Bu yıl 2. kez gerçekleştirilen Marmara Forumu’nda, “beton kelepçe” olarak tanımlanan, çevresi projelerle donatılmış otoyollarla Marmara Bölgesi’nin ciddi tehlikelere sürüklendiği, dev projelerin Marmara’yı yıkıma götürdüğü konuşuldu.
Marmara Bölgesi’nin yaşam savunucularını, ekoloji platformlarını bir araya getiren ve ilki 27 Nisan 2014’te yapılan Marmara Forumu’nun ikincisi Beşiktaş Abbasağa Parkı’nda gerçekleştirilidi. Yalova’dan, Bursa’dan, Çanakkale’den, Tekirdağ’dan gelen katılımcıların paylaştıkları bilgi ve deneyimlerin ışığında Marmara Bölgesi’nin sorunlarının tek tek ele alındığı forumda, ortaya çıkan karanlık manzaraya karşı ortak mücadele için yollar arandı. Tek tek projeler üzerinde başarıların gelinen noktada bir anlamı kalmadığı ifade edilirken, yakın gelecekte Marmara’nın her noktasının ciddi yaşamsal sorunlar içerebileceği belirtildi. Özellikle üçüncü köprü projesinin bütün Marmara’yı etkileyecek bir proje olduğu ve bu köprü yolunun Marmara’nın tamamını çevreleyen ve “beton kelepçe” olarak tanımlanan otoyollarla birleştiğinin altı çizildi.
Gün boyunca gerçekleştirilen forumun ana sunumlarının yapıldığı ilk bölümünde yapılan konuşmalardan aldığımız notları aşağıda bulabilirsiniz.
İstanbul’un geleceği karanlık
– “Marmara’nın kurdu İstanbul” başlıklı konuşma / Kuzey Ormanları Savunması –
İstanbul’un iklimini değiştirmeye aday, 3. köprü, 3. havalimanı ve Kanal İstanbul gibi projelele birlikte İstanbul’da sıcaklık 2050 yılında üç derece artacak. Zaten suyu azalmış olan Istırancaları tüketmek de yetmeyecek. O zaman Marmara’nın İstanbul’a verecek suyu olacak mı?
İstanbul’un şu an en ciddi sorunlarından biri sürdürülebilir olmayan su tüketimidir. Eğer İstanbul’un geleceği acilen farklı bir şekilde planlamazsa küresel ısınmayla birlikte düşünüldüğünde İstanbul’un geleceği dayanılmaz bir kuraklık olacaktır. Şu anda dünyanın su açısından en zengin ülkelerinden Brezilya’nın Sao Paulo’da kuraklı yüzünden temiz su kaynakları tükenmek üzere. Bu nasıl bir yüzyıla girdiğimizin habercisidir. Bunun adı kuraklık yüzyılıdır. Sao Paulo’nun suyu sürekli büyüme, nehirlerin kirletilmesi ve yağmuru yakalayan ormanların kesilmesi yüzünden bitti. Ani ve yıkıcı kuraklıklar artık her an her yerde olabilir.
Bugün İstanbul’un suyunda kayıp-kaçak oranı yüzde 27 seviyesinde. İstanbul’da mevcut su kayıp oranı Sakarya’dan getirilen suya denk. Brezilya’da yüzlerce kilometre ötede bile olsa Amazon ormanlarının kesilmesi havadaki nemi düşürdü ve Sao Paulo etrafındaki yağışları azalttı. Şu anda bağrına hançer saplanan Kuzey Ormanları yok edilirse İstanbul’a ne olacak. Üçüncü köprü tamamlandığında, Kuzey Marmara Otoyolu ile birlikte toplamda 8715 hektarlık ormanlık alan yok edilecek. Çökelme ve trafik nedeniyle egzos gazları baraj göllerinde toplanan suyun kirlenmesine yol açacak. Özellikle Ömerli Barajı’nda oluşacak kirlilik Devlet Su İşleri’nin önemli yatırım projesi Melen Çayı’nı da olumsuz etkileyecek. Üçüncü Havalimanı işletmesinden kaynaklanacak kurşun, bakır ve çinko gibi kirleticiler, Terkos Gölü’nü ağır metallerle kirlenmiş bir göl haline getirecek. Kanal İstanbul gerçekleşirse, İstanbul’da kullanılan suyun yüzde 6.7’sini karşılayan Sazlıdere Havzası, ortadan kalkacak.
3. Havalimanının ÇED raporuna göre proje için belirlenen alanın yüzde 81’i ormanlık alan, yüzde 9’u ise göl ve gölet. İstanbul’un ormanları dünyadaki 200 önemli ekolojik bölgeden biri. Avrupa’da ise acil korunması gereken yüz ormandan biri.
2013 tarihli birinci ÇED raporunda 2 milyon 513 bin 341 ağacın 657 bin 950’sinin kesileceği, 1 milyon 855 bin 391 ağacın ise taşınacağı belirtiliyordu. Ancak kaç ağacın kesileceği bilgisi nedense 2. ve 3. ÇED raporlarında yer almıyordu. 1. ÇED raporunda “Proje alanında 70 adet göl, gölet ve gölcük bulunmaktadır” ifadesi yer alırken, 3. ÇED raporunda “Büyüklü küçüklü su birikintileri” olarak tanımlanıyor. 3. Havalimanı en önemli kuş göç yollaından biri üzerine yapılıyor. Ornitologlar Kuzey Ormanları içinde en az 200 türün görüldüğünü belirtiyor.
Altın ring ya da beton kelepçe
– Hakan Karapınar / Bursa Şehir Plancıları Odası –Bursa Kent Savunması-
Güney Marmara’daki bütün iller Bursa Şehir Plancıları Odası’na bağlı. Dolayısıyla buraklardaki bütün gelişmeleri takip ediyoruz. İstanbul’daki bu bütün mega projelerin yansımalarını biz yaşıyoruz. Hepimizin bildiği bir Marmara Planı var ve bunun kalbinde İstanbul var. Bu planda İstanbul’un yalnızca finans ve hizmetler şehri olarak kalması, sanayi kollarının şehrin dışına atılması yer alıyor.
Sermayenin hareketini sağlayan en temel öğedir otoyollar. Önce yolu götürürsünüz, sonra etreafı geliştirilir. Köprü yolunun sadece 3. köprü yolu olmadığını, Marmara’nın etrafını saran bir otoyolun bir parçası olduğunu defalarca söyledik. Şu anda inşaat olarak bu yol Bursa sınırlarına da girmiş durumda. Plan olarak da Çanakkale – Balıkesir planına işlendi. Hatta 28 Mayıs’ta Lapseki’de ÇED toplantısı yapılacak. Anda Lapseki’den Gelibolu’ya geçiyor yol ve son bir parçası kalıyor. Gelibolu’dan yukarı doğru Tekirdağ-Edirne sınırından 3. köprü yoluna birleşecek ve altın ring olarak adlanadırabileceğimiz bu yol sermayenin ana belirleyici unsuru olacak. Beton kelepeçe diye bir tabir de kullanılıyor. Gerçekten bütün Marmara’nın etrafını bir kelepçe gibi saracak ve sıkıştıracak.
Çanakkale – Balıkesir planının ekonomik yapıya yönelik senaryolar başlığında yani planın ana felsefesinin yazıldığı kısımda planın gelişmesi için ön görülen sektörler olarak “Sanayi, maden, enerji ve turizm” sektörleri geçiyor. Zaten bütün kıyılar turizme açılmış durumda. Şimdi sanayi, enerji ve maden projelerinin de bu bölgelerde yoğunlaşması öngörülüyor.
Bandırma sınırları içerisinde Marmara kıyılarında şu anda Türkiye’nin en büyük sanayi alanı oluşturumuş vaziyette. 4850 hektarlık bi alan bu. Türkiye’de bu kadar büyüklükte başka bir leke yok! Yereldeki haberler bir kimya sanayi üzerine bir projenin olduğu, yatırımların beklendiği yönünde. Sanırım yeni bir Dilovası oluşturacaklar o bölgeye. Enerji sektörüne yönelik de “Çanakkale ve Balıkesir illerinin Marmara kıyıları dışında ithal kömüre dayalı termik santral yapılmasına izin verilmez” diye tersten kurulmuş bir cümle var.Türkçesi “Bu bölgede ithal kömüre dayalı termik santral yapılabilir” Bütün o bölgei bir termik santral bölgesi yapmaya çalışıyorlar. Birkaç gün önce o bölgeye de gittik. Şu anda Celal Elektrik’in 6 kez ÇED’i iptal edilmiş ama 7. kez başvurusu yapılmış ve yapımı devam eden bir termik santral projesi var. Hemen onun yanında bitişik nizam şeklinde yan yana 7 termik santralin ÇED başvurusu da bakanlıkta şu anda. O bölge tamamen enerji ve sanayi sektöriüne teslim edilmiş vaziyette.
Bu planı incelediğimizde gerçekten dehşete düştük. İlk defa böyle bir planla karşılaştık. Bölge tamamen sanayi, enerji ve madene teslim edilmiş vaziyette. Biga-Gönen bölgesi Türkiye’nin tarım deposudur. Bütün kurgu İstanbul’dan gidecek olan ama çok da uzaklaşmak istemeyen bu sektörlerin Marmara’nın çevresinde konuşlanmasını sağlamak için yapılmış bir proje.
Bursa’ya gelirsek Ağustos ayında Ticaret ve Sanayi Odası tarafından yeni bir organize sanayi bölgesi için bakanlığa başvuru yapıldı. Bursa’da 13 tane organize sanayi bölgesi var. Bu Batı OSD isimli yeni bölge bütün bunların toplamının üçte biri kadar. Bu OSD’nin yapıldığı bölge de az önce bahsettiğim otoyol projesinin tam kıyısında. 13 OSD’nin bulunduğu bölgeye bu dev OSD’nin yapılması İstanbul merkezli olduğunu gösteriyor.
Bir de termik santral mücadelemiz var. İlk duyduğumuzda samimiyetle söylüyorum şaka zannettik. Bursa kentinin tam göbeğinde, merkezde TOFAŞ’ın olduğu organiza sanayi bölgesinde bir termik santral başvurusu yapıldı. Biz herhalde şaka yapıyorlar dedik. Küçük yerleşim yerlerinde bile büyük mücadelerle karşı konulan termik santral projesini 3 milyonluk bir şehrin ortasına yapılmasına inanamadık. Bu sanayinin ihtiyacı olan enerjinin en ucuza üretilmesi gerekiyor. Güney Marmara’ya gelecek sanayi yatırımına ucuz enerji üretmek zorundalar. Biz oradaki termik santrali durduramazsak Bursa’daki bütün sanayi bölgeleri de birer birer termik santral başvurusu yapacak. Sanayinin ihtiyacı olan ucuz enerji, bizlerin hayatlarına mal olacak şekilde üretilecek.
Marmara ölçeğindeki bu sanayi baskısına ancak Marmara ölçeğinde birlikte bir mücadele, bir direniş ağı ile karşılık verebiliriz. Ne yazık ki artık tek tek projeler üzerinden kazanma şansımız kalmadı. Bu yüzden bu forum çok önemli.
İstanbul’un su sorunu ve yok olan havzalar
– Emine Girgin – İstanbul Çevre Mühendisleri Odası –
İstanbul’da geçtiğimiz yaz ciddi bir su sorunu yaşandı. Küresel iklim değişikliğinin etkileri e kurak bir kış sezonu yaşanmasının sonucu olarak barajlardaki doluluk oranı sağlanamadı. İstanbul’un barajları bir rezerve sahip değil. Kışın yağışlarla yüzde 90 oranında doluluk sağlanması gerekiyor ki, biz yazı sorunsuz geçirelim. Şu anda yüzde 94 doluluk oranında. Bunda kar yağışlarının etkisi oldu. Ancak 2015 yazı için bir tehlike gözükmemesine karşın 2016 yazı için hiçbir şey söyleyemeyiz. Son 10 yılda birkaç yılda bir tekrarlayan kuraklık sezonları yaşıyoruz. Belediye’nin çözümü Melen Çayı projesiydi. Bu havzadan havzaya bir transferdir. Başka bir havzanın suyunu İstanbul’a getirmektir ve kalıcı bir çözüm değildir. Melen Çayı’nda sürekli suyu havza dışına çıkardığınızda bu kez havzanın su döngüsünün bozulması ile Melen’de bir kuraklık tehlikesi oluşacaktır.
Melen İstanbul’a uzak bir nokta değil, dolayısıyla aynı iklimden Melen de etkileniyor. Geçen yaz bu kuraklıktan Melen de etkilenince İstanbul’a bağlanan iletim hattı kullanılamadı çünkü Melen’de de su kalmadı. Bu kez Sakarya Nehri’nden İstanbul’a su getirildi. Bu da son derece tehlikeli bir durum. Sakarya Nehri su getirmek üzere tanmlanmış nehirlerden biri değil. Çünkü Sakarya Nehri’ne atık su deşarjları yapılıyor. Sakarya Nehri oldukça büyük bir nehir. Geçtiği btün bölgelerde arıtılmış ya da arıılmamış atık sular bu nehirde deşarj ediliyor.
Bu suların İstanbul’da arıtıldığı iddia ediliyor. Oysa arıtma tesislerinde buna dair herhangi bir çalışma, revizyon yok. Arıtma tesisleri İstanbul’un havzalarını arıtmak üzere projelenen tesisler. Dolayısıyla onların çıkış suyu kaliesine sadece İstanbul’un suyu olduğunda güvenebiliriz. Sakarya Nehri’nden getirilen suyun aynı kalitede arıtılması mümkün değil. Bu bilimsel bir gerçek.
İstanbul’un hazaları gün be gün kaybediliyor. Korumanız gereken havzayı yapılaşmaya, betonlaşmaya açtığınızda ki şu anda Alibeyköy’de havza alanında hem ciddi yapılaşma hem de sanayi tesisleri var. Alibeyköy’de tutulan suda hem miktar hem de kirlilik değerleri kötü durumda. Gözden çıkarılmış bir baraj olarak görüyorlar. Korumaya yönelik hiçbir çalışma yapılmıyor. Küçükçekmece de benzer durumlardan geçti ve sonuçta içme suyu tanımı oradan kaldırıldı. Şu an o barajdan su temin edilemiyor.
Bugün İstanbul’daki bütün sulak alanlar aynı tehditle karşı karşıya. Terkos da ciddi bir tehlike altında. Terkos, doğal bir sulak alan olması açısından ve İstanbul’un en çok su tutan gölü olması açısından çok önemli. Terkos’u kaybettiğinizde Terkos’un İstanbul’a sağladığı suyu hiçbir yerden sağlayamazsınız. Terkos’un yok olmasına göz yumamayız. 3. Havalimanı ve Kanal İstanbul projeleri gerçekleştiği zaman Terkos’u yok edecek projelerdir. Havalimanı çok ciddi bir alanı betonlaştıracak ve havalimanın yanında diğer yapılar da gelecek. İlave kentlerin kurulması gündemde. Bütün bunlar Terkos’u besleyen yeraltı sularını ve akışı engelleyecek. Göldeki su miktarında bir azalma ile sonuçlanacak. Oradaki tüm insani faaliyetler de bu yok oluşa katkıda bulunacak.
Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi olarak Ekolojik Yıkımla Mücadele Haftası tanımladık. Bu yıl 31 Mayıs – 5 Haziran’da gerçekleştireceğiz. Bu haftada da çeşitli etkinliklerle ortak çözüm arayışlarımızı devam ettirmek istiyoruz.
Marmara ekolojik felaketlere gebe!
– Gürkan Akgün / İstanbul Şehir Plancıları Odası –
2006 yılında Karadeniz Sahil Yolu, Kuzey Marmara Otoyolu ile birleşecekmiş diye bir basın açıklaması yazmıştık. 2015 yılına geldik ve o yol neredeyse birleşecek ve Karadeniz’in Hopa’dan başlayan sahil yolu, İstanbul’un Kuzey Ormanları’nı mahveder bir duruma geldi. Kapitalizm bu şekilde bütünlüklü olarak işlemeye devam ediyor.
Marmara ve çevresi bugün artık çok büyük ekolojik felaketlere gebe bir bölge. Bu noktada İstanbul’un önemli birpayı var. 2000’li yıllardan sonra İstanbul’u hizmet sektörünün başkenti haline getirme misyonu 2009’da yapılan çevre düzeni raporunda küresel ölçekte yarışan bir şehir tanımı ile net bir şekilde ifade ediliyordu. Bu İstanbul’un artık desantralize edilmesi yani sanayi alanlarının İstanbul’dan uzaklaştırılması demekti. Bu büyük projelerle birlikte planlanan bir şey. Sermayenin akışı için hazırlanan karayolu projelerinin zaten kendi başına bir yıkıcılığı var. Bunun yanı sıra bir yapılaşma baskısı ve imar artışı getiriyor.
Marmara’nın hemen her bölgesi bir mücadele alnına dönüştü. Örneğin Bandırma’nın batısında yaklaşık 5000 hektarlık bir sanayi alanı tanımlanıyor. Istıranca’da altın madenciliğine yönelik yatırımlar söz konusu. Güney Marmara’da termik santraller yapılıyor. Bunların hepsi birbirine bağlı yıkıcı faaliyetler.
2009 yılında hazırlanan çevre düzeni planından bahsedersek, 2000 yılında İstanbul’da hizmet sektörü yaklaşık yüzde 55-60 civarında bir iş gücünü kapsıyordu, raporda bunu yüzde 70’e kadar çıkarma, sanayi sektörünün yüzde 36’lık iş gücü oranını ise yüzde 26’ya düşürme hedefi vardı. Bunun karşılığı kentsel dönüşümdür, Ergene Havzası’nda kirliliktir, hiçbir organizmanın yaşayamadığı nehirlerdir.
Kuzey Marmara’dan biraz bahsedersek, yapılan çevre düzeni planıyla birlikte Tekirdağ ve çevre bölgesinde tarım alanlarının yapılaşmaya açıldığını, bu alanlarda sanayi kararlarının alındığını görüyoruz. Ergene Havzası içinden çıkılamayacak bir hale gelmiş durumdu. Çorlu, Çerkezköy, Saray gibi bölgeler için alınan kararlar buraları ekolojik yıkıma götürmüş durumda.
Sözün özü İstanbul ve Marmara’da karayolları ile bağlanan bu düzen, Marmara’da 30-40 yıl sonra yaşayacağımız bir ortamı işaret ediyor. Buna dair bizim bütünlüklü bir mücadeleyi yürütmemiz gerekiyor. Hukuksal anlamda yürütülen mücadelelerin pek bir karşılığını göremiyoruz. Bu süreçler yürümeye devam ediyor. Bugün Kuzey Marmara’daki sanayi alanlarının yüzde 80’i hala kaçak!
Bütün iller kirliliğin pençesinde!
– Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu / Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı –
Konuştuğumuz şey yaklaşık 2 milyon yllık bir sürece dayanan insan – doğa ilişkisi. Kapitalizmin devreye girmesinden beri ve özellikle 80’lerden bu yana yapısal krizlerde krizi aşabilmek için en küçük bir varlık bulduysa el koymaya çalıştığı bir dönemi yaşıyoruz. Dolayısıyla hem ülkemizde hem dünyada doğaya yönelik eş zamanlı saldırılar organize haline geldi. Bu dönemi bize yaşatırlarken bir şekilde bunları akılcı hale getirme çabası içindeler. Hemen her faaliyet için bir ÇED raporu var. Peki bunları kim hazırlıyor? İmzalayan kimler? İmzalayan birçoğumuzun üniversetedeki meslektaşları. En son Bursa Çimento Fabrikası’nın kapasite arttırımına yönelik ÇED raporu İl Halk Sağlığı’nda çalışan uzman arkadaşlarımızın engeline takıldı. Bunun üzerine raporun sağlık yönünden değerlendirilmesi adına talepte bulunuldu. Trakya Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı’ndan üç meslektaşımız bu raporu değerlendirdiler ve “Hayır bu olmaz” diye bağlayamadılar. Süreç maalesef bu şekilde devam ediyor. Yaşadığım il Kocaeli’nde de, Marmara’nın diğer illerinde de zararlı olmadığı ortaya kobailen hiçbir ÇED raporu sonucu yok. O bakımdan bu tür deşifrasyonları yapmamızın önemli olduğunu düşünüyorum.
Bölgemizde 11 ilimiz var. Çevre Bakanlığı’nın verileriyle de uluslararası standartlara göre çevremizi değerlendirirsek, yaşanacak olmaktan çıkmış durumda olduğunu söyleyebiliriz. 2014 yılında bakanlığın yayınladığı verilere göre 11 ilden 10’unda bakanlık, atık sorunu belirlemiş. Edirne hariç. 11 ilin 11’inde su kirliliği sorunu var. Örneğin, Kocaeli’nde Hindistan’da kurulması halk tarafından engellenmiş Güney Koreli bir şirketin demir-çelik fabrikası sistem soğutması için Sapanca Gölü’nün su kaynaklarını kullanıyor. Bunu henüz kamuoyu gündemine taşıyamadık.
Hava kirliliği 11 ilin 7’sinde varmış. Kırklareli, Sakarya, Bilecik ve Yalova bunların dışında. Bu konudaki mevuzatımızda her şey günlük gülistanlık görünüyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün hava kirliliği birimi olarak kullanmış olduğu standart sınır değer 20 iken bizim mevzuatımızdaki bu değer bu yıl itibariyle 150. Yani 7 katından daha fazla kirlilik olduktan sonra “Evet, havamız kirliymiş” diyebiliyoruz. Buna rağmen 11 ilin 7’sinde kirlilik var!
Enerjiyi dört kirli sektör tüketiyor
– Cemalettin Küçük / Metalurji Mühendisi – TMMOB Halk Sağlığı Komisyonu –
Türkiye’de bir dayatma meselesi söz konusu. Bizim enerjiye ihtiyacımız olduğunu, bugünki siyasi iktidarın 2023 programında 500 milyar kw/saat , öteki muhalefet partilerinin programında 600-700 milyar kw/ saat enerji ihtiyacı olduğu söyleniyor. Bütün seçim programları da enerji ihtiyacı üzerine konumlandırılmış.
Bu enerji nerede kullanılıyor. Çimento, demir-çelik, toprak-seramik sanayi ve alışveriş merkezleri… Bu dört sektörün ne kadar enerji kullandığına bakalım. Sonra düşünelim enerjiye ihtiyacımız var mı? Dünya’nın Çin’den sonra ikinci, Avrupa’nın ise en büyük çimento üreticisi olduk. Ton başına 100 kw/saat kavurmak için kullandığımız enerji! Öğütmek, taşımak, nakletmek, doğadan almak, bunları topladığımızda ton başına yaklaşık 300 – 400 kw/saat enerji gerekmektedir. Bugün 60 milyon ton çimento üretir duruma geldik. 2023 yılında bu 100 milyon ton olarak programlanmıştır. Tek başına 20 milyar kw/saat enerjimizi şu anda bu sektöre harcıyoruz.
Demir çelik sektörünün iki kısmı var. Bir ark ocaklı bir de entegre tesisler. Bu ark ocaklı dediğimiz, hurda eritimine dayanan ve vasıfsız çelik dediğimiz inşaat çeliği üreten tesisler, yılda 25 milyon ton hurda eritir. Eritmek için 400 kw/saat ton başına enerji gerekir. Nakliyesi, çekmesi, şekillendirmesini de üst üste koyduğumuz 1000 kw/saat ton başına enerji gerekir. Bu da yılda 25 milyar kw/saat enerjiyi demir-çelik sektörüne harcadık demektir.
Bu iki sektörün yüzde 70’e yakın bölümü Afganistan, Irak, Libya gibi savaşla yıkılan bölgelere ihraç edilmekte. Bu ülkede hiçbir katma değeri olmamakla birlikte kirliliği bize kalan iki sektör!
Gelelim seramik-toprak sanayii sektörüne. Bozhöyük’ü duydunuz. Kütahya Bozhöyük’te seramik fabrikalarının olduğu bölgede binlerce insan silikozis hastası ama topluma yansıtılmıyor, bildirilmiyor. Bu, gizli olanlarla, ileride çıkacak olanlarla birlikte 10 binleri blacak bir sayıyı gösteriyor. Ne demek silikozis hastalığı. Bu hastalığa yakalananlar “Keşke kanser olsaydık” diyebilecek bir hale gelmektedir. Bu sektör için de yılda 40 milyar kw/saat enerji harcıyoruz.
Büyük kentlerimizin her bölgesine yerleştirilen AVM’ler de, enerjimizin yüzde 20’sini, yani yaklaşık 40 milyar kw/saatlik bir enerjiyi harcamakta. Dört sektör toplamda 120 milyar kw/saat desek size neyi ifade ediyor. 2014 yılının toplam tüketilen enerjisi 245 milyar kw/saat. Yani yarısı dört sektöre gidiyor. Hiçbirinin katma değeri yok. Hepsi çevre açısından kirletici. AVM’ler sadece trafiği tıkamakla, esanıfın durumunu yok etmekle kalmaz, aynı zamanda kirleticilerdir. Hava akım merkezlerini keserler, coğrafyayı kirletirler ama bunlar gözükmez.
Birileri eline bir pankart alıyor. Efendim “Nükleer istemiyoruz, bize güneş ve rüzgar yeter”. Yok öyle bir şey! Kimse uydurmasın. Rüzgar santralinin kimlere neler yaptığınız görmek için İzmir Karaburun’a, Çeşme’ye, Bandırma’ya gidip sorgulayacaksınız. Enerji üretilmez, dönüştürülür ve hiçbir enerjinin dönüştürülmesi temiz değildir!
Rüzgar türbinlerinin her birinin bir kanadını sorduğumda 5-6 metre diyen arkadaşlarımız 40, 60 ve 120 metre kadar olan kanatları olduğunu duyunca şaşmaktadırlar. O üç kanadın çevirdiği her bir dişli 35 tondan başlayıp 80 tona karşı çıkmaktadır. Bütün bunları o araziye yerleştirmek için ormanlar yok ediliyor. Kurduğunuz yer de rüzgar akımlarının olduğu yerler. Yaban hayvanlarının geçiş alanları. Rüzgar türbinin her pervane dönüşünde yaratmış olduğu rezonans, kilometrelerce ötede insanların yaşamı etkiler. İnsanların duyumsayamacağı bu frekanslar o bölgede yaşayan bütün fauanın yani hayvanları, böceklerin hepsini etkilemekte ve bögeyi terk etmelerine sebep olabilmektedir. Bir bölgede rüzgar akımını kemsek, buharlaşmanın engelenmesi ve sıcaklığın artmasına sebep olur.
Güneş enerjisine gelirsek, çatılarda suyumuzu ısıtalım, tamam ama güneş tarlalarına sıra geldiği zaman hepsi birinci sınıf tarım arazileri üzerine gelecek. Aynı sorunları orada da yaşayacağız. Onun için kimse “Bize güneş, rüzgar yeter” demesin.
Fotoğraflar: © Erdem Şimşek