsa peşine düştüğü ideal dünyaya- içinde daha az sefaletin olduğu masumların ölmediği bir dünyaya – erişme düşüncesiyle birleşince, bu fikir Kaliayev’in gözünde aklanmaktadır. O, Rusya güzelleşecek [La Russie sera belle], der ve bu da kendince en sonunda ona onurlu bir ölüm getirecektir. Bütün planlar yapılmışken dükün yanında küçük yeğenlerini gören Kaliayev (suikastı gerçekleştirecek olan kişi olarak seçilmiştir), bu çocukların yüzleriyle karşılaştığında görevinden o anlık için cayar. Bu iki yüz belki Kaliayev’e bir şeyler hatırlatır, mesela kendi çocukluğunu. Yani, bir nevi onların yüzü Kaliayev ile konuşmuş olur. Bu da Emmanuel Levinas’ı akla getirir. Onun için başkasının yüzüne bakmak etik bir durumdur. Ötekinin yüzü ile karşı karşıya geldiğinizde artık ona zarar vermemeniz/onu öldürmemeniz gerektiğini bilmeniz gerekir. Aynı şekilde, Kaliayev de anlam yüklediği bu iki yüze ideali uğruna zarar verecek bir şey yaparsa bunun sonuçlarıyla yüzleşemeyecektir.
Kaliayev belki iki kez daha öteki yüzlerle başka şekillerde konuşacaktır. İkinci perdede Dora, sevdiği kadın, ona kendisini mi yoksa adaleti mi ya da bağlı oldukları örgütü mü daha çok sevdiğini sorar. Kaliayev içinse hepsi aslında aynı şeydir. Sevdiği kadının yüzü, ona hayata yüklediği anlamlar üzerinden konuşur bu kez: Onunla aynı idealleri paylaşıp konuşan bir yüz. Eğer bu örgütün bir üyesi olmasaydım beni gene sever miydin diye soran Dora’ya bu kez de yalnızca evet demek isterdim diye cevap verir, ama severim diyemez, çünkü o yüz artık başka bir çerçevenin fotoğrafı olmaya başlamıştır onun gözünde.
Dördüncü perdede Kaliayev, biraz gecikmiş de olsa sonunda gerçekleşen dükün ölümünden sonra parmaklıkların ardından bizimle buluşur. Yüzleşmesi gereken son kişi ise dükün karısı olacaktır, kocasının ölümü karşısında neredeyse aklını yitirme noktasına gelen bu kadının, Kaliayev’e ilk söylediği şey ise “Regard [Bak]”dır. Bu açıdan ilk olarak Kaliayev’den hesap soran dükün karısının sözlerinden çok yüzü olur. Artık onun yüzüne bakan bir kocası olmayacaktır, acısını paylaşamayacaktır, bir adamın ölümünün beraberinde başka ölümleri de getirmektedir. Bu bir nevi kendi ölümüdür de aynı zamanda. Her ne kadar Kaliayev, adalet arayışından bahsetse de dükün karısı için o idealleri olan bir genç değil, yalnızca bir katildir.
Les Justes, idealleri uğruna yok etmeye kararlı bir avuç gencin seçimleriyle yüzleşmesini ya da inkar etmesini okuyucularla/izleyicilerle paylaşır ve bize gösterir ki bu sözde yok etmeler, hiçbir amaca hizmet etmez, hiçbir şeyi değiştiremez. Bir yüzün ölümü çok daha fazlasıdır, yapıcılıktan uzaktır ve Kaliayev’in durumunda olduğu gibi kişinin kendi yıkımını da beraberinde getirir. Eğer gerçekten bir şeylere inanmak ve bu dünyayı güzelleştirmek istiyorsak, birbirimizi daha çok sevmeyi, birbirimize daha çok bakmayı öğrenmeliyiz.
Görsel üzerine not:
Kitabı okurken gözümde devrim peşindeki bir grup genci anlatan bir Godard filmi olan La Chinoise canlanmıştı.