Samsara’yı bilmiyordum, önce kendim sonra biraz da sizin için araştırdım. Malum, elimizde eski günlere göre çok çeşitli ve geniş bir araştırarak öğrenme seçeneği var artık. öğrendim ki Sanskrit kökenli modern dillerde genel olarak “dünya” anlamında kullanılan Samsara, Budizm gibi Asya dinlerinde ise reenkarnasyon ya da yeniden doğum döngüsünü ifade ediyor. Hint dinlerinde yaşam, ölüm, yeniden doğuş, varoluş ve yok oluş şeklinde betimlenen Samsara, Budizmin de terk etmeyi amaçladığı bir döngü.
Öyle ki filmde kum taneleriyle yaklaşık 10 kişinin oluşturduğu “Mandala” adı verilen meditatif boyama sanatının filmin sonunda bozulması da bahsettiğim “yok oluşa” gönderme yapıyor. Doğuyoruz, gelişiyoruz ve sonunda da yok oluyoruz. Yok olacağız, yok olmaya mahkumuz. Ama yok etmek bu döngünün içinde yok. Görev edindiğimiz yok etme dürtüsü doğal değil, hiçbir inanışta geçmiyor ve genel-geçer hiçbir kuralda da yok. Yok ediyoruz ve doğanın büyük gücünü unutuyoruz. Doğanın intikamı çok ses getirecek. Samsara‘dan doğanın eliyle çıkacağız, hızlandırdığımız yok oluş hepimizi çok üzecek.
Samsara, 5 yıl kadar bir sürede 25 farklı ülkede, her ülkeden yönetmenin de katkılarıyla, Ron Fricke tarafından çekilmiş benzeri az bir kültür buluşması. Samsara için öncelikli olarak, çeşitli gelenekler ile teknolojinin arasında sıkışan insanlığa bir kuş bakışı diyebilirim. Anlatımsızlığı ön planda olan Samsara, yorumu izleyiciye bırakan bir belgesel-film kategorisine dâhil.
Saklama kabında taze kalamayışlar
Aslında bir yaratanı var tüm sorunlarımızın. Bu asla ilahi bir güç değil. Bizzat kendi kazdığımız kuyularda boğuşuyoruz yaşamla yaşayamamak arasında. Hiç var olmayan sınırların içine sıkışıp kalmışız şimdilerde ve hâlâ aynı hatalarla çözüm arayışındayız.
Doğal hayatı mahvettik, doğal ortamında doğal üreyemiyor artık hayvanlar. Bir mezbaha, bir sera, bir saklama kabının içine hapsettik kendimizle birlikte doğayı da. Sandığımız kadar taze kalmıyoruz artık ve katlettiğimiz hayat bir geri dönüşüm kutusundan çok daha umutsuz. Farkındalığımızı yitirdiğimiz en kör nokta da doğanın feci intikamından bir haberliğimizde saklı. Samsara‘da mezbaha sahnesinde domuz ve ineklerin başına gelenlerin, ilerleyen sahnelerde bir obezite hastasının da başına geliyor olması ne bir komplo teorisine sığıyor, ne de herhangi bir inanışın ahiret fikrine. Bu apaçık doğanın öfke yansıması.
Yarattığımız bombalarla başkalarının hayatını mahvediyoruz. Başkalarının yarattığı bombalar hayatımızı mahvetti diye kızıyoruz arkasından. Bu ne büyük bir çelişki yumağı. Yuvarlandıkça büyüyor kar topu misali hatalarımız. Teknolojinin faydalarını artık savunamıyorum.
Hayatımızı kolaylaştırmıyormuş aslında o büyük elektrik yalanları. Hap gibi. Anlık rahatlatıyor, aslında hiçbir şeyi düzeltmiyor. Doğa çünkü, hep galip geliyor araçlarımıza. Amaç yaşamakken, uğradığımız hezimetken, bir çeşit zihin eksilmesindeyken asıl ikametimiz; üst üsteyiz; sıcak, karnımız tok ve sırtımız pek zannettiğimiz her gün tükeniyoruz. Her doyuşumuz, her ısınışımız, her sosyalleşme çabamız ve tüm kolaylık sandıklarımız aslında bizim büyük katliamlarımız.
Tükettiğimiz kaynaklar geri gelemeyecek bundan böyle. Ölmekten daha öte. Bu bir daha dönememek gibi. Bunun acı veren depresyonu asla bir daha asla yaşayamayacağı, yeni gelenlerin, düzelmeye düzeltmeye yönelmeyen uyuşukluklar içinde kolaylaştığını sandığımız hayatımızın bitiyor olması gibi. Büyük bir yalanın içindeyiz. Yaşamı geri getiremeyecek yaşamın kendini yenilemesine bir daha izin vermeyecek adımlar attığımız çok basit tanımlı teknolojik imzalar.
Samsara gelecek bir gün
Hangi ahlaka sığar ki yavrularını ezip tavuklara yedirmek. Daha çok süt versin diye inekler, kendini geziyor sansın diye bağladığınız kelepçelere ne demeli? Memelerinize demir bağlansa hoşunuza gider miydi çocuğunuz çabucak büyüsün de kesilip mideye insin diye. Üstelik hazmı da zor! Sonra obeziteye savaş açıp midemize kelepçe taktırıyoruz. Bu doğanın intikamı değil de nedir sizce?
Doğa tüm teknolojilerimizden daha geniş bir yelpazeye sahip. Aradığımız her şey bizzat orada. Kestiğimiz ormanların yerinde büyüyen alışveriş merkezlerine giden otoyollar, dönüştüremediğimiz eskilerimiz ve çılgın tüketme hastalığımız. Hepsinden kurtulmak çok kolay. Sadece yok olmanın vahameti üzerine biraz düşünmemiz gerekiyor.
Bencil olmayacağım artık. Ben doğanın bir parçasıyım. Doğa beni besleyecek, yaşatacak ve günü geldiğinde yok olmama yardım bile edecek. Ancak bu vurdumduymazlıkla devam edersek veda günü geldiğinde belki bizi toprak bile kabul etmeyecek.
Ne için yaşıyoruz? Tüketmek için mi yalnızca? Neden yaşadığımız konusu, hem ideolojik hem dini hem bilimsel olarak önce bizzat kendimize açıklamamız gereken bir nokta. Kendimizle hesaplaşmamızın zamanı geldi, geçiyor…
Geri dönüşmeyecek kadar naylonlaşmasın zihinlerimiz; biraz var oluş hesaplaşması, biraz “vicdan”, biraz özveri çok şeyi değiştirecek. Sitemlerim, eleştirilerim ve eylemlerim doğayı maruz bıraktığımız tahribat, dolaylı yollardan da canımıza kast, sona erene dek devam edecek. Kendinizi sevin, buna bir parantez açabilmenize yararı olacağını düşündüğüm Samsara artık bir “tık” kadar yakın, kolay ve mümkün. Dostça, doğayla, insanca ve hoşça kalın.