Yola çıkmak, özellikle bu dönemde birçoğumuzun en çok arzuladığı tepki. Bulunduğumuz ortamdan uzaklaşmak, rahatlamak, kafa dinlemek, gezmek, görmek ve şu an yaşanan karanlık ortamdan aydınlığa ulaşmak…
Bundan üç ay öncesine kadar aynı duyguları yaşıyordum. Neredeyse 30 yaşıma gelmiştim ve hâlâ ailemle yaşıyor, birçoğumuzun rahatlıkla yapabileceği bir meslekte, egosu tavan insanların daha çok para kazanmaları için kendimi parçalıyordum. Hayatımda beni heyecanlandıran hiçbir şey kalmamıştı. Aşk hayatımda yaşadığım hezimetler, sosyal ortamımdaki sıkıntılar, üzerine bir de ülke sorunlarının boğazımı düğümlemesi, boğulmanın eşiğine kadar getirmişti beni. Her şey beni sıkıyor, bataklık gibi içine çekiyordu. Birçok sorunuma çözüm bulmakta zorlanıyor ve farklı yollara başvuruyordum.
Yanlış yolda ilerliyordum.
Varoluş nedenime aykırı bir hayatta, istemediğim bir statüde yaşıyordum. Evet güzel bir işim, dolgun bir maaşım, her ne kadar bana ait olmasa da kullanım hakkı bende olan son model “janti” bir arabam vardı altımda. Ama bir şeyler yanlış gidiyordu. Böyle bir ortamda, bu olanakları istemiyordum ve fazlasıyla mutsuzdum. Mutsuzluğumu dile getirdiğim zaman ise kendi travmaları üzerinden beni yargılamaya çalışan insanlarla karşılaşıyordum. Farklı duygularımız, farklı inançlarımız ve dolayısıyla farklı kararlarımız olabileceğini kabullenemeyen “insanlar”.
Sonra bir gün bir rüya gördüm.
Uyku halinde görülen bir rüya değildi bu gördüğüm. Gayet uyanık ve ayıkken gördüğüm bir rüyaydı. Hayatın sözde gerçeklerine karşı ayakta durabildiğim, kendi silahlarımla savaşabildiğim ve galip gelebildiğim bir rüya.
Acımasız olduğu kadar öğreticiydi aslında hayat bana karşı. Sadece istemenin yeterli olmadığını, cesaret etmeden, denemeden, harekete geçmeden hiç bir zaman başaramayacağımı öğretmişti bana.
Rüyamın gerçekleşmesini istiyordum. Geriye sadece harekete geçmek ve şansımı denemek kalıyordu. En sevdiğim ve beni en çok heyecanlandıran nokta burasıydı işte. Çok fazla düşünmeden, gereken hareketi yapıp, sonucunu beklemek…
İlk olarak, her sabah gün ağarmadan kalkıp, suratımdaki kıllarla istemsizce vedalaşıp, sokulmak istenen kalıba en uygun kıyafet olan takım elbiseyi giymeme neden olan işimden istifa ederek başladım bu heyecan verici değişime. Ardından kapitalist düzenin çoktan benden fazlasıyla alması gereken fakat doğru hamleleri yaparak buna izin vermeyip biriktirdiğim az miktardaki paramla neler yapabileceğimi düşündüm. Bir iş kuramıyordum. Kursam bile sürdüremiyordum, sürdürsem bile mutlu olabileceğimi düşünmüyordum. Fakat aynı parayla, şöyle uzak diyarlara, belki gözlerden ırak ama gönüllere daha yaklaşabileceğim bir yere afili bir bilet alabilirdim.
Nitekim çok fazla düşünmeden böyle yaptım. Bu yola, kendime en yakın gördüğüm, ortak noktalarımızın en çok olduğunu düşündüğüm bir arkadaşımla çıkmaya karar verdim. Son zamanlarda özellikle seyahat bloglarında ve sosyal medyada en çok konuşulan ülke olan Kamboçya olarak belirledik hedefimizi. Öncesinde afili bir Tayland tatilinin hiç fena gözükmediğini düşünüp ayarlamaları ona göre yaptık.
Her şey iyi, güzel gidiyordu aslında. Ta ki havaalanında ailenden, sevdiklerinden ayrılana kadar. O ana kadar gülüp eğlenebiliyorsun, şakalar yapabiliyorsun fakat sana arkandan el sallarlarken, gözlerindeki o yaşı görürken artık bir daha kafanı çevirip bakacak mesafen kalmadığında ve uzun bir süre onları göremeyeceğini anladığında insanın cesareti kırılabiliyor. O noktayı güçlü atlatabilirsen eğer sonrasında birçok şeyin seni yıkamayacağını düşünüyorsun ve çok daha güçlü hissediyorsun kendini. Bir nevi sınav aslında bu. Farazi sınavlar yerine, başarıyla geçilmesi gereken en zor sınav bana göre.
Güzel bir Tayland tatili sonrası yaşamaya karar verdiğimiz Kamboçya’daydık.
Fazlasıyla ucuz bir ülkede herkesin imrenerek bakmaya başladığı bir hayat yasamaya başlamıştık ama bir şeyler benim için yanlış gidiyordu. Bu yola çıktıysam eğer bir şeylerin beni değiştirmesi gerektiğini düşünüyordum ama içinde bulunduğum hayat neredeyse Türkiye’deki hayatımdan farksızdı. Bu şekilde devam edecekse ilk uçakla Türkiye’ye dönmemde bir sakınca yok diye düşünüyordum. Artık daha fazla “ot” gibi yaşamamalıydım.
Henüz iki hafta bile olmamıştı ki bir karar aldım. Kendimi değiştirmem gerekiyordu ve bunun için yalnız olmalıydım. Sadece tüketerek değil, üreterek devam etmeliydim yola. Ne yapabilirim diye araştırmaya başladım. Mailler, mesajlar derken workaway.com isimli siteyle tanıştım. Bu site sayesinde gönüllü olarak çalışıp, karşılığında konaklama ve üç öğün yemek alabiliyordum. Başka bir şeye de çok ihtiyacım yoktu aslında. Geriye sadece inandığım tek şey olan istemek, denemek ve harekete geçmek kalmıştı.
Sonunu hiç düşünmeden, Kamboçya’dan ayrılıp güney yarım küreye, Endonezya’ya ayak basarken buldum kendimi.
Kamboçya’dan ayrıldığım saniyeden itibaren hayatımın nasıl değiştiğini, yaşadığım tecrübeleri, gözlemlerimi, neler yaptığımı, nasıl yaşadığımı siz Gaia Dergi okuyucularıyla paylaşacağım.